Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Mücadelesi - Ömer Öngüt Kimdir Nerelidir Hayatı Ailesi Silsilesi Cemaati Eserleri Kitapları Yazıları Sohbetleri Sözleri Görüşleri Düşünceleri
  • Mücadelesi

    Ömer Öngüt Kimdir - MücadelesiMuhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Hazret-i Allah'ın sevdiği, seçtiği, vazifelendirdiği bir Zât-ı âli idi.

    Şöyle beyan buyurmuşlardı:

    "Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bu âciz, fakir, pür-taksiri bu zamanda şu üç husus için gönderse gerek:

    Birincisi bölücülerle mücadele.

    İkincisi âhir zaman ulemâsının içyüzünü ortaya sermek.

    Üçüncüsü vahdet-i vücud mevzusundaki ihtilâfları ve çekişmeleri ortadan bertaraf etmek." (Bkz. "İmanlı Gönüllere Hitap", s. 289)

    Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri "Bizim iki gayemiz var; iman ve vatan." buyururlardı.

    "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." beyanlarının dergimizin logosuna konulmasını bizzat kendileri emir buyurmuşlardı.

    "Dostumuzu düşmanımızı tanıyalım. Hazret-i Allah bize bildiriyor. İman edelim,teslim olalım.

    Küfür tek millettir. Onlara fırsat vermeyelim. Nitekim bunların hedefi imanı kaldırmak, vatanımızı yağmalamaktır. Bu küfür ehline ve küfür ehline tâzim edenlere itimat etmeyelim.

    Zira imansız vatan, vatansız iman müdafaa edilmez. Biri giderse diğeri de gider." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 13)

    Zât-ı âlileri iman ve vatandan nasibini alamamış bir muhabire şunları söylemişlerdi:

    "Daha doğrusu iki gayemiz var bizim. İman ve vatan. Anlatabildik mi? Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. O bayrak var ya, siz bayrağın şerefini bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Anladınız mı? Bayrağın şerefini bilmezsiniz. Amma yabancı bir bayrak altında büyüseydiniz o zaman bayrağınızın kıymetini bilirdiniz."

    Binaenaleyh dinde ve vatanda bölücülük yapanlarla mücadele etmişler, haklarında eserler neşrederek müslümanları uyandırmaya çalışmışlardı.

    Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri FETÖ'nün ihaneti zahir olmadan seneler önce bunların içyüzünü, vatan haini olduğunu, Amerikan ajanı olduğunu gerek dergilerimizde makalelerinde (ilk makale Mart 1994 tarihli Hakikat Dergisi'nde "Fetullah Gülen Narcılık Dini'ni İlan Etti!" başlığı ile yayınlanmıştır.), gerekse haklarında eser neşrederek ("Küfrü Hoş Gören Narcıların İçyüzü", Birinci baskı: 1999) halka duyurmaya çalışmışlardı.

    Bu mücadelesi sebebiyle bu bölücü grupların hepsi kendisine büyük bir düşmanlık beslediler. Karalamaya, iftira atmaya çalıştılar, mahkemeye verenler oldu. FETÖ kendisine muhalif herkese kumpas kurduğu gibi bu Zât-ı âli'ye de kumpas kurmaya çalıştı. 2009 yılında Taraf gazetesinde başlatılan kampanyaya bu Zât-ı âli'nin ismini de katmak istediler. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hâin Tezgâh" isimli eserleri bu iftira kampanyası sebebiyle yayınlandı. Bu iftiraları bu hâin güruhun sonunun başlangıcı oldu.

    Bu bölücüler, hakikatleri hatırlattığı için teşekkür edecekleri yerde bu zâta düşmanlık beslediler. Çünkü bu beyanlar bunların menfaatine ve kurmuş oldukları dine zarar verdi.

    Bu durumu "Hâin Tezgâh" isimli eserlerinde şöyle izah etmişlerdi:

    "İşte bu bölücüler bizi susturmak isterler.

