Gazi Murad Han sabah namazını kılmış, seccadesi üzerinde Kur’an-ı kerim okuyordu. Fetih sûre-i şerif’ini bitirmiş, Muhammed sûre-i şerif’ine başlayacaktı. İç hizmetkârlarından biri aceleyle içeri girdi. “Hünkârım! Gözünüz aydın olsun, bir oğlunuz oldu.” dedi. Bu habere çok sevinen yirmisekiz yaşındaki genç padişah ellerini semâya kaldırarak:
“Elhamdülillâh... Ravza-i Murad’da bir gül-i Muhammed açtı.” diyerek Yaradan’a şükretti, adını Mehmed koydu.
•
Devrinin en değerli âlimlerinin elinde yetişen Şehzâde Mehmed, yalnız İslâm Türk tarihinin değil, dünya tarihinin en seçkin simâlarından biridir. Osmanlı hükümdarları içinde hem en dâhi asker, hem en güzide devlet adamı, hem de en büyük âlim olanıdır. Akşemseddin ve Molla Güranî gibi zatların dizinde yetişmiştir. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehasis olan Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretleri şehzâdenin herşeyi ile bizzat ilgilenmişti.
Yaratılıştan sahip olduğu kabiliyet bir yana, babasının yanında büyük meydan muhaberelerine katılmış, tam bir askerlik tecrübesi elde etmişti, ondokuz yaşında hükümdar oldu.
Bir devlet adamında bulunması gereken bütün hasletlere sahipti. Sabırlı, tedbirli, keskin zekâlı, uyanık, asil tavırlı, nefsine hâkim, zevk ve sefâdan uzak, cömert, kızgınlığını gerektiğinde saklamasını bilen, nâdiren gülen bir kişi idi.
Osmanlı tarihinde, Yükselme devri diyebileceğimiz haşmetli bir devrin açılmasına sebep olurken; dünya tarihinde de Ortaçağ’ın bitip Yeniçağ’ın başlamasını sağlamıştır.
Onu şehzâdeliğinden beri kasıp kavuran, bütün hücrelerine kadar sinen bir ateş vardı, gece gündüz uykusuz ve huzursuz bırakıyordu: İstanbul’u fethetmek...
Osmanlı topraklarına saldıran Karaman beyini cezalandırdıktan sonra, ilk iş olarak İstanbul’un fethi hazırlıklarına başladı. Bizansı ortadan kaldırmayı kafasına koymuştu. Herşeyi en ince noktalarına kadar hesaplayarak çalışmalara ve hazırlıklara başladı. Çalışmalarını düşmanları çıldırtacak, dostlarını hayranlık içinde bırakacak kadar gizlilik ve mükemmellik içinde yaptı. Projesini bizzat kendisinin yaptığı Rumelihisarı denilen azametli kale dört ayda bitirildi ve gayet iyi tahkim edildi. Asya kıyısında Yıldırım Beyazıt’ın inşâ ettirdiği Anadolu hisarı vardı, böylece boğaz kesilmiş oldu.
Kışı Edirne’de geçirerek savaş hazırlıkları yaptı. Ortaçağ insanının hafsalasının alamayacağı azamette, iki tonluk gülle savurabilen, ikibin asker tarafından çekilen muazzam toplar döktürdü. Dökülen toplar o zamana kadar dünyada görülmemiş büyüklükte idi.
6 Nisan 1453’de muhasara başladı. Türk toplarının gök gürültüsünü andıran patlamaları, dünyaya fethin başladığını ilân etti.
22 Nisan gecesi yetmiş parçalık donanma Kasımpaşa sırtlarından kaydırılarak Haliç’e indirildi. Böylece Haliç’teki Bizans ve Lâtin gemileri iki ateş arasında kalmış oldu. Sultan Mehmed’in karadan gemi yürütmesi akıllara durgunluk vermişti. Böyle bir durumun tarihte bir eşine rastlanmamış, o zamana kadar bir benzerine teşebbüs dahi edilmemişti.
Onun:
“Ey Kostantiniyye! Ya sen beni alacaksın, ya ben seni!” sözü gönüllere ürperti vermektedir.
Son taarruzdan önce İstanbul önünde askerlerine:
“Bu büyük zaferi muhakkak kazanacağımız, hadislerle tebşir edilmiştir.” demişti.
