• Ulül-Azm olanlar.
• Resul olanlar.
• Nebi olanlar.
Peygamberlerden “Azim sahibi” olanlar, diğerlerinden üstündür. Ulül-azm peygamberlerin sayısı Âyet-i kerime’lerde nass yoluyla zikredilmiş olan beş peygamberdir:
“Peygamberlerden söz almıştık. Resulüm! Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan, ve Meryemoğlu İsa’dan pek sağlam bir söz aldık.” (Ahzab: 7)
Hakk’ı bırakıp putlara yönelen, küfür ve sapıklığa dalan bir kavme, Allah-u Teâlâ’nın ilâhî emirlerini tebliğ üzere gönderdiği ilk peygamber Nuh Aleyhisselâm’dır, ulül-azm peygamberlerin de ilki sayılır.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur.
Resulüm! Sana vahyettik, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da buyurduk ki, dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin.” (Şûrâ: 13)
Nuh Aleyhisselâm’dan Muhammed Aleyhisselâm’a kadar gelen şeriat sahibi peygamberlerin hepsine de bu emir verilmiş bulunmaktadır. Bütün peygamberler bunu tatbik için gönderilmişler, hepsi de zamanlarındaki din bozukluklarını düzeltmek için doğru din ile gelmişler, tefrikayı, ayrılıkları kaldırmak için Tevhid’e dâvet etmişlerdir.
Bu peygamberlere “Azim sahibi” denilmesinin sebebi; azimlerinin kuvvetli, imtihanlarının şiddetli, mücadelelerinin ağır ve güç oluşundandır. Vazifelerini hakkıyla yaptıkları için “Azim” ünvanını almışlardır.
Meselâ Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm hakkında Âyet-i kerime’sinde:
“Biz onda azim bulamadık.” buyuruyor. (Tâhâ: 115)
Allah-u Teâlâ’nın her peygambere lütufları ayrı ayrıdır, ona o sıfatı koymuş.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde:
“Resülüm! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret!” buyuruyor. (Ahkâf: 35)
Çünkü sen de onlardansın.
Resulullah Aleyhisselâm, peygamberler içinde en çok mücadele vereni, en ziyade sabır ve fedâkârlık gösterenidir. Nitekim Allah-u Teâlâ da onu diğer peygamberlerden daha çok övmüş, ikram ve ihsanlara mazhar kılmıştır.
Resul “Gönderilen kimse” mânâsına gelir. Allah-u Teâlâ’nın hususi olarak indirdiği Kitap ile vahyetmiş olduğu, hükümlerini halka tebliğ etmek üzere gönderdiği peygamber demektir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resulüm! Kur’an’da Musa’yı da an! O seçkin kılınmış halis bir insan ve Resul bir peygamberdi.” buyuruyor. (Meryem: 51)
Musa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’dan haber veren ve insanlara doğru yolu gösteren, derecesi yüksek bir Resul’dü.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize yeryüzüne kaç resul kaç nebi gönderildiği sorulduğunda; resullerin 313, nebilerin ise 124 bin olduğunu söylemiştir. (Ahmed bin Hanbel)
Her “Resul” nebidir, fakat her “Nebi” resul değildir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve hiçbir nebi yoktur ki...” (Hacc: 52)
Bu Âyet-i kerime Resul ile Nebi’nin mânâlarında farklılık bulunduğunu bildirmektedir.
Nebi “Haber getiren veya yol gösteren kimse” mânâsına gelir. Kendisine kitap indirilmemekle beraber, tebliğe memur olsun olmasın, kendisine vahyedilen peygamberdir. Kendisinden önceki Resul’ün şeriatını bildirmek için gönderilmiştir.
Resul şeriat koyucu, nebi ise o şeriatı koruyucu peygamber demektir.
Nitekim İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerin hepsi de Musa Aleyhisselâm’ın şeriatını anlatmak ve yaymak, Tevrat’ın hükümlerini bildirmek için gönderilmişlerdir.
İsmail Aleyhisselâm yeni bir şeriatle değil, İbrahim Aleyhisselâm’ın şeriatı ile gönderildiği halde Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Resulüm! Kitab’da İsmail’i de an. Çünkü o sözüne sâdık bir Resul ve Nebi idi!” buyuruyor. (Meryem: 54)
O halde hem Nebi hem Resul’dür. Babası İbrahim Aleyhisselâm’a indirilen on sayfayı tebliğ ile vazifeli olduğu için “Resul”,kendisine vahyedilen ilâhî ahkâmı ümmetine haber vermesi sebebiyle de “Nebi” idi. Gönderildiği insanlara nisbetle yeni bir şeriat olmuş oluyordu.