    Biz rahatı ve istirahati, süsü ve lüksü terkettik. Hayatımızı İslâm dini'nin selâmetine adadık. Bu bölücüler gibi para toplamadık, banka kurmadık. İslâm dininin hükümlerini arkamıza atmadık. Adam toplamak, taraftar kazanmak için İslâm dininin hükümlerini değiştirmeye kalkışmadık. Allah'ıma sığınırım.

    Bilâkis Hazret-i Allah'ın Âyet-i kerime'lerini hatırlattık. Fakat dinlemediler.

    "Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!" (Secde: 22)

    Oysa bu zâlimlerin, bu bölücülerin hepsi bunları yaptılar. Taraftar toplamayı İslâm dininden üstün tuttular. Paraya taptılar. Topladıkları paraları koyacak yer bulamayınca banka kurdular. Kendi kurdukları dinlerini İslâm dininin yerine koymaya çalıştılar.

    "İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın almışlardır. Bu alış-verişleri kendilerine kâr sağlamamıştır, doğru yolu da bulamamışlardır." (Bakara: 16)

    Biz onları Hazret-i Allah'a, Kitabullah'a, Resulullah'a çağırdık. İslâm'ın emir ve hükümlerini önlerine sürdük. İman ile küfür arasına berzah koyduk. Dinlemediler, bizi düşman bildiler. Nasihatteki hikmeti bilemediler. Büsbütün uzaklaştılar.

    "Onlara: 'Allah'ın indirdiği Kur'an'a ve Peygamber'e gelin!' denildiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün." (Nisâ: 61)

    Bizim bu mücadelemiz birçok sahtenin menfaatine, kurmuş olduğu dine zarar verdi. Her türlü iftirayı, ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalıştılar. Bizi halkın nazarından düşürmeye çalıştılar. Eserlerimizin okunmasını engellemek için her yolu denediler.

    Allah-u Teâlâ onlara hitaben buyuruyor ki:

    "Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın." (A'raf: 86)

    Halbuki biz bu neşriyatımızdan önce her bir bölücüyü ikaz ettik. Yaptıklarının yanlış olduğunu, İslâm dininin düsturlarına dönmelerini nasihat ettik.

    Ama dinlemediler.

    "Sen onları hidayete çağırsan da onlar aslâ hidayete gelmezler." (Kehf: 57)

    "Onları doğru yola çağıracak olursanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir." (A'raf: 193)

    İslâm dinine zarar veren bu zâlimleri teşhir ettik. Zira bunların zararları İslâm dinine idi. Bir dış düşman İslâm'a dıştan saldırır, müslümanların ancak hayatlarına kastedebilir. Ancak İslâm akidesi bozulduğu zaman müslümanların iman kalesi çöker." ("Hâin Tezgâh", s. 90-92)

    Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu gibi din bölücülerinin içyüzünü yazarken "Bunlar iç düşmandır. İç düşman dış düşmanın yapamadığı zararı yapar." diye senelerce ikaz ve irşad etti.

    Eserlerinde, bu iç düşmanlara, bu münâfıklara şöyle seslendi:

    "Kâfirin küfrü zahirde olduğu için tahribatı sizinkinden daha azdır. Sizinkisi ise maskenin altında olduğu için tahribatınız daha çoktur. Fakat unutma ki; münâfıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar.

    "Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar." (Nisâ: 145)

    Âyet-i kerime'si mucibince münâfıkın azabı kâfirin azabından daha büyük ve şiddetlidir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Sözler ve Notlar 5", s. 479)

    15 Temmuz darbe girişimi hem bu münafıkların ne kadar büyük bir düşman olduklarını, hem de iç düşmanın dış düşmanın yapamadığı zararı nasıl yaptığını milletimize ayan beyan göstermiş oldu.

    Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin müslümanları ikaz ve irşad için içyüzlerini ifşa ettiği güruhlar hakkında Sözler ve Notlar-10 isimli eserlerinde şöyle beyan buyurmuşlardı: (Daha geniş izah için bkz. "Sözler ve Notlar-10", s. 469-602):

     

    Kimlerle Mücadele Ediliyor?

