Dışarıda başta Fransa olmak üzere pek çok devlet haçlı emperyalizminin çizdiği çizgide hareket ederek ekonomik, siyasi, kültürel tavırlarıyla Türkiye’yi güçsüz düşürmek, zayıflatmak ve sonunda bölüp parçalamak için elinden gelen çabayı gösteriyor. İçerdeki yandaşlarının desteğiyle de vatana ve imana ihanet edenleri özel şekillerle elde tutarak oyunlar sergiliyorlar.
AB’ne giriş çabalarımız önemli merhalelerin aşılmasıyla mümkün görünüyor ve bizi birliğe almamak için olmadık oyunları oynuyorlar, üye ülkelere getirmedikleri yükümlülükleri yüklüyorlar. Bir yol haritası izlenilmesi isteniyor ve bu bir “böl haritası” olarak kendini gösteriyor.
Türkiye’ye dayatılan yapılanmalar ve bu yoldaki çalışmalar akıl, ilim ışığında ele alınırsa Kopenhag toplantılarından sonra Türkiye yeni bir Sevr tuzağına çekilmektedir. Milli bütünlüğümüze, vatan topraklarımızın koparılmasına kadar uzanan milli, ekonomik değerlerimizin pazarlanmak istendiği, Türkiye’nin kendi elleriyle parçalanmaya razı edilmek istendiğini anlamak gerekiyor.
Geriye dönüp baktığımızda karşımıza ürkütücü bir manzara çıkıyor. Yapılan anlaşmalarda kaypak cümleler kullanılıyor, yumuşak ve süslü üsluplarla Türk milleti yanıltılıyor.
AGİT’in 1975 Helsinki Belgesi, 1990 Kopenhag Belgesi ve bunları olduğu gibi kabul eden Avrupa Konseyi’nin 1993 Viyana Zirvesi’nde hazırlanan ve 10 Kasım 1994 günkü Bakanlar Komitesi’nin 95. oturumunda kabul edilerek, 1 Şubat 1995’te imzaya açılan “Ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin çerçeve sözleşmesi” gibi altına imza atılan maddelerde üniter devlet yapımızın parçalanmasına matuf çok ürkütücü tuzaklar bulunmaktadır. Gümrük Birliği anlaşması da iç piyasamızın tamamen yabancı malların istilasına, bir anlamda kapitülasyonların yeniden hak olarak batıya tanınmasına yaramıştır, ve halen aleyhimize işlemektedir.
AB organlarınca dile getirilen bazı talepler vardır ki Türkiye’nin bunları karşılaması kolay değildir. Karşıladığı zaman başına olmadık işler açılacak, kuyuya düşecektir. Son olarak Katılım Ortaklığı Belgesi ile gündeme getirilen talepler bunlardandır. Bu istekler kabul edildikten sonra yerine getirilse bile Türkiye Birliğe dahil edilmeyecek, kapıda bekletilecek, ilişkiler dargın ve barışık! bir ortamda sürümcemede kalacak, şiş yanmadan kebaplar yutulacaktır. Dünün sosyalist blokuna ait olan 10 kadar ülke tam üyelik yolunda emin adımlarla ilerlerken, Türkiye kırk yıldır oyalanmakta ve 2010 yılına kadar birliğe üye yapılacak ülkeler arasında yer almamaktadır.
AB, Türkiye’yi Avrupa’nın kapısında tutmak, mümkün olduğu kadar oyalamak, zamanını çalmak istiyor. İsteklerimizi yerine getirmek ister gibi görünüyor, ardından kabulü mümkün olmayan sinsi tuzakların içine çekilerek boğazlanmamızı sağlayacak isteklerde bulunuyor. Özelleştirmeden güneydoğu bölgemizin parsellenmesine, kıyılarımızın paravan şirketlerle düşmanlara pazarlanmasına kadar el atmadığı, burun sokmadığı yer yok. Türkiye’nin tam üyeliği için Kıbrıs, Ege vs gibi sorunları gündeme getirerek, başka hiçbir devletten istenmeyen ve adeta boğazımızı sıkacak olmadık taleplerde bulunuyorlar. Üyelik müzakerelerini mümkün olduğu kadar ileriye atmak için yapılması mümkün olmayan şartlar ileriye sürüyorlar.
