Tamamı Medine döneminde nâzil olan bu mübarek Sûre-i celile; yirmiiki Âyet-i kerime, dörtyüzdoksanüç kelime ve binyediyüzdoksaniki harften müteşekkildir.
Bir âile meselesi hakkındaki mücâdele hadisesini bildirdiği için kendisine “Mücâdele” sûre-i şerif’i adı verilmiştir. “Kad semia” sûre-i şerif’i adı da verilir.
Mücâdele sûre-i şerif’inde müslümanlara bazı çözüm yolları gösterilmekte, karı-koca arasındaki ülfetin üzerinde durulmakta, karı-kocanın “Zıhar” sebebiyle ayrılmalarının hükmü açıklanmakta, Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a karşı gelenlerin dünyada ve ahirette ağır cezalara çarptırılacakları beyan edilmektedir.
Daha sonra Tenâcî’den, yani iki veya daha çok kimse arasında yapılan gizli konuşmalardan Allah-u Teâlâ’nın haberdar olduğu; münafıkların yaptıkları gizli plânların müslümanlara hiçbir zarar veremeyeceği, tevekkül edip Hakk yolunda sabırla yürümelerinin gerektiği anlatılmaktadır.
Resulullah Aleyhisselâm’la hususi görüşmek isteyenlerin uyacakları kâide ve kurallar belirtilmektedir.
Bu mübarek sûre-i celîle münafıklardan etraflıca bahsetmekte, yahudilerle samimi dostluk kurdukları haber verilmekte, müslümanların İslâm düşmanları ile dostluk kurmalarının büyük bir suç olduğu belirtilmekte, onlara meyledenlerin korkunç âkıbetleri ihtar edilmekte, imanın aslı ve dinin en sağlam kulpu olan: “Allah için sevme ve Allah için buğzetme”nin hakikati açıklanmaktadır.
Sûre-i şerif’in sonunda “Kudsî ruh” ile desteklenen sâlih kullar ve cennetteki dereceleri haber verilmekte, onların Allah’ın hizbi (partisi) olduğu, kurtuluşa erecek olanların da onlar olduğu beşeriyete duyurulmaktadır.
Zıhar “İki şey arasında benzerlik meydana getirmek.” demektir. Terim olarak Zıhar ise; bir kimsenin, karısının tamamını veya yüz, göz, baş, sırt... gibi bir uzvunu, kendisine ebediyyen haram olan bir kadının, tamamına bakması haram olan bir uzvuna benzetmesine denir.
Meselâ: “Sen bana anamın sırtı gibisin” veya “Senin yüzün bana kız kardeşimin yüzü gibidir.” demesi bir Zıhar’dır.
Bu yemine Zıhar isminin verilmesi, sırt mânâsına gelen “Zahr” kelimesi çok kullanıldığı içindir.
Zıhar Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye ile sabittir.
Câhiliye devrinde bir kimse karısına: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” dediği zaman, artık karısı ona haram olur, bu söz boşama sayılırdı, onu bir daha alamazdı.
İslâm’da ilk Zıhar’ı yapan Ubâde bin Sâmit -radiyallahu anh-in kardeşi Evs bin Sâmit -radiyallahu anh-dir. Kendisi ihtiyarlamış ve hırçın bir yapıya sahip olmuştu. Kızdığı zaman aklı gider gelirdi. Amcasının kızı Havle bint-i Sa’lebe -radiyallahu anhâ- ile evli bulunuyordu.
Bir gün hanımından bir istekte bulundu, isteği yerine getirilmeyince de öfkelendi ve:
“Sen bana anamın sırtı gibisin!” deyiverdi. (Ebu Dâvud)
Evs -radiyallahu anh- çok geçmeden söylediğine pişman oldu. Fakat Havle -radiyallahu anhâ- “Nefsimi kudret elinde tutan Rabb’ime yemin ederim ki, sen bu sözü söyledikten sonra, Allah ve Resul’ü hüküm verinceye kadar yanıma gelemezsin. Git Resulullah Aleyhisselâm’a danış!” dedi. Evs -radiyallahu anh- “Ben utanırım soramam!” karşılığını verince Havle -radiyallahu anhâ- “Ben gider sorarım!” dedi ve Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’in hanesinde bulunduğu sırada Resulullah Aleyhisselâm’ın huzuruna vardı.
“Yâ Resulellah! Evs benimle evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip bir çok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen bunu beyan buyur!” diye istekte bulundu.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Ben şimdiye kadar bu hususta herhangi bir şeyle emrolunmadım. Senin ona haram kılındığını görüyorum.” buyurdu.
Havle -radiyallahu anhâ- “Öyle söyleme Yâ Resulellah! Vallâhi o, boşama sözünü hiç anmadı!” dedi.
Fakat Resulullah Aleyhisselâm:
“Senin ona haram kılındığını görüyorum.” şeklindeki sözünü tekrarladı. Kadın devamlı surette kendi sözlerini tekrarlıyor:
“Kurbanın olayım nazar buyur Yâ Resulellah!” diyordu.
