Allah-u Teâlâ Davud Aleyhisselâm ile Süleyman Aleyhisselâm’ın hâl ve ahvâlini Sebe Sûre-i şerif’inde beyan ettikten sonra, nankörlükte bulunanlara misal olmak üzere Sebe kavmi hakkında şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki Sebe kavminin oturduğu yerlerde de bir ibret vardır.” (Sebe: 15)
Sebe kavmi ilk önceleri güneşe tapıyorlardı. Melike Belkıs, Süleyman Aleyhisselâm’a iman edince Sebe’lilerin çoğu müslüman oldular. Fakat zamanla tevhid inancını kaybettiler, şirk ve putperestlik her tarafa yayılır oldu.
Allah-u Teâlâ’nın verdiği nimetlere karşı şükretmeyip nankörlük ettikleri için çok acı musibetlere maruz kaldılar.
Burada geçecek hadiseler, Belkıs’ın devrinden çok sonradır.
Allah-u Teâlâ onlara lütfetmiş, kendisini tanımaları, ubudiyet vazifelerini yapmaları için hiçbir ihsanını esirgememişti. Rahat ve nimet içinde herkesi imrendirecek şekilde yaşıyorlardı. Rızıklarının bolluğu, ekinlerinin ve meyvelerinin çokluğu, zenginlikleri dillere destan olmuştu.
Bugünkü barajları andıran mükemmel su setleri yapmışlar, kaynak ve yağmur sularını değerlendirmişler; bağlar, bahçeler yetiştirmişlerdi.
Âyet-i kerime’de:
“Sağlı sollu iki bahçe bulunuyordu.” buyuruluyor. (Sebe: 15)
Havası gayet mutedil, suyu güzel olup, sinek sivrisinek gibi haşerat bulunmazdı.
Allah-u Teâlâ dünyâ saâdeti ahiret selâmeti için ne lâzımsa bol bol veriyordu:
“Güzel bir belde, çok bağışlayan bir Rabb.” (Sebe: 15)
O memlekette her nimet olduğu için şükürle emretmiştir:
“Rabb’inin verdiği rızıktan yiyin ve O’na şükredin.” (Sebe: 15)
Bu kadar nimetler, bu bereket, bu müreffeh hayat karşısında Sebe’liler şükürlerini ve ubudiyetlerini artıracakları yerde; nimetleri vereni, kendilerine bu imkânları tanıyanı unuttular. Ahlâksızlıklarını, isyan ve tuğyanlarını, zulüm ve azgınlıklarını artırdıkça artırdılar. Hak, hukuk diye bir şey tanımaz oldular.
Âyet-i kerime’de:
“Amma ne var ki yüz çevirdiler.” buyuruluyor. (Sebe: 16)
Allah yolundan ayrılıp nankörlük edince, Allah-u Teâlâ ihsan ve ikram buyurduğu nimetleri ellerinden alıverdi.
Âyet-i kerime’sinde:
“Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik.” buyuruyor. (Sebe: 16)
Memleketi sulamaya yeten Arim seddi yıkılınca biriken sular vâdinin alt kısmına yayıldı. Önünde bulunan diğer bütün büyük ve küçük bent ve barajları yıkıp yok etti, evleri ağaçları viraneye çevirdi. Aynı zamanda çok büyük can ve mal kaybı meydana geldi. O güzelim bağlar bahçeler, içinde işe yaramaz bir kaç ağacın bulunduğu çöle döndü.
Âyet-i kerime’de:
“Onların o iki bahçesini buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.” (Sebe: 16)
Bu cezâ da onların şirk ve küfürleri, Hakk’ı bırakıp bâtıla yönelmeleri sebebiyledir.
Diğer bir Ayet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Nankörlük ettikleri için biz onları böyle cezalandırdık. Biz nankörlerden başkasını cezalandırır mıyız?” (Sebe: 17)
Allah-u Teâlâ verdiklerini aldı, içinde bulundukları nimet ve refahı şiddetli darlık ve kıtlığa çevirdi. İlâhi azabın zuhuru ile perişan oldular. Bir kısmı memleketlerinde kaldılar, bir kısmı da başka memleketlere dağıldılar.