Türk basını ise olanları gerektiği şekilde milli menfaatlerimiz ve ideallerimiz doğrultusanda ortaya koymamaktadır. İş vahim noktadadır. İstekler bitmeyecek, yeni yeni oyunlar, daha başka tuzaklarla başımız belaya sokulmak için elden ne geliyorsa onlar birer birer istenecek, saldırıları sürecektir.
Türkiye kendi içinde bile isteklerini tam olarak anlatamamaktadır ve aydın yaftalı bazı kişi ve kurumların AB’nin tuzakları paralelinde çalıştıkları görülmektedir. Türkiye’nin bir “Mozaikler” ülkesi olduğundan, “Etnik Gruplar”dan bahsedilmekte, sık sık bunun sloganları atılmakta, 47 etnik grubun varlığı iddia edilmekte, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde “Özerklik, Federasyon, Konfederasyon” uygulanmasından bahsetmektedirler. Bunların iyi niyetli olduklarını söylemek mümkün değildir. Cahil değillerse mutlaka haindirler. Kürt sorunu, kimlik sorunu, Kürtçe eğitim, Kürtçe TV isteklerini devamlı gündemde tutmaktadırlar. Bütün bunlar “Demokratikleşme” ve “İnsan hakları” adıyla yürütülmektedir. AB böyle istiyor, yerli işbirlikçiler de böyle yapıyor.
Gaflet içindeki bu insanlar bu isteklerden ne anlaşıldığını anlamıyorlar mi? “Kültürel, etnik, azınlık hakları vs” gibi sözlerden, sadece yahudi, rum, ermeniler değil, Türkiye’de yaşadığı iddia edilen 47 etnik grup kasdedilmektedir. AB üyeleri 75 bin kelimeden oluşan Lazca Sözlük yaptırmıştır ve bunları başkaları takip edecektir. Tartışmalar dikkate alındığında Türkiye tehlikeli bir geleceğe, yeni bir Sevr’le yeni bir parçalanmaya sürüklenmektedir.
Türkiye’nin AB macerası “Ulusal azınlıkların korunması-Çerçeve Sözleşmesi” ve “Katılım Ortaklığı Belgesi” ile yeni boyut kazanmıştır. Bunlarla Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede yapması gereken siyasi, ekonomik, kültürel işler sıraya konmuştur. Bunlardan birisi metne son anda Yunanistan tarafından sokulduğu belirtilen Kıbrıs konusu, diğeri de anadilde televizyon yayını meselesidir. Kıbrıs meselesinin BM kararları doğrultusunda bir heyet tarafından çözümü isteği Rum-Yunan palikaryalarının iştahını kabartmıştır. Şimdi bunlar Konfederasyon fikrini bile benimsemediklerini ifade etmektedirler. Kıbrıs ile ilgili maddenin çok önemli olmadığını ileri sürenler var. Bunun Helsinki kararının 9. maddesinde yer alan “siyasi kriter” olduğunu, tepkilerin haksız olduğunu, gereksiz tepki yapıldığını söylemektedirler. Dışardaki açık tuzağın içerdeki örtülü işbirlikçileri PKK’nın, AB’nin, karanlık mahfillerin ağzıyla konuşmakta, bunlarla birlikte hareket etmekte, paralı avukatlık yapmaktadırlar.