Nihayet Resulullah Aleyhisselâm:
“Sen şimdi evine dön! İnşaallah bir şey emrolunursa onu sana bildiririm.” buyurdu.
Havle -radiyallahu anhâ- bu defa şikâyetini Allah-u Teâlâ’ya arzetmeye başladı.
Ellerini açtı, şöyle duâ ediyordu:
“Ey Allah’ım! Halimin perişanlığını, üzüntü ve tasalarımı, bu ayrılmanın üzerimdeki zahmet ve meşakkatini sana şikâyet ediyorum.
Körpe çocuklarım var. Onları ona bıraksam zâyi olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar.
Allah’ım! Şikâyetlerim ancak sanadır!”
Hem duâ ediyor, hem ağlıyordu. O sırada Resulullah Aleyhisselâm’ı vahiy hali bürüdü. Vahyin şiddeti geçtikten sonra gülümseyerek doğruldu ve:
“Müjde yâ Havle! Allah-u Teâlâ ikiniz hakkında vahiy indirdi.” buyurdu ve bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime’leri okudu.
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir.” (Mücâdele: 1)
Kadının sözlerini Allah-u Teâlâ’nın işitmesi, duâsını kabul etmesi demektir.
“Allah sizin konuşmanızı işitir.” (Mücâdele: 1)
Her hâl ve hareketinizden haberdardır.
“Muhakkak ki Allah işitendir, görendir.” (Mücâdele: 1)
Sıkıntı içinde, darda olanların şikâyetlerini, ağlamalarını işitir; üzüntü ve tasalarını görür, her derdin dermanı O’dur.
Daha sonra Allah-u Teâlâ “Zıhar”ın hükmünü şöylece beyan etmiştir:
“İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır.” (Mücâdele: 2)
Bu şekilde bir tesbit yapılmakla, zıhar yapan kocanın, karısı ile nikâhının sona ermesi şeklindeki düşünce ortadan kaldırılmıştır.
“Şüphesiz ki onlar çirkin ve yalan bir lâf söylüyorlar.” (Mücâdele: 2)
Yalandır, çünkü hanımları, anaları değildir. Bununla beraber çirkin bir sözdür, çünkü zıhar kendisine nikâhı haram olan yakınının bir uzvunu diline dolamak demektir.
Ayrıca Allah’ın helâl kıldığını haram kılmak gibi küstahlıkla Allah-u Teâlâ’nın haklarına tecavüzdür.
Fakat söylenince de bir hükmü olması gerekir.
“Bununla beraber şüphesiz ki Allah çok affeden, çok bağışlayandır.” (Mücâdele: 2)
Bu suç aslında ağır bir cezâyı gerektirmektedir. Fakat Allah-u Teâlâ merhametlilerin en merhametlisi olduğu için, böyle bir hüküm koymakla bu suçun cezâsını çok hafif olarak beyan etmiştir.
•
Daha sonra Allah-u Teâlâ bu çirkin sözün kefaret yolunu açıklamak üzere şöyle buyurdu:
“Hanımları hakkında zıhar yapıp da sonra söylediklerinden dönenler, birbirleriyle temas etmeden önce bir köle azad etmelidirler.” (Mücâdele: 3)
O çirkin sözü söylemek kadının şerefine halel getirdiği içindir ki, cezâ olarak bir köle hürriyetine kavuşturulmalıdır.
“Size böylece öğüt verilmektedir.” (Mücâdele: 3)
Öyleyse sizin için koymuş olduğu hükümlere uymaya devam edin, şer’î hudutlara riâyetten ayrılmayın.
“Allah işlediklerinizden haberdar olandır.” (Mücâdele: 3)
Şu halde sizin için koymuş olduğu hükümlere uymaya devam edin, size gösterdiği hudutları aşmayın.
“Kim de (buna imkân) bulamazsa, temas etmezden önce birbiri peşinden iki ay oruç tutmalıdır.” (Mücâdele: 4)
Bu iki ay içerisinde bir gün dahi tutmasa, peşpeşe tutma durumu bozulmuş olur ve yeniden başlaması gerekir.
“Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur.” (Mücâdele: 4)
Bunu hanımına temas etmeden önce ödemesi gerekir. Fakat eğer yedirme esnasında cimâda bulunacak olursa, ödemiş olduklarını yeniden tekrarlamaz.
“Bu, Allah’a ve O’nun Resul’üne iman etmenizden dolayıdır.” (Mücâdele: 4)
Allah-u Teâlâ bu ilâhî hükmü bunun için koymuştur. Resulullah Aleyhisselâm’ın yüzü suyu hürmetine ümmet-i muhteremesine sağlanan kolaylıklardır.
“Bunlar Allah’ın hudutlarıdır.” (Mücâdele: 4)
Allah-u Teâlâ’nın hududu; O’nun tahdit ve takdir ettiği hükümler, insanların onları geçmesi câiz olmayan hususlar demektir. Haram kıldığı, yasakladığı şeylere “Hududullah” denir.
