Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine saygısızlıkta ve hürmetsizlikte bulunan kimseyi aşağıların aşağısına indireceğini, rezil ve rüsvay ereceğini haber vermektedir:
“Allah’a, Peygamber’ine muhalefette bulunanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır.” (Mücâdele: 5)
Kendilerinden önce Allah’a ve Peygamber’lere muhalefet ettikleri için zillete düşürülüp alçaltılan kâfir ve münâfıkların yardımsız bırakıldıkları gibi, Muhammed Aleyhisselâm’a muhalefet edenler de yardımsız bırakılıp alçaltılacaklardır.
“Halbuki biz apaçık âyetler indirmişizdir.” (Mücâdele: 5)
Bu “Âyetler”, Resulullah Aleyhisselâm’ın doğruluğuna delâlet ettiği gibi, doğru yolu göstermekte, Allah-u Teâlâ’ya ve Resulullah Aleyhisselâm’a karşı gelmenin acı sonucunu açıklamaktadır.
“Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” (Mücâdele: 5)
O alçalma ne kötü bir şeydir ki cehennemde azapları hiç de hafifletilmeyecektir. Kimisi yılan gibi sürüne sürüne, kimisi zincirlere vurulup bağlanarak, kimisi çeşit çeşit azaplarla azap göreceklerdir.
Nitekim diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar bilmezler ki, kim Allah ve Resul’üne karşı koyarsa, onun için içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi vardır.
Bu ise büyük bir rezilliktir.” (Tevbe: 63)
Cehennemde kendileri için ne bir umut ışığı vardır ne de azaplarında bir gevşeme ve hafifleme bahis mevzuudur.
“Kim Allah’a ve Peygamber’ine karşı koyarsa, bilsin ki Allah’ın cezâsı çok şiddetlidir.” (Enfâl: 13)
Bu korkunç azap, onların Allah ve Resul’ünün emirlerine muhalefet ve isyan etmeleri sebebiyle başlarına gelmektedir.
“Kim Allah’a ve Peygamber’ine isyan ederse, ona içinde sonsuz ve temelli kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cin: 23)
Resulullah Aleyhisselâm’a düşmanlık eden Rabb’ine düşmanlık etmiş, onu seven ve itaat eden de Rabb’ini sevmiş ve itaat etmiş olur. Bundan dolayı da Resulullah Aleyhisselâm’a isyan etmenin Allah-u Teâlâ’ya isyan etmek demek olduğu anlaşılmış oluyor.
Allah-u Teâlâ emr-i ilâhî’ye muhalefet edenlerin sonsuz rüsvaylıklarının zamanını beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
“O gün Allah onların hepsini huzurunda topladığı gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (Mücâdele: 6)
Öyle bir gün ki, Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren kıyamet kopuncaya kadar gelmiş geçmiş bütün insanlar ilâhî huzurda toplanacaklar ve Allah-u Teâlâ inkârcıları rezil ve rüsvay edecek, kendilerini mahçubiyet içinde bırakacaktır. Hatta öyle ki, onlar herkesin gözü önünde rezil olmaktansa, bir an önce cehenneme götürülmeyi bile temenni edeceklerdir.
“Allah onları bir bir saymıştır.” (Mücâdele: 6)
Kişilerin yaptığı bütün işler; saat ve dakikası, mekânı ve en ince teferruatı ile birlikte bir bir kayda geçmiş, hiç birini gözden kaçırmamıştır. Çünkü O’na hiçbir şey gizli değildir.
“Onlar ise unutmuşlardır.” (Mücâdele: 6)
Onlar karşılarına böyle vahim bir durumun çıkacağını hiç ummuyorlardı ve aldırmıyorlardı, çünkü böyle bir şeyin olacağına inançları yoktu.
“Allah her şeye şâhittir.” (Mücâdele: 6)
Uzak yakın her şeye şâhittir, her şeye her zerreye yakınlığı birdir. Görmedikçe kullarının bilemeyecekleri hadiselerin iç yüzünü de dış yüzünü de bilir. Kıyamet gününde herkese yaptıkların bildirecek; iiyilik yapanları mükâfâtladıracak, kötülük yapanları cezâlandıracaktır.
Allah-u Teâlâ bütün mükevvenâtta olup bitenlerden, her ahvâl ve esrardan haberdar bulunduğunu ve herkesin dünyada neler yapmış olduklarını ahirette kendilerine haber vereceğini beyan buyurmaktadır:
“Göklerde olanları da yerde olanları da Allah’ın bildiğini görmüyor musun?” (Mücâdele: 7)
O’na ne sır gizli kalır, ne de aşikâr yapılan iş. O’nun ezelî ve ebedî ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey O’nun sonsuz ve sınırsız ilminden hariç bulunamaz. En gizli halleri bilmek ancak O’na mahsustur.