Geriye dönüp bakıldığında Avrupalıların Osmanlı toprakları üzerinde oynadığı oyunlar benzer isteklerin dile getirilmesi suretiyle başlamıştır. Azınlıklar için talepleri, ıslahat hareketleri ile bağlantıları, önce Rumları, sonra Ermenileri kışkırtmaları, terör faaliyetleri ve bunların örgütlenmeleri, beslenmeleri, kültürel hak arama çabaları incelendiğinde Batının şimdi de aynı oyunu oynadığı görülmektedir. Avrupalı devletlerin Ermeni meselesiyle ilgili olarak hazırladıkları “Islahat projeleri”nde dayattıkları hususlar zaman geçmesine rağmen, şimdi önümüze konulan ve yerine getirmemiz istenen “Kriterler” ile aynı paraleldedir.
AB’ni kuran ülkeler bize hiçbir zaman dost olmamış ülkelerdir. Hepsinin ülkemiz toprakları üzerinde emelleri vardır. Bir gaye için elbirliği ile hareket etmektedirler. Bu gayenin tahakkuku için her şey yapılmaktadır. Bunun tarihten intikal eden adı “Haçlı Seferleri”dir ve yeni boyutlarla devam etmektedir ve bitmeyecektir. Bu anlaşma istekler, kriterler, sözleşmeler vs. hep oyunun birer parçasıdır. Ne kadar taleple oyalanırsak o kadar kârları olacaktır. Bekletilecek, oyalanacak, parçalanacak ve sonunda Sevr antlaşması’ndaki işler tamamlandıktan! sonra birliğe dahil edilecek. Onların ileri sürdükleri içimizdekilerin hararetle savundukları bu ön şartların hepsi milli bütünlüğümüzü bozmaya, güvenliğimizi tehdit etmeye, geleceğimizi ipotek altına almaya matuftur.
Büyük alkışlarla imzalanan ve tek taraflı olarak işletilen Gümrük Birliği anlaşması sömürge anlaşmasına dönmüştür. Şimdi bu anlaşmanın acı faturalarını milletçe ödemeye başladık.
İktisadi sarsıntılar, bunalımlar, krizler, dalgalanmalar, özelleştirme yanlışlıkların hepsi ekonomik gücün tekelce zihniyete sahip batılı yandaş sermayedarların eline geçmesinden kaynaklanmaktadır. Yolsuzluklar, devlet kasasının yağmalanması, siyasi istismarlar, rüşvet, kaçakçılık, hırsızlık eylemlerinin artması, düzenin çirkinliğini gözler önüne sermekte, halk sersemlemekte, uyuşmakta, günü-birlik geçim derdiyle inlemektedir. Bu sıkıntıların artarak devam edeceği görülüyor.
Şu işe bakın. Katılım Ortaklığı Belgesi adıyla önümüze sunulan ve bizim “Böl haritası” diye adlandırdığımız “Yol haritası” belgeli istekler paketi Başbakan’ı ve iki numaralı yardımcısı Dışişleri Bakanını bile şaşırtmış. Belge açıklanıncaya kadar “Bizi üzecek bir şey beklemediklerini” söylemişlerdi. Türkiye’nin siyasi, kültürel bütünlüğünü bozmaya yönelik derin endişeler uyandıran hükümler belgeye konulunca hükümet üyeleri bile şaşırdılar. Ne olursa olsun milli yapımızı tehlikeye sokacak hiçbir şeye yanaşılmamalıdır.
Topla, tüfekle milletimizi yenemeyenler şimdi yeni oyunlarla, asıl yüzlerini kamufle ederek işi yürütmeye bakıyorlar. Türkiye üzerinde, gittiği her ülkeyi felâkete sürükleyen IMF’nin belirgin bir hakimiyeti var. Bu kuruluş ülkemizde yerli işbirlikçilerle istediğini yapıyor. AB ve IMF başta THY, Telekom, Bor madenleri gibi ülke ekonomisi, güvenliği açısından son derece hayati önem taşıyan kuruluşların özelleşmesi, hemen, bir an önce satılması için bizimkilerden daha işgüzar görünüyorlar, bastırıyorlar. Siyasi yönetim boşluğunun olduğu ülkemizde devlet kurumlarının bir kaos ortamına sürüklendiği şu günlerde yangından mal kaçırmak için bastırıyorlar. Hem bu kuruluşlar ucuza kapatılacak, hem devletin katrilyonlarla ifade edilen zarara uğramasına, ekonominin yağmalanmasına, gelirler dengesinin bozulmasına milletin daha da fakirleşmesine sebep olacaktır.