    (Bkz. "Sözler ve Notlar-10", s. 492-501)

    Deccalden daha beter olan sapıtıcı imamlarla, gökkubbe altında bulunan insanların en şerirleri olan âhir zaman ulemâsı ile.

    Bunlar dokuz fırkadırlar.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

    "Sizin için Deccal'dan daha çok Deccal olmayandan korkarım.

    - Onlar kimlerdir?

    Saptırıcı imamlardır." (Ahmed bin Hanbel)

    Niçin Deccal'den daha korkunç ve daha tehlikelidir bu sapıtıcı imamlar?

    Deccal resmen Deccal olarak çıkacak. İşaretleri de bellidir, doğrudan doğruya Allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.

    Ve fakat bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, hepsi de sûret-i haktan göründüler, İslâm'ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler. Saf ve temiz müslümanlar büyük kitleler halinde onlara iltihak etti ve intisap etti. Şu kadar var ki, aslında sûret-i haktan görünen bu deccaller bu kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler. Kurdukları dini ayakta tutabilmek için İslâm dininin haram kıldığı hükümleri helâl saydılar. Dinlerini bu şekilde ayakta tutmaya çalıştılar ve kitleler halindeki müslümanları hem kurdukları dine çekerek imandan ettiler, diğer taraftan dünyalıklarını soydular ve yoldular.

    İşte deccal bunu yapamaz. Deccal'den beter oluşları, sûret-i haktan görünüşlerinden oldu. Böylece bir çok müslümanları hem imanlarından soydular, aldılar, hem dünyalarını hem âhiretlerini yok ettiler.

    Nitekim onların sapıtması ile yoldan sapanlar âhirette cehenneme düştükleri zaman bu sapıtıcılara şöyle söyleyecekleri Âyet-i kerime'de haber verilmektedir:

    "Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz." (Saffat: 28)

    Firavun, âhirette avanesinin önünde cehenneme gittiği gibi, bu sapıtıcı imamlar da küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridir.

    Oysa Allah-u Teâlâ'nın dini İslâm dinidir. Onun hükümleri ayrıdır. Hepsi de halkı o kadar soydular ki, hepsinin trilyonları var. Trilyonlar vurdular, bankalar kurdular. Allah-u Teâlâ ile harbe tutuştular. Hazret-i Allah'a ve Resul'üne hasım kesildiler. Hem din-i mübin'e hem de vatanımıza ihanet ettiler. Hem dini hem vatanı parçalamak istediler ve bu zümreler müslümanlara karşı cephe aldılar, düşman kesildiler.

    Allah'ım! Nurunla bu fitne ateşini söndür. Sapıtıcı imamlar ile İslâm'a düşman olan kâfirleri kahret ve öldür.

    Evvelâ Erbakan kendi dinini ilân etti."Hak geldi bâtıl gitti" diye ortalığı çınlattılar. Saf müslümanlar onlara kandı ve hak zannı ile saflarına geçti. Çünkü imana susamıştı.

    Etrafında bir kalabalık olduğunu görünce kendilerini ilâh kabul ettiler. İmanları para oldu ve halkı da kaz gibi yoldular. Dinlerini ilân edince oraya batanların hepsi imanlarından soyundu.

    Bu sapıtıcı imamlar, dinlerini ilân edip ilâhlık dâvâsında bulunduklarından din-i İslâm'dan çıktılar, onlara tâbi olup ilâh kabul edenleri de dinden çıkardılar. Hepsi iman hırsızı oldular yani imanlarından soyundular, küfre kaydılar.

    Çünkü apaçık din kurdu."Refah'tan başka İslâm yoktur." dedi.

    Allah-u Teâlâ kendi dinini ilân etti.

    Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

    "Allah katında din İslâm'dır." buyuruyor. (Âl-i imran: 19)

    Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor ve böyle söylüyor. Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah'a karşı geldiğini resmen ilân etti.

    Diğer taraftan kendi dinini ayakta tutmak için: "Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir." diyerek, Allah-u Teâlâ'nın dinini patatese çevirdi. Kendi dinini yüceltmek için İslâm dinini küçülttükçe küçülttü.

    Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

    "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imran: 85)

    Bu Âyet-i kerime onun bu beyanını çürüttü, reddetti.

    Gerek din kurmakla, gerekse bu Âyet-i kerime'leri inkâr etmekle bu adam Allahlık dâvâsı gütmüştür ve bu Âyet-i kerime'ler mucibince küfre kaymıştır. Çünkü bir tek Âyet-i kerime'yi inkâr eden kâfir olur. Bu böyledir, bunu katiyetle bilin.

    Deccalden daha beter olan ikinci imam (Fetullah Gülen):

    Bunlar da sûret-i haktan göründüler. İslâm'ın ön safında görünerek halkı avladılar. Sonra lüzumlu olan maddeyi elde edince ve etraflarında kalabalıkları görünce, kendilerinde bir güç gördüler ve dinlerini ilân ettiler, ilâh kesildiler.

    Yemekli toplantılar düzenlerlerdi. Halkı mahçup etmek suretiyle senet imzalatırlardı ve bu senetleri ödemeyenleri icrâ ile tahsil ederlerdi, halka bu kadar zulmederlerdi.

    Yani halkı kaz yerine koyarlardı. Bütün bunların hepsi dünyaya âlet etmek suretiyle oluyordu. Bütün bu sapıtıcı imamlar bu şekilde yapıyordu.

    Oysa Allah-u Teâlâ:

    "Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)

    Âyet-i kerime'si ile onların doğru olmadığını bildirdiği halde, halk onların doğru yolda olmadığını bilemedi. Onları müslüman zannetti ve yardım etti.

    Haram lokma midelerine girince, hemen Refah'tan daha çok para toplamak yoluna girdiler. Refah'tan görerek onlar da sürekli para toplamaya başladılar, para toplamada onu da çok geçtiler ve bu husustaki Âyet-i kerime'leri tamamen inkâr ettiler. O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular.

    "Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)

    Âyet-i kerime'lerinde haber verildiği üzere, doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a harp ilân ettiler.

    Bu nur çıkınca, iç yüzlerini açığa vurunca bunların soygunları bitti. Bu para toplama hırsı onları İslâm dininden rahatça çıkardı.

    Bu da yetmiyormuş gibi imanlı talebeleri yavaş yavaş küfre meylettirdiler. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret olarak kabul ettiler."Küfrü hoş görün!" diye milyonlarca müslümanı küfre kaydırdılar. Nitekim papaya yazdığı mektup ve muhtevası gazetelerde neşredildi.

    Alenen Hazret-i Allah'a karşı geldi ve küfrü hoş gördü, hoşgörüyü ilân etti ve bütün müslümanları kâfir olmaya dâvet etti.

    Ona tâbi olanlar ona uydular, papazlarını hazret olarak kabul ettiler ve onlara tâbi oldular, hepsi birden küfre kaydılar.

    Böylece kendilerine tâbi olanları, o masum yavruların hepsini küfrün kucağına attılar.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

    "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?" (Nisâ: 144)

    Bunların vasıfları daha önce "Nurcu" iken, bu hallerinden ötürü "Nurcu" isimlerini "Narcı" olarak vasıflandırdık. Bu ismi onlara biz verdik ve artık "Narcı" olarak tanınıyorlar. Nurculuk Said-i Nursî Hazretlerinde ve onun yolunda olanlarda kaldı.

    Çünkü bunlar papazlarını hazret kabul ettikleri için, bunlara nurcu demek, İslâm'a büyük bir zillet getirir.

    Allah-u Teâlâ mümine izzet, kâfire ise zillet vermiştir. Bu zillete düşenlere izzet vermek, İslâm'ın izzetini yok etmek demektir.

    Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

    "Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." buyuruyor. (Mâide: 51)

    Küfrü hoş görmeyi, her yerde küfrün soluklanmasını ilân edince, hepsi de kabul ettiler. Onu ilâh olarak kabul edenler böylece küfre kaymış oldu ve küfür içinde donup kaldılar.

    Bu beyanı size hikmet tahtında açıyorum.

    Dikkat ederseniz biraz evvel caminin ocağında idi, biraz sonra papazların kucağına düştü.

