Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - İdari Bozukluk Halkın Bozukluğuna Delâlet Eder - Ömer Öngüt
İdari Bozukluk Halkın Bozukluğuna Delâlet Eder
GÜNDEM
Yusuf Doğangün
1 Şubat 2001

 

İdari Bozukluk Halkın Bozukluğuna Delâlet Eder

 

Dünyada eşine benzerine rastlanılmayacak bir ülkeyiz. Tarih yapraklarına adını altın harflerle yazan bir imparatorluğun mirasçıları olan ve haklı olarak iftiharla göğsü kabaran bizler, günümüzde dini, ahlâki, siyasi ve ekonomik alanda yaşanan dejenerasyon ve çöküntüleri ibretle izlemekteyiz. Böylesi tarih tecrübesine sahip bir milletin bu kadar kısa zaman içerisinde bu denli hızlı bir düşüşü becerebilmesi akıl alacak gibi değil. Bugün Türkiye maalesef ‘haddini bilen, orta gelişmiş üçüncü dünya ülkesi’ portresi çizmekten öteye gidememektedir. Buna neden olan sebeplerin temelinde ise “yönetilememe” veya bir “yönetim krizi” olduğunu söyleyebiliriz.

 

YÖNETİM ZAAFİYETİ

Bir toplumda yönetim, toplumun ortak sorunlarını en rasyonel şekilde çözmek, ortak hedef ve ideallere ulaşılmasına yardımcı olmak, sağlıklı, müreffeh ve sorunsuz bir toplum hayatı oluşturmak için vardır. İyi yönetim eşittir iyi toplumdur. Bunun tersi de geçerlidir. Şu atasözümüz ne kadar anlamlı söylenmiş “Balık baştan kokar” diye. Bir toplumda baştakilerin tutumunun bozukluğu milletin tutumunun bozukluğuna delâlet eder. Dolayısıyla bu durumda toplumda her şey bozuktur. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz:

“Siz ne halde iseniz, başınıza o halde idareciler gelir.” (Deylemî) Hadis-i şerif’leri ile yönetim ve yönetilenler arasındaki bağı işaret buyurmuşlardır.

Memleketimiz yıllardır etkin ve toplumsal taleplere cevap verebilecek bir yönetim aygıtından mahrumdur. Bugün Türkiye yönetilemiyor; sorunlarını çözemiyor, rotu çıkmış araba gibi sağa sola savrulup duruyor, bir ileri iki geri gidip geliyor.

 

TÜRKİYE’NİN HAZİN TABLOSU

Yönetim ekonomik sorunları çözemiyor. Enflasyon düşürülemiyor, yoksulluk önlenemiyor, adil gelir dağıtımı sağlanamıyor. Memur, işçi, emekli perişan bir hale düşmüş durumda. Eğitim sorunları her geçen gün kangrenleşiyor. Tarım alanlarında sorunlar artıyor, insanlar topraklarını terkediyor, üretim düşüyor. Kuralların ve kurumların çalışmaması, hemen her alana yayılmış olan rüşvet, çeteler, mafyalar, yolsuzluklar, hortumcular, ekonomiden siyasete, iç ve dış politikadan toplumsal olaylara kadar yaşanan çarpıklıklar neticesinde ülkede tam bir kaos söz konusu. Maalesef yarım asırdır pek bir şey başarıldığını söylemek güç.

Buna karşılık yönetim aygıtını oluşturan kurum ve kuruluşlara ve bunların bünyelerinde barındırdıkları binlerce görevliye bakıyorsunuz, sanki hiçbir şey yokmuş gibi göz kamaştıran bir ihtişam ve debdebenin içinde yüzüyorlar. Resmi plakalı arabalar, eskortlar, korumalar, sarayları andıran binalar bunu ifade etmiyor mu?

Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Allah bir millet hakkında kötülük dilerse, idarelerini israfçı ve zevkine düşkün kimselere havale eder.” (Deylemi) buyuruyorlar.

İçte yaşanan bu kadar bozukluklar dışarıya da dolaylı olarak yansıyor. Bir misalle açıklayalım:

Türkiye’ye 1990 yılı itibariyle 1 milyar 5 milyon dolarlık sermaye girişi varken, Brezilya’ya 900 milyon dolar, Çin’e 3.6 milyar dolar para girişi oldu. Aradan geçen 10 yılın sonunda yaşanan gelişmeye bakın:

1999 yılı sonunda ise Brezilya 31.5 milyar dolar, Çin ise 60 milyar dolar yabancı sermaye çekerken Türkiye 700-800 milyon dolara bile ulaşamıyor.

