Bulunduğu hâle râzı olmak ve bu taksimin “Âlemlerin yegâne rızıklandırıcısı” olan Allah-u Teâlâ tarafından yapıldığını tasdik etmek, böylece nefsânî zevklerden ayrılıp rûhanî zevki ele geçirmek hâlidir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki:
“Cenâb-ı Hakk’ın verdiğine kanaat, tükenmez bir maldır.” (Câmiüs-sağir)
Kanaat Allah-u Teâlâ’nın, nefsin aşırı arzusu olmaksızın rızık olarak verdiği nimetleri terketmek değildir.
Nitekim bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyuruluyor:
“Asıl zenginlik malın çokluğu değil, gönül zenginliğidir.” (Müslim: 1051)
Birçok zenginler vardır ki gönülleri fakirdir, çünkü ellerindeki malı çoğaltmak için geceyi gündüze katarlar. Gönlü zengin olan ise Allah-u Teâlâ’nın takdirine râzıdır, daima tok gözlüdür. İşte asıl zenginlik budur.
Rızkın taksimli olduğunu Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde açık olarak beyan ediyor ve şöyle buyuruyor:
“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?” (Zuhruf: 32)
Bu Allah-u Teâlâ’nın işidir, bu hususta karar vermek O’ndan başka hiç kimseye düşmez.
“Dünya hayatında onların maişetlerini kendi aralarında biz taksim ettik.” (Zuhruf: 32)
Kullarının geçim işini kendilerine bırakmayıp bizzat üzerine almıştır.
Geçici basit nasipleri ihmal etmeyen Allah-u Teâlâ, kalıcı ve şerefli nasipleri şüphesiz ki ihmal etmemektedir.
“Kimini kimine derece derece üstün kıldık ki, bir kısmı bir kısmını iş adamı edinsin, böylece kaynaşsınlar.” (Zuhruf: 32)
Her durumda insanlar birbirine muhtaçtırlar. Kendileri için taksim edilen rızkı kazanmak için bu devr-i daim takdir buyurulmuştur. Bunun da hikmeti, dünyanın nizam ve intizamının bozulmamasıdır.
“Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf: 32)
Dünya metaı ve kazançları, sonunda yok olmaya mahkumdur. Uhrevî kazançlar ise ebedîdir ve en büyük saâdete vesiledir.
“Rızkınız da size vâdedilen şeyler de göklerdedir.” (Zâriyat: 22)
Binaenaleyh Rezzâk-ı âlem olan Allah-u Teâlâ’nın herkesin rızkını tahsis ettiğine, takdir olunan rızkın kulun hırsı ve acelesi ile artıp eksilmeyeceğine, bu rızkını tamamen almadıkça ölmeyeceğine inanıp itimat etmek lâzımdır.
Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
“İnsanoğlu ecelinden kaçtığı gibi rızıktan da kaçsa; ecel, her nerede olsa onu bulduğu gibi rızık da kendisini arar bulur.” (Câmiüs-sağir)
Böyle olunca “Nahnü kasemnâ”yı gözeten “Biz taksim ettik.” fermanına inanan bir kimse, hırstan, tamahtan ve buna bağlı kötü huylardan kurtulmuş, huzur ile ömrünü geçirmiş olur. Çünkü taksimatta ayrılmış olan rızkın kişiye ulaşmasını dünyadaki bütün insanlar birleşip mâni olmaya kalksalar mâni olamazlar. Bütün insanlar bir araya gelseler, taksimatta ayrılmamış olan rızkı veremezler.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Bir kimse Cenâb-ı Hakk’ın ihsan buyurduğu az bir rızka râzı olursa, Cenâb-ı Hakk da o kimseden az bir amel ve ibadetle râzı olur.” (Münavî)
Allah-u Teâlâ’nın verdiği rızka kanaat etmeyen kimse Allah-u Teâlâ’ya güvenmemiş, O’na itaat etmemiş sayılır.
Dünya ve içindekiler insan için gaye değil, ahireti kazanmak için bir vasıtadır. Bu vasıtalardan faydalanırken, onları gaye hâline getirmemelidir.
“Allah-u Teâlâ dünyayı âhiret niyetine göre verir.” (Camius-sağir)
Hadis-i şerif’i gözden uzak tutulmamalıdır.
İnsan meşru yollardan helâl kazanç elde etmeye çalışmalıdır. Allah’ın verdiğine kanaat edip, hakkına râzı olmalı ki, haram kazançlarda gözü olmasın.
Bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyuruluyor:
“Müslüman olup, kendisine yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın verdiğine kanaat eden kimse saadete ermiştir.” (Müslim)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Allah’ım! Muhammed âilesinin rızkını yetecek kadar ihsan eyle!” diye niyazda bulunmuşlardır. (Müslim)