    Müslümanlara kürsülerden nasihat ederdi. İslâm'ı yaşamaya gayret ederdi, talebelerine İslâm'ı telkin ederdi.

    Ve fakat şöhret girince, para toplamaya girişince, Allah-u Teâlâ bu hallerden hoşlanmadı ve kalbini çevirdi.

    Aynası ters dönünce artık küfrü hoş gördü ve tâbi olanlara küfrü hoş göstermeye çalıştı ve gösterdi. Onların hepsinin küfre kaymasına vesile oldu.

    Bu gibilerin hakkında Allah-u Teâlâ'nın fermanı var.

    Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

    "Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder." (Bakara: 159)

    Bir madde, menfaat ve şöhret için buna cüret etmişlerdir.

    Hakikatı anlarlar, görürler ve tevbe ederler, hem kendilerini hem de etraflarında bulunanları cehennem azabından kurtarmış olurlar diye bütün bu Âyet-i kerime'leri açıklıyoruz. Zira gerçekten Hazret-i Allah'ın azabı şiddetlidir. Felâha ermek için Allah'tan korkmak ve emirlerine sarılmak lâzımdır.

    Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

    "Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar lânetlenmekten kurtulmuşlardır. Ben onların tevbesini kabul ederim ve ben tevbeleri daima kabul ederim, merhamet ederim." (Bakara: 160)

    Hiç kimseye garazımız yok ve fakat hakikat ile dalâleti karıştıranlardan değilim. Bunu ayırt etmeye çalışıyorum.

    Mütebâki Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

    "Kâfirlere ve kâfir oldukları halde ölenlere gelince; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerine olsun!" (Bakara: 161)

    Çünkü onlar dünyada birbirini yoldan çıkararak küfre sevkettikleri için, âhirette bu alçaklıklarının neticesini görünce birbirlerine lânet etmeye başlayacaklardır.

    "Onlar ebedî olarak o lânetin içinde kalacaklardır. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez." (Bakara: 162)

    Mazeret için onlara süre verilmez, hiçbir istekleri dikkate alınmaz.

    Allah-u Teâlâ bütün insanlığa hitap ederek şöyle buyurmaktadır:

    "Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir." (Bakara: 163)

    O'nu bu anlatılan şekilde tanıyın, O'nun yolundan başkaca yollara sapmayın ve saptırmayın.

    Üçüncü bir sapıtıcı imam:

    Süleymancılar kendi dinlerini kurunca: "Bizim dinimize göre fâiz helâldir." diyerek fâizin helâl olduğunu ilân ettiler. Bu inkârlarını alevlendirerek bütün Türkiye'ye ve dünyaya duyurdular, halkı fâize bulaştırdılar.

    Hazret-i Allah'a ve Resul'üne harp ilân etmekle, din-i İslâm'dan çıkmakla kalmadılar, Hazret-i Allah'ı ve Kitabullah'ı şikâyete kalktılar.

    İlk fâizin helâl olduğunu söylediler. Para, öşür ne varsa topladılar, böylece ilk çığırı açmış oldular.

    Oysa fâizin azı da çoğu da İslâm dinine göre şiddetle haramdır.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

    "Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)

    Âyet-i kerime'lerinde haber verildiği üzere, doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a harp ilan ettiler, böylece ebedî hayatlarını kaybettiler.

    Âyet-i kerime'de geçen "Harp" ifadesi, başka hiçbir tahrim Âyet-i kerime'sinde görülmez.

    Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

    "Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ etmesi gibidir." (İbn-i Mâce: 2274)

    Dinleri Süleymancılık, imanları para, has huyları gasp, meslekleri de dilencilik olan Süleymancılar; ellerinden gelen her türlü gasbı yaparlardı, yurtlarına aldıkları çocukları her tarafta dilendirirlerdi.

    Dolayısıyla hem paralarını, hem imanlarını aldılar. İşte bunu da deccal yapamaz.

    Ve hepsini birden cehenneme attılar.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

    "Onları ateşe çağıran imamlar kıldık." buyuruyor. (Kasas: 41)

    İşte o imamlar bunlardır.