29 Mayıs günü sabah namazını müteakip yapılan duâdan ve hükümdarın hitabesinden sonra henüz şafak sökmeden Türk topları gümbürdemeye başladı. Top ve tekbir sesleri ile, davul, kös ve boru sesleri birleşerek İstanbul semâlarına dalga dalga yayıldı. Hendekleri bir anda aşan mücahitler, ölümü hiçe sayarak dayadıkları merdivenlerle surlara tırmanmaya başladılar. Diğer taraftan Topkapı ve Edinrekapı mıntıkasından coşkun bir ırmak gibi İstanbul’a aktılar.
Bu büyük akın esnasında Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretleri çadırında secdeye kapanmış, gözyaşları ile, aşk ve vecd içinde fetih için duâ ediyordu.
Sonunda surlara tırmanan yiğit Ulubatlı Hasan, Türk sancağını surlara dikti. Fecirle birlikte surlarda Türk bayrakları dalgalanmaya başladı. Elliüç günlük muhasaradan sonra yapılan nihai taarruzla “Şehirler incisi” adı verilen İstanbul fethedildi.
Osmanlı bayrağını Topkapı üzerinde gören ve o andan itibaren Fatih ünvanını alan Sultan Mehmed, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin müjdesine mazhar olmanın verdiği sevinçle atından inip yere kapandı ve Allah-u Teâlâ’ya hamd ve senâda bulundu.
•
Resulullah Aleyhisselâm Fetih’ten sekizyüz sene kadar evvel bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştu:
“Kostantiniyye muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!” (Ahmed bin Hanbel)
Bu Hadis-i şerif’ten başka, ilk Osmanlı hükümdarı Osman Gazi’nin evlât ve ahfâdına bir buçuk asır öncesinden bir de vasiyeti vardır:
“İslâmbol’u aç gülzar yap!” buyurmuştur.
Sebe sûre-i şerif’inin 15. Âyet-i kerime’sinde geçen: “Beldetün Tayyibetün” sözü ebced hesabı ile Hicrî 857 olan İstanbul’un fethine tarih düşürülmüştür.
İstanbul’u fethettiğinde Sultan Mehmed yirmibir yaşında idi. Kendisine bu tarihten itibaren “Fâtih” ve “Ebül-Feth” ünvanları verildi.
Fethin üçüncü günü Ayasofya cami hâline getirildi.
•
İstanbul uzun asırlar boyunca birçok cengâver kumandan ve asker tarafından kuşatılmasına rağmen; Fatih ve onun madde ve mânâ erlerinden, gönül sultanlarından oluşan muazzam ordusuna kadar hiç kimseye nasip olmamıştır.
Gerçek bir mürşid-i kâmil olan Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretlerinin büyük mânevî gücü, bedeni toprak altında bulunmakla birlikte mübarek ruhu müminlerin gönlünde olan Hazret-i Eyyüb el-Ensârî -radiyallahu anh-in varlığı ile birleşince ve bu büyük fetih gerçekleşince Fatih Sultan Hazretleri şöyle söylemiştir:
“Bendeki bu sevinci görürsünüz. Kostantiniye’nin fethine seviniyorum sanmayın. Akşemseddin benim zamanımda yaşamıştır, ona sevinirim.”
Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretlerine “İstanbul’un mânevî Fâtihi” denilmesinin sebebi budur.
•
İstanbul’un fethine İslâm âlemi büyük bir sevinç duyarken, Avrupa haçlı âlemi de üzüntü içinde kaldı, büyük bir yasa büründüler.
Otuz yıllık hükümdarlığı sırasında Hazret-i Fâtih; yirmiden fazla devleti ve bu arada iki imparatorluğu tarih sahnesinden silmiş, topraklar kendisinden bir asır sonra yirmimilyon kilometre kareye ulaşmıştır.
Her sene en son keşiflere göre ordunun silahlarını yeniletmiş, ikinci derecede bir deniz kuvveti olarak teslim aldığı donanmayı, dünyanın birinci deniz kuvveti haline getirmiştir.
Ortaçağ’ı kapatarak Yeni Çağ’ı açan Fatih Sultan Mehmed Han, güya ihtida edip Yakup Paşa adını alan Venedikli bir yahudi tarafından zehirlenerek şehid edilmiştir.
Vefat ettiğinde kırkdokuz yaşında idi ve nereye yapılacağını kendisinden başka kimsenin bilmediği bir sefere çıkıyordu.