Fâil-i mutlak’ın fiillerini aynel-yakîn gören bir kimse, O’nun göklerde ve yerde olanları bildiğini bilir.
“Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur.” (Mücâdele: 7)
Allah-u Teâlâ aralarında konuştukları şeyi bilmesi bakımından, o üç kişinin arasında dördüncüsü olmaktadır.
“Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur.” (Mücâdele: 7)
Onların neleri fısıldaştıklarını bilir ve içinde bulundukları durum asla O’na gizli kalmaz. Hallerine muttali olur, konuşmalarını, fısıltılarını işitir.
Onlar her nerede olurlarsa olsunlar ve her nerede konuşurlarsa konuşsunlar farkı yoktur.
“Bundan az da olsalar, bundan çok da olsalar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir.” (Mücâdele: 7)
Burada Allah-u Teâlâ’dan hiç bir şeyin gizlenemeyeceği ve kimsenin O’ndan kaçamayacağı ihsas ettirilmektedir.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” (Hadîd: 4)
Denizin dibinde konuşuyorsun, telsizle üstteki duyuyor. Havada konuşuyorsun yine öyle. Hiçbir ses, hiçbir kelime, hiçbir iyi ve kötü iş asla kaybolmuyor, bir taraftan zapta geçiyor.
Allah-u Teâlâ onların durumlarını bilip duymasına rağmen, vazifeli melekleri de gizlice yapılan konuşmaları kaydederler.
“Sonra kıyamet günü onların yaptıklarını haber verecektir.” (Mücâdele: 7)
Hiç bir kimsenin bir diyeceği kalmaz, söyleyecek hiç bir şey bulamazlar.
Âyet-i kerime Allah-u Teâlâ’nın sınırsız ilminden söz ederek başladığı gibi, yine ezelî ilminden söz ederek nihayete ermektedir:
“Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.” (Mücâdele: 7)
Artık insanlar bu hakikati düşünerek hareketlerini ona göre tanzim etmelidirler.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Bilmezler mi ki Allah, onların sırlarını da gizli konuşmalarını da bilir.
Ve Allah, gaybları çok iyi bilendir.” (Tevbe: 78)
Allah-u Teâlâ münafıkların durumlarını haber vermek üzere Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e hitap ederek Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Gizli fısıldaşmaları yasak edildikten sonra kendilerine yasaklanan şeye dönenleri ve aralarında günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e isyanı gizlice fısıldaşanları görmedin mi?” (Mücadele: 8)
Çünkü bunlar bu halleri ile dine zarar vermektedirler, yeryüzünde fesat çıkarmak istemektedirler. Durumları gerçekten hayret vericidir.
“Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlarlar.” (Mücadele: 8)
Onlar sözü değiştirirler ve selâm veriyorlarmış gibi intibâ verirlerdi.
“İçlerinden de: ‘Bu söylediğimiz şeyler yüzünden Allah’ın gazap etmesi gerekmez mi?’ derler.” (Mücadele: 8)
Onların bu selâmları selâm değil, ölüm temennisi idi. Böyle olduğu halde, Allah-u Teâlâ’nın kendilerini cezâlandırmadığını alaylı bir şekilde diillerine dolarlardı.
Allah-u Teâlâ onların bu sözlerine cevap olarak şöyle buyurdu:
“Cehennem onlara yeter!” (Mücadele: 8)
İntikam almak için ahiretteki cehennem azabı her azaptan daha beterdir.
“Oraya gireceklerdir.” (Mücadele: 8)
Ve orada sonsuz olarak kalacaklardır.
“Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (Mücadele: 8)
Dönüp varılacak yerlerin en fenâsıdır.
Bu ihtar-ı ilâhî, onların bu dünyada ceza görmeyeceği mânâsına değildir, lâkin ahiretteki cehennem azabı her azaptan da beter olup, hepsinin yerine yetecek derecededir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde müslümanların gizli konuşmalarında hususiyetle Resulullah Aleyhisselâm’a isyan mahiyetinde şeyler konuşmalarını yasaklamıştır:
“Ey iman edenler! Aranızda gizli fısıldaştığınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygamber’e isyanı fısıldaşmayın.” (Mücâdele: 9)
Münafıkların ve yahudilerin yaptığı gibi aranızda günah ve düşmanlık hususlarında fısıldaşmayın. Sakın ola ki Resulullah Aleyhisselâm’ın emrine aykırı hususları ihtiva eden sözler konuşmayın.
