Hazret-i Allah’ın yarattığı hılkiyetin bir damla kerih sudur. Bu bir damla pisliğin yuvarlandığını gördüğün zaman, hılkiyetini görmüş olursun. Amma o göz senin değildir. Allah-u Teâlâ’nın lütuf nurudur.
O bir damlanın içinde Âyân-ı sâbite denilen bir zerre var.
Bütün hılkiyatını, mukadderâtını bu zerrenin içinde dürmüştür. Her zerrede olduğu gibi, bu zerrede de ulûhiyet sırları mevcuttur.
Allah-u Teâlâ lütfu ile tecelli edip, o bir zerre de mahvolunca;
“O’nun zâtından başka her şey helâk olucudur.” (Kasas: 88)
Âyet-i kerime’sinin tecellisine mazhar olur o kimse. İşte Fenâfillâh’ın sırrı budur.
İnsan hep “Ben, ben, ben!...” der, varlık toplar; ehl-i hakikat da varlık dağıtmaya başlar, dağıta dağıta, en son o bir zerreyi de dağıtır, o bir zerre de ondan giderse, işte bu arzettiğimiz Âyet-i kerime tecelli eder.
Bu hale gelmek için, bu noktaya ermek için her velinin Allah-u Teâlâ’ya karşı bir niyazı ve münacâtı vardır.
Nitekim İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Kul olan neylesin mal ile câhı
Yetmez mi bulduk da senin gibi şâhı
Hakkı’ya nasip eyle fenâfillahı
Ölmeden evvel ölenlerden eyle.”
Bunlar Allah-u Teâlâ’nın has kulları olduğu için bu haller husule geliyor.
Ve şu Hadis-i kudsî’ye dikkat edin:
“İhlâs sırlarımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiklerimin kalbine koyarım. Melek yazmak için, şeytan ifsad etmek için ona muttali olamaz.”
Bunlar Allah-u Teâlâ’nın esrar odasıdır, Allah-u Teâlâ esrarını bunlara vermiştir.
Melek bile O’nun verdiği ilme muttali olamıyor, nerede kaldı ki benibeşer!
Bunun da sırrı, çünkü Allah-u Teâlâ dilediği kulunu zâtına seçer ve çeker.