Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon ile New York’un ve ABD ekonomisinin simgesi olan Dünya Ticaret Merkezi’ne 11 Eylül’de yapılan intihar saldırılarının ardından, ahir son zamanı yaşadığımız dünyamız için yeni bir sayfa açılmış oldu. İkiz kulelere çarpan uçaklar, yeni bir devri başlatmıştır. Bu hadise, dünyanın bir anda alabora olabileceği ihtimalini de bize göstermektedir.
Öncelikle şunu belirtelim. Allah-u Teâlâ’nın:
“Birbirine hasım iki zümre.” (Hacc: 19)
Âyet-i celile’si mucibince müslümanlar, gayr-i müslimler ile her zaman çatışma halinde olmuşlardır. İslâmiyet, cihadı yani İslâmı yaymak vazifesini, en önemli prensiplerinin zirvesine oturtmuş, ancak bunu yaparken dahi adaletli davranmayı ve ileriye gitmemeyi, zulüm yapmamayı esas almıştır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Size karşı savaş açanlara, Allah yolunda siz de savaş açın! Aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara: 190)
İslâm tarihi dikkatlice incelendiğinde, savaşlarda dahi kadınların, yaşlıların ve çocukların hayatlarına bir zarar verilmediği ve koruma altına alındığı görülecektir.
Hazret-i Ebubekir (r.anh) Efendimiz, Usâme bin Zeyd (r.anh)’in başında bulunduğu orduyu Suriye’ye göndermeden önce orduya hitaben şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Hıyânet etmeyiniz, zulüm yapmayınız, ganimet malından fazlasını almayınız, hile yapmayınız, kimsenin âzâsını kesmeyiniz, çocukları, ihtiyarları, kadınları öldürmeyiniz, meyva ağaçlarına dokunmayınız, koyun, sığır, deve gibi hayvanları yemek dışında kesmeyiniz, telef etmeyiniz. Yolda manastırlara çekilmiş kimselere rastlarsanız onları kendi hallerine bırakınız.”
İslâmiyet, zulüm ve terör ile kesinlikle bağdaştırılamaz. Bunun böyle olmadığı, günümüze gelinceye kadar dünyanın pek çok ülkesini elinde bulunduran müslümanların gösterdikleri tutum ve tavırlardan açıkça görülmektedir. Müslümanların kendi himayelerine sığınan zımmilere tanıdığı hakları ve onlara yapılan güzel muameleleri kim inkâr edebilir?
Kaçırılan uçaklardaki çocukları ve yetişkinleri, dev binalara çarparak içindekilerle birlikte yok etmek ise İslâmiyet ile kesinlikle bağdaşmaz, bunda Allah-u Teâlâ’nın rızâsı da olmaz.
Biz biliyoruz ki, bu iş müslümanların yapacağı bir iş değildir. Bu, ancak içeriden organize edilebilecek ve destek görecek bir iştir. Simge haline gelmiş yerlere noktasal saldırılar düzenlemek, çok iyi bir organizasyon ve uzun bir plân devresi gerektirmektedir. Bu kadar büyük bir işi istihbarat örgütlerine sezdirmeden gerçekleştirmek ise ayrıca düşündürücüdür.
Şu kadar var ki;
Bir şey bulmamak için bir şey yapmamak gerekir. Bir şey yaptığında ben bunun karşılığını bulmam dersen yanılmış olursun. Çünkü Âdil-i Mutlak olan Allah-u Teâlâ zerreden hesap soracak.
Amerika, bugüne kadar yaptıklarının karşılığını görmüş, ettiğini bulmuştur.
“Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,
İlm-i Ledün bilmeyen onu kul etti sanır.”
Amerika, dünyanın pek çok ülkesinin gücünden çekindiği, küfrün önde gelen bir devletidir. Ancak bilinmelidir ki, kuvvet ne bir millette, ne bir devlettedir. Kuvvet ruhsattadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:
“Bütün kuvvet ve kudret Allah’a aittir.” (Bakara: 165)
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler.” buyuruyor. (Âl-i imran: 160)
O kime, hangi millete, hangi devlete ne kadar ruhsat verdiyse, ruhsat kadar kuvvetleri olur. Ruhsat alındığı anda bir adım atamazlar. Milletler ve devletler arasında galibiyet ve mağlubiyet nöbetle deveran etmektedir. Bu yüzden hiçbir devletin gücüne güvenerek gururlanmaması gerekir, çünkü sahne-i imtihandayız. Mülkün sahibi, dilediğine dilediği kadar ruhsat verir.
