Allah-u Teâlâ’nın bir kulunu mânen cezbedip kendi muhabbetine çekmesi ve yaklaştırması demektir.
Bazı kimselerin hilkatinde toprak unsuru galip olduğu için füyûzata tahammül eder. Tabii hallerinde bir değişiklik husule gelmez. Hilkatinde ateş unsuru galip olanlar ise bu ilâhi füyûzata tahammül edemeyip cezbe ile bağırırlar.
Allah-u Teâlâ vecde gelenleri Âyet-i kerime’sinde överek şöyle buyurmuştur:
“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal: 2)
İnsan kendisi gibi bir beşere aşık oluyor da kendisinden geçiyor, ya mahlûkatı bırakıp da muhabbetini Hâlik-i Azimüşan’a hasreden kimselerin hâli nasıl olur?
Onlar Mevlâ’ya yönelmişlerdir, gelip-geçici fâni lezzetlerden zevk almazlar. Mâsivadan yüz çevirdikleri için, Mevlâ da kalplerine kendi muhabbetini yerleştirmiştir. Bu muhabbet neticesinde kendilerini dahi unutacak ve kendilerinden geçecek derecede ilâhi bir istiğrak haline bürünürler. Bu cezbe hâline vecd denir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Rahman olan Allah’ın cezbelerinden bir cezbe, insanların ve cinlerin amellerine denktir.” buyuruyorlar. (Keşf-ül Hafâ)
İnsanların ve cinlerin ameli kendi çalışıp kazanmasıyladır. Fakat Allah-u Teâlâ’nın ihsanı ölçüsüzdür. Kulun ameli ile mukayese bile edilemez. Bu ihsanını da bir bahane ve bir vesile ile verir.
Cezbesiz hiçbir veli yetişmemiştir. Çünkü Allah-u Teâlâ bir kulunu kendi tarafına çekmezse, hiçbir kimse kendi kendine Hakk’a tekarrüb edemez.
Ruh süvari, nefis ise merkep mesabesindedir. Ruh terakki eder yükselirse, nefsi de çeker götürür. Nefis ruhu çekecek olursa, hem kendini hem de süvarisini helâka götürür.
Vecd, ruhânî ve cismânî olmak üzere iki kısımdır:
Cismânî vecd nefsânidir. Kişi görsünler diye, cezbeye kapılmış desinler diye, kendi ihtiyârı ile vecde gelir. Bunun hiçbir kıymeti olmadığı gibi, mânevi hazzı da yoktur. Riyâ kokusu olduğu için çok tehlikelidir.
Ruhani vecd ise Rahmânîdir ve çok kıymetlidir. Külfetsiz olarak kalbe gelir.
Kur’an-ı kerim okurken veya okunurken, zikir yapılırken, kaside söylenirken, mânevî bir sohbet esnasında ruh galip gelerek Mevlâ’ya akar ve Allah-u Teâlâ’nın tecelliyatı ile karşılaşınca irade elden gider. Ruhanî vecd husule gelir.
“O kullarım ki, sözü işitip de onun en güzeline uyarlar.” (Zümer: 18)
Âyet-i kerime’sinde bu mânâ vardır.
Cüneyd-i Bağdadî -kuddise sırruh- Hazretlerinin buyurdukları gibi; kişi o zaman ya mest hâlindedir sevinç içindedir, veya mahzundur, müteessirdir, gayr-i ihtiyâri ağlar.
Bazen aygın, bazen de tam baygındır, iğne batırsan haberi olmaz, tâ ki kendine gelinceye kadar.
Vecd hâli, irfan sahiplerinin kalplerini tahrik eder, aşıkların gıdası, Hakk yolcularının güç kaynağıdır.
İyi insan, iyiyi sever, iyi şeyleri işitmek ister; kötü kimse de kötülerle olmak, kötü şeyleri işitmek ister, onda hayır yoktur, mizâcı da bozuktur.