Dâvud-ı Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde yaşamış olan âlim ve velilerdendir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1258-1261 yılları arasında dünyaya gelmiş olduğu tahmin edilmektedir.
Kayseri’de doğan Hazret, zâhirî ilimlerde bilgisini artırmak için Mısır’a gitmiş, üstün bir seviyeye yükseldikten sonra İran’ın Sava şehrine giderek, Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretlerinin yakınlarından Abdürrezzak Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretlerinin hizmetine girmiş ve bu zâtın taht-ı terbiyesinde yüksek derecelere ulaşmıştır.
Orhan Gâzi’nin Bursa’da açmış olduğu medresede, Osmanlı Devleti’nin ilk müderrisi olarak 15 yıl kadar vazife yapmış, burada yetiştirdiği talebeler Osmanlı’nın ilk ilmiye heyetini teşkil etmiştir. Bir yandan talebe yetiştirirken, bir yandan da eserlerini kaleme almıştır. Sekiz kadar eseri bilinmektedir.
İlim ve fazilette yüksek, güzel ahlâk sahibi, ibadete düşkün, dünyâya önem vermeyen ve aynı zamanda çok merhametli bir zât olan Dâvud-ı Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri, 1350 yılında İznik’te vefât etmiştir.
Mezarının İznik’te Çandarlı Halil Paşa Camii’nin karşısında bugün Çınardibi denilen yerde olduğu rivayet edilmekte olup, bugün İznik’te o semtte “Dâvud-ı Kayserî” adıyla bir sokak bulunmaktadır.
Başta tasavvuf olmak üzere pek çok sahada eserler vermiş olan Hazret, eserlerinde yeri geldikçe felsefeyi ve felsefecileri tenkit etmiştir.
Muhyiddin-i İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretlerinin “Fusûs’ül-Hikem”ine “Mukaddimetü Şerhü’l-Fusûs” adı ile bir de şerh yazmış olan Hazret’in; bu eserinde geçen izah ve açıklamaları, Osman İsmâil Yahya tarafından neşredilen “Hatmü’l-evliyâ” kitabının ekinde yer almaktadır.
İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh-, Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh-, Abdullah Bosnavî -kuddise sırruh- ve Kudbeddin-i İznikî -kuddise sırruh- gibi zevât-ı kiram, onun adı geçen bu eserinden etkilenmişlerdir.
•
Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri kutuplar vasıtasıyla devam eden hilafetin, dünyanın sonu gelince Hâtem’ül-Velâye ile son bulacağını ifade ederek şöyle buyurmuştur:
“Bil ki, ilâhî hilafet dünyada onu yerine getirecek olan kimseden uzak olmaz. Çünkü dünyanın bir sonu vardır, onun içindeki her şeyin de bir sonu vardır. Onun sonunda, artık ilâhî hilafetin bir kimsede toplanması lâzım gelecektir.
Nübüvvet’in has bir şekilde sona ermesinden sonra -ki bu şeriattır-; velilerden olan kâmiller ve kutuplarla bir hilâfet oluşur ve o da ‘Hâtem’ül-Velâye’de son bulur.
Velâyet mutlak ve kayıtlı olmak üzere iki kısımdır. Mutlak velâyetin mânâsı; kayıtlı olan bütün velâyet cüzlerinin ‘Ferd’leştiği, yani tekleştiği külli velayettir. Her ikisininde, yani küllisinin de cüz’isinin de zuhurunu talep ettikleri ve Enbiyâ Aleyhimüsselâm’ın dahi “Zahir” ismi sayesinde kendilerine verilen şeyle; velâyetle, belki nübüvvetle dahi mazhar olamadıkları bu ‘Ferd’ oluştur. Bütün velâyetler, onlara vâris olmaları yolu ile bu Ümmet-i Muhammed’de zuhur etmiştir. Nitekim kâmiller: ‘Falan Musa’nın kalbi üzerindedir, filan İsa’nın kalbi üzerindedir.’ diye ona işaret eder. Yani o, miras yoluyla velâyeti hususunda onun mazharıdır.
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- küllî nübüvvet dairesinin sahibi olması nedeniyle, aynı zamanda küllî velâyetin de sahibidir. Çünkü bu nübüvvetin bâtını mutlak velâyettir. Dolayısıyla o, onun da sahibidir.
Bu ümmetin içinde Enbiyâ Aleyhimüsselâm’ın hepsinin velâyetini ikame edecek bir mazhar bulunur. Dolayısıyla onun (Muhammed Aleyhisselâm’ın) velâyeti için de böyle bir mazhar bulunması uzak değildir.” (Nefs’ül-Masdar. Bayezid, no: 3750’de mahfuz. 215 A-216 B yaprağı)
Kaynaklar Dâvud-ı Kayserî -kuddise sırruh- Hazretlerinin kabr-i şerif’inin İznik’te olduğunu belirtmektedirler. İznik’in yaşlı kimselerine sorduğumuzda böyle bir kabrin olduğunu, “Anıt Ağaç” olarak korumaya alınan bir çınar ağacının civarında tahmin ettiklerini söylemişlerdir. Resimlerde korumaya alınan tarihi çınar ağacı ile “Davud-ı Kayseri Sokak” tabelasının bulunduğu sokak görünmektedir.