“İyiliği ve takvâyı fısıldaşın.” (Mücâdele: 9)
Nasıl iyilik yapacağınızı, takvâya nasıl ereceğinizi arıştırın.
“Huzurunda toplanacağınız Allah’tan korkun.” (Mücâdele: 9)
Düşünün ki yarın ahirette mahşere sevkedileceksiniz ve yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.
“Gizli fısıldaşmalar ancak şeytandandır.” (Mücâdele: 10)
Çünkü şeytan vesvese verir, o sözleri güzelleştirir ve onları gayr-i meşru konuşmaya teşvik eder.
“Bunu iman edenleri üzmek için yapar.” (Mücâdele: 10)
Müminlerin azmini gevşetir, gönüllerini bulandırmaya çalışır.
“Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça müminlere hiçbir zarar veremez.” (Mücâdele: 10)
Onlara musallat olamaz. Ne onları susturacak bir delili, ne de fiilî olarak kullanacak bir gücü vardır. İmanlarını değiştirme imkânına sahip değildir.
“Müminler Allah’a tevekkül etsinler.” (Mücâdele: 10)
Çünkü onların gerçek mevlâsıdır, münafıkların kötülük ve fenâlıklarından, zararlarından koruyacaktır. Sapıklığı tercih edenlerin dışında şeytan hiç kimseyi etkileyemez.
Kur’an-ı kerim’de müminlerin toplantı yerlerinde birbirlerine yer göstermeleri ve dağılmaları istendiğinde de hemen dağılmaları teşvik ve tavsiye edilmektedir:
“Ey iman edenler! Size meclislerde: ‘Yer açın!’ denilince yer açın ki, Allah da size genişlik versin.” (Mücâdele: 11)
Genişlik açanlara Allah-u Teâlâ’nın vermiş olduğu bu genişlik vaadi, insanların genişliğe talip oldukları rızık genişliğinden kalp genişliğine varıncaya kadar her hususu kapsayan mutlak bir genişlik vaadidir.
Bir toplantıda cemaat biraz sıkıştıkları takdirde gelenlere yer verme imkânı varken yer açmamak doğru bir davranış değildir. Aksini yapmak ise din kardeşleri arasında sevgi ve saygıyı artırır. Birbirleri ile kaynaşıp bütünleşmelerini sağlar.
“Size: ‘Kalkın!’ denilince de kalkın.” (Mücâdele: 11)
Çünkü kalkmayı gerektirecek bir zorunluluk vardır, bunu size emreden kimseye itaat ediniz.
Din-i İslâm’a nur saçan, ümmet-i Muhammed’e yol gösteren ve bu uğurda her türlü ibtilâlara ve belâlara imanlarıyla göğüs geren hakiki âlimlerin, İslâm dininde çok mühim evkileri vardır. Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde “İlim sahipleri... Kendilerine ilim verilenler...” diye bahsederek onları övmüş, ilmi ve ilim ehlini müteaddit defalar zikretmiş, fazilet ve meziyetlerini beyan buyurmuştur.
Nitekim bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Allah içinizden iman edenleri yüceltir. Bunlardan kendilerine ilim verilmiş olanları ise kat kat derecelerle yükseltir.” (Mücâdele: 11)
Bu yükselme; dünyada hayırla anılmaları, ahirette ise cennetlerdeki derecelerinin yüksekliğidir.
Allah-u Teâlâ ilmi aziz kılmıştır. İlim dinin hayatıdır. İslâm’ın canlılığıdır. Dinin esasları olan ilâhi hükümler ilimle içiçedir. Şuurlu bir şekilde ibadet yapabilmek için, ilim amelden önce gelir. Amelin kabule şâyan olması ise fıkhın bilinmesine bağlıdır.
Allah-u Teâlâ’nın veli kullarına gösterilmesi gereken sevgi ve saygının, hakiki ulemâya da gösterilmesi gerekmektedir.
İlmiyle âmil olan âlimlere daima hüsn-ü zan beslemelidir. Onlar halk arasında ahkâmı ilgilendiren muamelâtın ilmini hakkıyla bilenlerdir. Halka hakikati öğretirler, şeriat ahkâmını tâlim ederler, bid’atlardan sakındırırlar. İlâhi hükümleri tahriften, cahillerin te’villerinden korurlar. Bunu da ancak hakiki âlimler yapar. Çünkü yol birdir, onlar da şeriatın zâhirine vâristirler.
“Allah işlediklerinizden haberdar olandır.” (Mücâdele: 11)
Büyük ve küçük hiçbir hadise, hiçbir haber hiçbir zaman O’ndan gizli kalmaz.
Kimlerin yükselmeye hak kazandıklarını, kimlerin de kazanmadıklarını bilir.