    Dördüncü bir sapıtıcı imam:

    Küfür diyarında İslâm halifeliğini ilân eden nankör ve sahtekâr Kaplan ve oğlu evvelâ Almanya'nın kuklası idiler, sonra şeytanın maskarası oldular.

    Diğerleri gibi bunlar da para topluyorlardı ve halkı yoluyorlardı. Böylece Kaplancılık dinini yaymaya çalışıyorlardı.

    Bunların hepsi hakkında kitaplar yazıldığı gibi; bu dinine ve vatanına ihanet eden nankörün hakkında da kitap yazıldı.

    Gerek refahçılar, gerek narcılar, gerek süleymancılar, gerek kaplancılar olsun, bütün bölücüler dinimizin ve vatanımızın en büyük düşmanıdırlar.

    Bunların raporları emniyette mevcuttur. "Hayır!" derlerse ispat ediyorum.

    Herhalde dinimi ve vatanımı bölmek isteyenleri de bölmeye azimliyim inşaallah-u Teâlâ.

    Bunlar dinimi ve vatanımı nasıl parçalamak istiyorlarsa, ben de onları parçalamak azmindeyim.

    Âhir zaman ulemasına gelince; bunlar da suret-i haktan göründüler. Her biri din-i İslâm'ı ifsat etmek için, tahrip ve tahrif etmek için gerek televizyonlarda gerekse gazeteler vasıtasıyla bütün güçleri ile çalıştılar.

    Bu sapıtıcı imamların kimisi imamlığını ilân etti, Allahlık dâvâsında bulunanlar da oldu.

    Bunların içlerinden Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu hakkında da "Âhir Zaman Âlimleri" adı ile haklarında bir kitap yazıldı. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle hepsine bir bir cevap verildi.

    Bunların içinde kimisi "İmam benim" dedi, kimisi sahte İsa, kimisi sahte Mehdi kesildi, kimisi"Ben Dabbet'ül arz'ım" dedi, Yaşar Nuri gibi kimileri çok şiddetli ifsatçı.

    Bu gibilerin fesatlarını, sahte, yalancı olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah ve ispat ettik.

    Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap veremedikleri için, onlara isnat edilen küfrü ister istemez kabullendiler.

    Bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmaya çalışan bu dokuz muhalif fırka ortalığı kararttıkça kararttılar, müslümanları kararsız hale getirdiler.

    Böylece bu sapıtıcı imamlar Deccal'den daha beter oldular. Nefsini ilâh edinen bu imansız imamlar bu halkı kandırmaya çalışıyorlar. Acaba Cenâb-ı Hakk'ı da kandırmaya çalışacaklar mı?

    Oysa Cenâb-ı Hakk Hadis-i kudsî'de şöyle buyuruyor:

    "Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

    Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:

    'Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî)

    Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i mübin'e yaptıkları büyük tahribattır.

    Fakat bu nur-i ilâhî çıkınca zulümâtı deldi. Nur yayıldı, hem de dünyanın birçok yerlerine.

    Bunların iç yüzleri meydana çıktı, küfürleri meydanda kaldı. Ne cevap verebildiler, ne de tevbe ettiler, şaşırıp kaldılar.

    Çünkü her isim bir dindir. Bunların her biri kendi yolunu beğendi.

    Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Müminun sûre-i şerif'inin 52. Âyet-i kerime'sinde:

    "Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun." (Müminun: 52)

    Buyurduğu halde, bölücüler bu ilâhî emir ve hükmü dinlemediler, Allah-u Teâlâ'ya isyan ettiler ve dinden çıktılar.

    Bunlar Allah-u Teâlâ'nın dinine sahip çıkmak ve parselleyip parça parça yapmak istediler. Her bir parsele her bir sapıtıcı imam birer din kurmak istedi ve bu suretle İslâm dininden çıkmış, küfre girmiş oldular.

    İslâm'dan çıktıklarına dair 53. Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurmaktadır:

    "Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir." (Müminun: 53)

    Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.

    İslâm'dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm'da bir tek ümmet bir tek din vardır.