En gizli halleri bilmek Allah-u Teâlâ’ya mahsustur. Her şeyin içyüzünü bilen ve her şeyden haberdar olan O'dur.
Öyle haberdardır ki:
"O yere gireni de, yerden çıkanı da, gökten ineni de, göğe yükseleni de bilir." (Hadid: 4)
Bu Âyet-i kerime Allah-u Teâlâ'nın sınırsız ilmini, her şeyi en ince teferruatıyla bildiğini ortaya koymaktadır.
"Yere giren";
Yeryüzünün her bölgesine, yerin derinliklerine doğru inen yağmur tanesi, yağmurun her damlası; saçılan tohum, toprağın sakladığı bitki; rahimlere akıtılan nutfe; toprağa gömülen cesetler...
Neler yağıyor? Neler ekiliyor? Neler gömülüyor? Neler saklanıyor?
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru her şey Allah'ın ilmindedir." (En'am: 59)
"Yere giren" ifadesi aynı zamanda sâlikin kalbine vârid olan Mârifetullah'a işaret etmektedir.
"Yerden çıkan";
Yere saçılan tohumlardan hasıl olan bitkiler, sayıları, şekil ve keyfiyetleri; yerin diplerinden gelen su, fışkıran kaynaklar; alevlenip püsküren volkanlar...
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Şimdi bana ekmekte olduğunuz tohum işini haber verin! Onu yerden siz mi bitiriyorsunuz, yoksa biz mi?" (Vâkıa: 63-64)
"Yerden çıkan" ifadesi, kalbî mükâşefeye işarettir.
"Gökten inen";
Yağmurlar ve kar... Rızıklar ve bereket... Yıldırımlar ve şimşek... Melekler... Emir ve nehiyler... Yeryüzüne neler neler iniyor.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İçmekte olduğunuz suyu da haber verin bana! Onu buluttan indiren siz misiniz, yoksa biz miyiz?" (Vâkıa: 68-69)
"Gökten inen" tabiri, esmâ ve sıfat-ı ilâhiyeden gönüle doğan ledün ilmine işarettir.
"Göğe yükselen";
Buharlar... Ruhlar... Melekler... Samimi duâlar, salih âmeller...
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Güzel söz O'na yükselir, onu da salih âmel yükseltir." (Fatır: 10)
"Göğe yükselen" kelimesi de Kelime-i tevhid'e işaret etmektedir.
"Yerde ve gökte eğer Allah'tan başka ilâh bulunmuş olsaydı, ikisi de bozulup giderdi." (Enbiya: 22)
Âyet-i kerime'sinden anlaşılacağı gibi, varlıklar ister yıldızlar gibi yüksekte, ister hayvanlar ve bitkiler gibi yeryüzünde bulunsun, binlerce seneden beri değişmez ve sarsılmaz bir kaide ve hikmet üzere devam edegelmesi, Cenâb-ı Hakk'tan başka bir ilâh bulunmadığına kati surette delâlet eder.
Allah-u Teâlâ her yerde hazır ve kişinin her haline nâzırdır.
"Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir." (Hadid: 4)
Allah-u Teâlâ'nın içinde olduğunu bilen, nereye gitse O'nunladır. Allah-u Teâlâ içinde, o kişiyi O yürütüyor. Ona O gösteriyor, ona O bildiriyor. O ise bir ten elbisesinden ibaret oluyor. Yani sen O'nunla değilsin, O seninle. Sen O'nunla görüyorsun, O'nunla söylüyorsun, O'nunla tutuyorsun, O'nunla yürüyorsun, amma farkında değilsin. Gafletin ve cehâletin sebebiyle, O'nu içinde göremediğin için, O'nunla olduğunu da bilmiyorsun. İçindeki, varlığını senden çektiği zaman oluyorsun bir leş. Hadi bunları yap! Şimdi öğrendin mi O'nunla olduğunu?
Bu Âyet-i kerime “Maiyyet” murakabasına işaret etmektedir. Sâlik bu murakabada ikinci kapıdan içeriye alınır. “Ehadiyet” murakabasında marifet çiçekleriydi, burada marifet fidanları olur. Allah-u Teâlâ’nın her yerde varlığını, kendisinin her an kontrol altında bulundurulduğunu hissetmeye başlar.
“Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Hadid: 4)
Denizin dibinde konuşuyorsun, telsizle üstteki duyuyor. Havada konuşuyorsun yine öyle. Hiçbir ses, hiçbir kelime, hiçbir iyi ve kötü iş asla kaybolmuyor, bir taraftan zapta geçiyor.
Allah-u Teâlâ mülkünün hem yaratıcısı, hem de yöneticisidir, dilediği gibi tasarruf eder.
“Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O’nundur.” (Hadid-5 ve 2 - Zümer: 44) (Bakınız. Bürûc: 9)
Bütün hepsi de şerik ve nezirden münezzeh olan Allah-u Teâlâ’nın hâkimiyetinde bulunmaktadır.
“Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.” (Hadid: 5 - Âl-i imran: 109)
Çünkü ilk ve son O’dur, mutlak tasarruf sahibi de O’dur. Dönüş, kıyamet gününde O’nadır. Yarattıkları arasında dilediği gibi hüküm verecek, herkes yaptığının karşılığını görecektir.
Karanlığı ile gecenin, aydınlığı ile gündüzün birbirini takip etmesi, dünyanın yaratıldığı andan bugüne kadar sürüp gelmektedir ve kıyamete kadar da bu düzen devam edecektir.
“Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar.” (Hadid: 6) (Bakınız. Hacc: 61 - Fâtır: 13 - Lokman: 29)
Günün aydınlığı yavaş yavaş azalmaya başladığında, gecenin karanlığı artmaya başlar, sonunda da tamamen karanlık bastırır. Gecenin sonuna doğru ise, ufukta önce hafif bir aydınlık meydana gelir, ortalık yavaş yavaş aydınlanmaya başlar.
Bu durum zamanın akışını, ömürlerin geçişini gösterdiği gibi; bütün değişikliklerin O’nun hükmüyle cereyan ettiğini de ispat etmektedir.
“Ve O, göğüslerin özünü bilendir.” (Hadid: 6)
En gizli fikirleri, niyetleri, her türlü duyguları O bilir.
Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm’a iman etmeyi imanın iki rüknünden biri yapmış, “Lâilâhe illâllah”tan sonra “Muhammedün Resulullah” ünvanını getirmiş, ona inanmayan kişinin müslüman sayılmayacağını belirtmiştir.
Âyet-i kerime’sinde Zât-ı akdes’ine ve Resul-i Ekrem (s.a.v)’ine en mükemmel şekilde iman etmeyi ve bu iman üzerinde devam edip sabit kalmayı emir buyurmaktadır:
“Allah’a ve Peygamber’ine iman edin.” (Hadid: 7)
Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanı ile müslümanları Allah’a ve Resul’üne gönülden iman etmeye, hakiki imanı kalplerine yerleştirmeye çağırmaktadır.
Mülkün asıl sahibi olan Allah-u Teâlâ, insanları yeryüzüne halife tayin etmiş ve onlara nimetlerini lütfetmiştir. Mal ve mülkün nesilden nesile kuşaktan kuşağa miras yolu ile geçtiği, herkesin bunlara vekil olarak bir süre sahip olduğu malumdur. Öyleyse mülk sahibinin, kendilerine verdiği şeylerden bir kısmını infak etmesi gerekmektedir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Sizden önce geçenlerin ardından Allah'ın size infak için yetki verdiği şeylerden sarfedin." (Hadid: 7)
İnfak edenler kendiliklerinden infak etmiyorlar, tasarrufları hususunda Allah-u Teâlâ'nın yeryüzünde halife kıldığı şeylerden infak ediyorlar. Onlar gerçekte O'nundur, çünkü onları O yaratmıştır. Hakimiyet O'nun olduğu gibi, mülkiyet de O'nundur.
Bu Âyet-i kerime kişinin mal ve mülküne daha sonra başkalarının halef olacağına işaret etmektedir. O elindekilerine nasıl başkalarından miras olarak sahip olduysa, başkaları da kendisinden miras olarak alacaklardır.
Şu kadar var ki sağlık hayatında Allah yolunda O'nun rızâsı mucibince sarfiyatta bulunursa, ahiret hayatında mükâfatını bulur. Eğer böyle yapmazsa, malının hakkını vermezse cezasını bulacağı şüphesizdir.
Vârisleri de o malı Yaratan'a itaat yolunda kullanırlarsa hem ölen hem kalan için iyiliğe vesiledir. Yaratan'a isyan yolunda kullanırlarsa, o da onların bu isyanlarını desteklemiş, günah yüklenmeleri hususunda vârislerine yardımcı olmuş olur.