Bu ne demek?

Yabancılar bile Türkiye’ye güvenmiyor ve buraya yatırım yapmıyorlar. Bunun sebebi ise yüksek enflasyon oranları ve yaşanan politik ve siyasi istikrarsızlık. Dış ülkelerde itibarımız sıfıra düşmüştür. Şu söz boşuna söylenmemiş: “Yapılan pislikler değil Türkiye’yi, dünyayı kokuttu...” Dolayısıyla yüzyılın başında yakıştırılan “Hasta adam” lâkabını yeniden söylemektedirler. Ve bu hâl, başımıza çorap örmek isteyen düşmanlarımızın eline büyük bir koz vermektedir.

 

HALKTA ŞUURSUZLUK VE ŞAŞKINLIK

Ortada bu kadar büyük sorunlar varken yöneticiler ve sorunların çözümüyle ilgili karar alma noktasında bulunanlar, çözüme ilişkin yöntemlerini asla sorunu olan tarafla konuşmuyorlar. Arada korkunç bir uçurum var. Yönetim, halka sırtını dönmüş durumda. Yönetimin kendi birimleri arasında bile kopukluk var. Vatandaş ise şaşkın bir vaziyette, tam bir panik havası yaşıyor, kime güveneceğini bilemiyor. Hakk’a teslimiyet ve yönelme olmayıp halka yönelince, her yanaştığı kimse başından aşağı kaynar su döküyor. ‘Yandım!’ dese bile yine ona sokuluyor.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Böylece biz her memleketin ileri gelenlerini (kodamanlarını veya idarecilerini) en büyük günahkârlar yaptık ki, orada hileler çevirsinler.” (En’am: 123)

Devlet kasası yağma ediliyor, her türlü isyan işleniyor, kimse sesini çıkarmıyor. Sonuçta bir çözüm bulunamıyor, sorunlar dönüp dolaşıp aynı yerde tıkanıyor.

 

NE İDİK, NE OLDUK, BU HALE NEDEN DÜŞTÜK?

Bu soruya öz olarak verilecek cevap şu olsa gerek: Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın hükmü bir kenara koyularak heva ve heves peşine düşüldü, Hükm-ü ilâhi bir kenara bırakıldı ve dünyaya meyledildi. Cihad yani Allah-u Teâlâ’nın dinini yayma vazifesi unutuldu. Batı aşkıyla yanıp tutuşan insanımız kendi özünü unutarak ne kadar küfür adeti varsa içine sindirdi, küfre rızâ gösterdi. Dolayısıyla kendi kazdığımız çukura kendimizi attık. Yaşadığımız ve bundan sonra ivmesi hızlanarak yaşayacağımız sıkıntıların müsebbibi bizâtihi biziz.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ: 30) .

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Biz bir memleketi yıkıp yok etmek istediğimiz zaman, oranın şımarık varlıklılarına (iyilikleri) emrederiz. Buna rağmen onlar orada itaatsizlik edip kötülük işlerler. Artık o memleket helâke müstehak olur, biz de orayı darmadağın ederiz.” (İsra: 16)

Âyet-i celile’ye Abdullah bin Abbas (r.anh) Hazretleri:

“Onların kötülerini başa getiririz, onlar o memlekette isyan ederler. Böyle yaptıkları zaman da Allah-u Teâlâ onları azab ile helâk eder.” şeklinde mânâ vermiştir.

Kişiler sırât-ı müstakimden ayrılınca Hazret-i Allah onlara kötü idareciler musallat eder, onlar da halkın helâkine vesile olurlar.

Hadis-i kudsî’de şöyle buyuruluyor:

“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.

Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse, ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazaple onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.

Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, beddua etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)

Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde:

“Allah bir millete gazap ettiğinde yere batırma ve suret değiştirme azabını vermese de, pahalılık onları ezer. Yağmurları yağmaz olur. Kötüleri idareyi ele geçirir.” (İbn-i Asakir) buyuruyorlar.

Allah ve Resul’üne yönelmeli, sığınmalı, hududumuzu muhafaza etmeliyiz.

Allah’ımız bize acısın!


  Önceki Sonraki