“Kâfirler için acı bir azap vardır.” (Mücâdele: 4)
Bu azabın kâfirlere verileceğinin ifade edilmesi, müminleri itaate teşvik mânâsına gelmektedir.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Hamd olsun o Allah’a ki, O’nun işitmesi bütün sesleri kapsar. Tartışıp hâlini arzeden kadın, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelip konuştu, ben de evin bir köşesinde bulunuyordum. Kadının söylediklerini duyuyordum. Bunun üzerine ilgili âyet indi.” (Buhârî)
•
Zıhar hakkındaki Âyet-i kerime’lerin inmesi üzerine Resulullah Aleyhisselâm Evs bin Sâmit -radiyallahu anh-e haber saldı. Gelince onunla konuştular:
“– Yâ Evs! Zıhar hükmünden kurtulman için bir köle azad etmen gerekiyor.
– Yâ Resulellah! Köle azad etmeye gücüm yetmez ki!
– Öyleyse devamlı olarak iki ay oruç tutacaksın.
– Günde iki defa yemezsem, gözümün ışığı eksiliyor.
– O halde altmış fakiri doyurmalısın.
– Ona da gücüm yetmez. Meğer ki bana yardım etmiş olasın.”
Resulullah Aleyhisselâm Evs -radiyallahu anh-e onbeş ölçek zâhire bağışladı. O da onunla altmış fakiri doyurdu.
Resulullah Aleyhisselâm daha sonra Havle -radiyallahu anhâ-ya: “Kocan çok yaşlanmıştır. Onun hakkında Allah’tan kork! Ona karşı hayırlı olmanı, iyi davranmanı tavsiye ederim.” buyurdu. Havle -radiyallahu anhâ- da:“Öyle yapacağım.” diyerek söz verdi.
•
Zıhar’ın rüknü: Zıhara delâlet eden sözdür. Bu ise kocanın hanımına: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” sözüdür.
Zıhar’ın şartları: Akıllı, büluğa ermiş ve müslüman olan her koca zıhar yapabilir.
Zıhar’ın hükümleri: Kefaret vermeden önce mukarenet haramdır. Zıhar yapan koca kefaret vermeden önce hanımı ile mukarenette bulunsa, irtikap ettiği bu günahtan dolayı Allah-u Teâlâ’dan affını diler. Kefaret verinceye kadar da hanımından tekrar istifade edemez.
Zıhar kefareti: Bu kefaretin meşru oluşu Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye ile sabittir.
Mücâdele sûre-i şerif’inin 3. ve 4. Âyet-i kerime’lerinde görüldüğü üzere; birbiri peşinden iki ay oruç tutulur. Oruç tutmaya gücü yetmeyenler sabahlı akşamlı altmış fakiri doyururlar. Altmış fakire birer fitre miktarı para vermesi de yeterli olur.
Kefaretin sahih olması için niyet şarttır. Çünkü kefaret, zekât gibi temizlenmesi vâcip olan mâli bir haktır, ameller niyetlerle sahih olur.
Bu kefaret ölümle, boşama ile veya herhangi bir şeyle düşmez.
Zıhar’da hâkim tarafından ayırma, sadece koca kefaret vermekten kaçındığı zaman olmaktadır.
•
Havle bint-i Sâlebe -radiyallahu anhâ-Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in ahirete intikalinden sonra bir müddet daha yaşamış ve Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtından çok büyük sevgi, saygı ve hürmet görmüştür.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-Efendimiz bazı kişilerle bir toplantıya giderken yolda Havle bint-i Sâlebe -radiyallahu anhâ- ile karşılaştı. Bu mübarek hanımın bir derdi vardı, onu Halife’ye anlatmak istedi. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-yanındaki arkadaşlarını bırakıp kadına döndü ve başını eğip onu dakikalarca dinledi. Ayrılınca Ashâb’dan biri ona:
“Yâ Emirel-müminîn! Bu yaşlı kadından dolayı Kureyşli zâtları hayli beklettin.” deyince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- ona:
“Yazıklar olsun sana! Bu kadının kim olduğunu biliyor musun?” dedi.
O da: “Hayır bilmiyorum!” diye cevap verdi
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- onu şöyle tanıttı:
“Bu, Havle bint-i Sâlebe’dir. Vallâhî eğer o, geceye kadar ayrılmayıp anlatmak istediğini anlatmaya devam etseydi, ayrılmayıp onu dinlerdim. Ancak namaz vakti gelince ayrılıp namaz kılar; tekrar onu dinlemeye yönelirdim.” (İbn-i Kesir)
Diğer bir rivayete göre Havle bint-i Sâlebe -radiyallahu anhâ- yolun üzerinde Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-i durdurup ona şu öğüdü vermiştir:
“Yâ Ömer! Önceleri sen ‘Ömercik’ olarak çağırılırdın. Sonra sana ‘Ömer!’ diye seslenildi. Sonra: ‘Müminlerin emiri’ ünvanını aldın, bu sıfatla çağırılmaya başladın. Artık Allah’tan kork yâ Ömer! Çünkü gerçekten ölüme kesinlikle inanan kimse fevt olmaktan korkar. Hesaba inanan kimse azaptan korkar.”