“İçinizden iman edip de infak eden kimselere büyük mükâfat vardır.” (Hadid: 7)
İlâhî emre uydukları için Allah-u Teâlâ’nın vaadine ereceklerdir. Bu mükâfat hem dünyaya hem de ahirete şâmildir.
Âyet-i kerime’de bir müslümanın cihad için malını sarfetmesi, imanın bir gereği, ihlâsının alâmeti olarak gösterilmiştir.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin dâvetine uymayıp Zât-ı kibriyâ'sına iman etmeyenleri kınamakta ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Peygamber sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde ne diye Allah'a iman etmiyorsunuz?" (Hadid: 8)
Halbuki o sizin aranızda bulunmakta ve doğrudan doğruya ilâhî vahyi beyan etmektedir. İslâm'ın gerçek bir din olduğuna dair delil ve belgeleri açık açık ortaya koyuyor, sizi en kuvvetli hüccetlerle irşad etmeye çalışıyor, dünya saâdetine ahiret saâdetine ermenizi istiyor.
Hâl böyle iken niçin iman etmiyorsunuz?
"Oysa O, sizden kesin söz almıştı. Eğer mümin iseniz!" (Hadid: 8)
Allah-u Teâlâ âlem-i ervahta kullarından ahd ve misak almıştı. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sualine "Evet, sen bizim Rabbimizsin!" diye itirafta bulunmuş, kesin söz vermiştiniz.
Daha ne duruyorsunuz? Verdiğiniz sözü gerçekleştirmek için ne diye iman etmiyorsunuz?
Allah-u Teâlâ iman etmeyenleri tevbih ettikten sonra, iman edenleri küfür karanlığından iman aydınlığına çıkaracağını beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur." (Hadid: 9)
Şu halde size düşen o apaçık âyetlere sımsıkı sarılarak yola koyulmak ve o yolda sebat etmektir.
“Doğrusu Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Hadid: 9)
Zira doğru yolu bulmanız için size iman kabiliyeti vermiş, kitaplar indirmiş, peygamberler göndermiş, sizi imana dâvet etmiştir.
Allah-u Teâlâ müminlerin kurtuluşa ererek cennet-i âlâ'ya girmelerini sağlayacak olan sadaka ve infaka riayet etmeyen ümmetin halini hayret ifadesi ile şöyle ferman buyurmaktadır:
"Ey müminler! Size ne oluyor ki, Allah yolunda infakta bulunmuyor, mallarınızı sarfetmiyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır." (Hadid: 10)
Servet sahiplerinin Allah yolunda infak hususunda gevşek davranmaları cidden üzüntü vericidir.
Mülkün gerçek sahibi Allah-u Teâlâ'dır, mal ve mülk O'nundur. İnsanlar O'nun mülkünde O'nun verdiği güç ve kudretle, akıl ve idrakle hayatlarını idame ettirmektedirler. Binaenaleyh O'nun yolunda infakta bulunmaları gerekir. Uğrunda infak edilen zat, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'tır.
Âyet-i kerime'de:
"Onlara, Allah'ın size verdiği maldan verin." buyurulmaktadır. (Nur: 33)
O'na inanan ve tevekkül eden kimse infak eder, mali sıkıntıya düşme korkusu ile Allah yolunda sarfetmekten kaçınmaz. Bilir ki o sarfettiğini Allah-u Teâlâ tekrar yerine koyacaktır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Sarfettiğiniz herhangi bir şeyin yerine daha iyisini verir." (Sebe: 39)
Nice kimseler helâl-haram demeden birçok servet yığmışlardır, sonra da onları mirasçılarına terkederek gitmişlerdir. Onlar da onu har vurup harman savurmuşlardır.
Nice müminler de vardır ki kazanç sağlarken helâli gözetmiş, haramdan sakınmış, zekâtını vermiş, Allah yolunda sarfetmiştir. Ahirete göç ederken de evlât ve ıyalini Allah-u Teâlâ'ya emanet ederek ardında bırakmıştır.
"Babaları salih bir kimse idi." (Kehf: 82)
Âyet-i kerimesi mucibince çok geçmeden Allah-u Teâlâ geride kalanlara mal ve itibar bahşetmiştir.