Saldırının arkasında Afganistan’da barınan Usame bin Ladin’in olduğundan hareketle Amerika, şu günlerde Afganistan’ı vurmak üzere bölgeye yığınak yapıyor. Başkan Bush ‘Haçlı seferi’ nden bahsediyor. Saldırılardan ilk önce müslümanlar sorumlu tutuluyor.
Her devlet, kendi ülkesinin ve halkının menfaat ve çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Bu, gayet doğaldır. Ancak dünyanın jandarması(!) Amerika’nın kendi prestiji sıfıra indi diye, somut deliller gösteremeden Afganistan’a yüklenmesi büyük bir zulümdür. Bugün Amerika da bilmektedir ki, dünyada birçok devlet veya örgüt (müslüman olmayanlar da dahil) kendisine düşmandır. Bu denli büyük bir organizeyi Ladin’in yalnız başına gerçekleştirdiğini düşünmek gülünçtür. Ancak Ladin’den yola çıkarak daha ilk günden hedef tahtasına müslümanlar oturtulmuş, yanlış yönlendirmelerle insanların kafasında değişik bir müslüman profili oluşturulmuştur. Öyle ki Amerikalıların, rastladıkları müslümanlara ‘Bu işi siz yaptınız.’ diyecek kadar kafaları bulandırılmıştır.
Ayrıca Amerika’nın da sadece ‘teröristi ininden çıkaracağım’ diyerek Afganistan’a gittiğine ihtimal vermek güç. Menfaatinin olmadığı yerde bir adım atmayacak devletlerin başında Amerika gelmektedir. Şu noktaya da parmak basmak gerekir ki, gerek Tâliban ve gerekse Usame bin Ladin, zamanında Amerika tarafından desteklenmiştir.
Olayın gerçekleşmesinden birkaç gün sonra bir numaralı zanlı olarak hedef tahtasına oturtulan Usame bin Ladin ise bu işi kendisinin yapmadığını belirtmiş, ancak bundan memnuniyet duyduğunu söyleyerek büyük bir cehâlet sergilemiştir. Üzülerek görmekteyiz ki, İslâmiyet’e en büyük darbe, islâmmış gibi görünenlerden gelmektedir. Bir kişinin yüzünden bir devlet veya bütün İslâm âlemi zarar görmektedir.
İslâm âlemi paramparça olmuş, bundan bizim ülkemiz de en büyük payı almıştır. Bölünmenin, bölücülüğün nelere mal olduğunun en canlı örneği Afganistan’dır. Ruslar’ı dize getiren Afgan halkı, fitne ve fesada boyun eğmiştir. Bu fitne ve fesat sebebiyle Afgan halkı maalesef birçok sıkıntı çekti ve çekmeye devam ediyor.
İslâm âlemindeki bölünmüşlüğün faturası ise, yaşayacağımız olaylarla bütün müslümanlara çıkacaktır.
“Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefâhat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefâhat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hâle kabahat bizde olduğu için düştük. Bunları biz doğurmuşuzdur. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.
Âyet-i kerime’de:
“O musibet kendi tarafınızdandır.” buyuruluyor. (Âl-i imran: 165)
Bunların hepsi Hazret-i Allah’ı ve Resul’ünün yolunu bıraktığımızdan; mâsivâyı Hakk’tan ve Resulden, cihaddan fazla sevdiğimizden doğmuştur.” (Ömer Öngüt, Sözler ve Notlar 2, sh: 303)
Hülâsa olarak herkes ettiğini bulacaktır, isyan cezasız kalmayacaktır. Ve görülmektedir ki Mehdi Aleyhisselâm’a kadar müslümanları zor günler beklemektedir.
“Ortalık daha çok bozulacak, daha çok karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek...
...Onun için gün bu gün ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil. Fakat insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünya ile meşgul olacak, dünyaya meyledecek zaman değil.
Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, ebedî hayatını kazanmak için gayret et!
Zira bir Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruşlardır:
“Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan ihtiyacından fazlasını alan kimse, şuursuzca kendini helâk etmiş olur.” (C. Sağir)
Haram ve nâmeşru kazançlara gelince:
“Dünya bir cîfedir, onun taliplisi köpeklerdir.”
Yani kelp olarak ahirete çıkacak. Ne oldu? Kazandı! Neyi kazandı? Ateşi kazandı!
Kardeşler! Kendimize gelelim, ebediyatımızı kurtaralım. Artık Hakk’a dönme zamanı. Yapacağımızı şimdiden yapalım.” (Ömer Öngüt, Öyle bir zaman geldi ki..., sh: 285)