Allah-u Teâlâ’nın bu ibretli hadiseleri Kuran-ı Kerim’inde beyan etmesi, kullarını intibaha davet etmek içindir. Nerede ve hangi asırda, kim olursa olsun küfran-ı nimette bulunursa, maddi ve mânevi nimetler elinden çıkar. Bu kadarla da kalmaz, birçok âfetlere mâruz kalır.
•
Şimdi ise bir başka sahne açılıyor.
Sebe’lilerle mübarek memleketler arasındaki medenî ve içtimaî alâka devam ediyordu.
Mekke, Cidde ve Medine’ye uzanan yollar üzerinde, tâ Mısır’a ve Suriye taraflarına uzanan yollar üzerinde çeşitli yerleşim bölgeleri vardı. Buralardan gece gündüz ticaret kafileleri geçerdi.
Âyet-i kerime’de:
“Onların yurtları ile, içine feyz ve bereketler verdiğimiz memleketler arasında, biri diğerinden görülebilen yakın nice şehirler meydana getirdik.” buyuruluyor. (Sebe: 18)
Bir şehir bittiğinde diğerinin sınırları başlıyordu. Birinden çıkan bir yolcu, beraberinde su ve azık taşıma ihtiyacı hissetmeden, herhangi bir tehlike ile karşılaşmadan bir diğerine gidebiliyordu.
“Bunlar arasında gezip dolaşma imkânları takdir ettik.” (Sebe: 18)
Yol boyunca sık sık konaklama istasyonları bulunduğu için yolculuklar gayet rahat yapılıyordu. İster gece ister gündüz olsun bütün yolculukları emniyet ve güven içinde idi.
Bu emniyet şüphesiz ki Allah-u Teâlâ’nın nezd-i Bâri’sinden geliyordu.
Çünkü onlara:
“Geceleri ve gündüzleri oralarda emniyet içinde gezip dolaşın.” buyurmuştu. (Sebe: 18)
Fakat onlar bütün bu bayındırlıktan, bereket, emniyet ve rahatlıktan usanmışlık gösterdiler.
“Ey Rabb’imiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır.” (Sebe: 19)
Gibi cahilce sözler sarfettiler. Zahmeti rahatlığa tercih ettiler. Rahat yolculuk yerine, zahmetli yolculuk yapmak istediler. Onların bu istekleri, İsrailoğullarının Tih sahrasında bulundukları yıllarda Allah-u Teâlâ’nın kendilerine göndermiş olduğu kudret helvası ve bıldırcın eti yerine bakla, sarmısak ve soğan gibi şeyler istemelerine benziyordu.
Allah-u Teâlâ’nın bunca nimetlerine karşı şükretmeyip nankörlük eden kimseler, aslında Allah-u Teâlâ’ya kendilerinin bu nimetlere lâyık olmadıklarını âdeta söylemek istemektedirler.
Sebe’lilerin yaptıkları duâ kabul olunmuş, Allah-u Teâlâ onlara lâyık oldukları cezayı vermişti.
Âyet-i kerime’sinde:
“Onlar kendilerine yazık ettiler.” buyuruyor. (Sebe: 19)
Yerlerinden yurtlarından oldular. Sürüldüler, kovuldular, Arap yarımadasının kıyı ve köşelerine dağıldılar. Onların bu dağınıklığı herkes tarafından bilinir oldu. Şöhreti âleme yayılmış bir kavim iken, ağızlarda dolaşan bir masal, şurada burada anlatılan bir efsane olup çıktılar.
Âyet-i kerime’de:
“Biz de onları bu yüzden efsane yapıverdik ve onları darmadağın ettik.” buyuruluyor. (Sebe: 19)
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Allah emniyet ve huzur içinde olan bir şehri misal verir ki, oraya her taraftan bolca rızık geliyordu.
Fakat onlar Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler. Bu yüzden yapmakta oldukları şeylere karşılık, Allah onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.” (Nahl: 112)
Allah-u Teâlâ nimetine şükredenlerle, şükretmeyip küfran-ı nimette bulunanların arasını ayırmakta ve bir ibret numunesi olarak gözler önüne sermektedir.
Meşakkatlere sabrı, nimetlere şükrü olmayanlar bu gibi derslerden ibret alamazlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Şüphesiz ki bunda sabreden ve şükreden kimseler için ibretler vardır.” (Sebe: 19)