Zarar ediyor gibi yaygaralara rağmen Telekom, THY asla özelleştirilmemelidir. IMF Türkiye’yi batırmak istiyor. Ermenistan Devlet Başkanı vekilinin Kars ve Ardahan bizimdir diye yeni isteklerini daha gür bir şekilde ortaya koyması Fransa başta olmak üzere Batılı dostların(!)tezgâhlarının işe yaradığını gösteriyor. Özelleştirme adı altında Türk patentli taşeron firmalarla GAP İsrail’e, Akdeniz’in turizm, tabiat, denizcilik, milli güvenlik bakımından can damarları olan limanları Ermenilere, Ege limanları ise Yunanlılara özelleştirilme maskesi altında verilmiştir. Bundan bu milletin ekserisinin haberi bile yoktur. Bunun için yıllardır yoğun faaliyetler yürütülmektedir. Şimdi Telekom, Tekel gibi gibi kuruluşlara sıra gelmiştir. IMF ve Batı özelleştirme için bastırıyor, bunda ısrar ediyor. Bu kuruluşlar “zarar ediyor”muş. Görüyorsunuz ki Batı bizim zararımızdan bile ızdırap(!) duyuyor.
Yıllarca terör örgütünü beslediler. Örgüt etkisizleştirilince uyuşturucu trafiği yoğunlaşmaya başladı. Ortaokullar şimdi pazar haline getirilmeye çalışılıyor. Önlem alınmazsa ilkokullara inecek, ülke nesli helâk olacak. Alkol ve uyuşturucu kullanımı korkunç boyutlara ulaştı. Alkol ve benzeri maddeler yüzünden ölenlerin sayısı trafik kazalarında ölenlerin sayısından fazla. Müstehcen yayınlar, porno filimler, şiddet içeren görüntülü ve basılı yayınlarda akıl almaz patlamalar var. Bunlar bahsetmeye çalıştığımız hain planların birer parçasıdır. Son olarak Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Sayın Selahattin Kaptanağası’nın Türk kamuoyuna ilân ettiği basın bildirisinin birkaç satırını okuyalım:
“...Tekel özelleştirilmekle devlet günde 9 trilyonluk kaynaktan mahrum kalacak. Devletin mali sıkıntı içinde bulunmasına karşılık, söz konusu kaynaktan vazgeçmesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Ayrıca alkol ve sigaranın devletin tekelinden (kontrolünden) çıkarılarak özelleştirilmesi felâket üretim ve ticaretinin yabancı şirketlere verilmesi ise daha büyük bir felâkettir. Çünkü yabancı kaynaklı alkollü içki ve tütün mamüllerinde ayrıca ve özel olarak bağımlılık yapan maddeler (uyuşturucu kökenli) bulunmakta ve durum toplumumuzda ve bilhassa gençlerimizde beyaz bağımlılığa geçişi sağlamaktadır.
Böylece dış güçler Türkiye başta olmak üzere, hedef ülkeleri savaş ilan etmeden onları içerden tahrip etmektedirler...” İnşallah yakın bir yazımızda Bor işletmeleri üzerinde oynanan oyunları belgeleriyle aktarmaya çalışacağız. Alkolle, sigarayla savaş halinde olan bir kurumun genel başkanı böyle feveran ederse, imanlı, akıllı, vicdanlı diğer insanlarımız nasıl feryat etmez?