Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KISAS-I ENBİYA Aleyhimüsselâm - Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm (2) - Ömer Öngüt
Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm (2)
KISAS-I ENBİYA Aleyhimüsselâm
Dizi Yazı - Kısas-ı Enbiya
1 Şubat 2001

 

KISAS-I ENBİYA Aleyhimüsselâm

Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm (2)

 

Faziletler:

Gerçekten de Allah-u Teâlâ ona, o zamanda başkalarına verilmeyen pek çok şeyleri müyesser kılmış, dünya ve âhiret üstünlükleriyle, fazilet ve meziyetlerle tezyin etmişti.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki onun bizim katımızda yakınlığı ve âkibet güzelliği vardır.” buyuruyor. (Sad: 40)

1. Babasına vâris olmakla, hem saltanat, hem de nübüvvet verildi.

Allah-u Teâlâ’ya şöyle niyazda bulunmuştu:

“Ey Rabbim! Beni bağışla! Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver!

Şüphesiz ki sen karşılıksız bağışta bulunansın.” (Sad: 35)

Onun bu arzusu dünyâya meyil ve muhabbetinden değil, âhirete olan rağbetinden ileri geliyordu.

Nitekim bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kim âhiret ekimini dilerse, onun ekimini artırırız. Kim de sadece dünya ekimini isterse ona da yalnız bundan veririz. Âhirette ise onun hiç bir nasibi yoktur.” (Şurâ: 20)

Allah-u Teâlâ kulunun müstecap duâsına icabet buyurmuş, feyiz ve bereketine nail etmişti.

2. Bir mucize olarak kuşların dillerini ve maksatlarını anlıyordu.

“Bize kuş dili öğretildi.” buyurmuştur. (Neml: 16)

Onların şakımalarındaki tesbih ve takdisleri anladığı gibi, insanlar ve cinlerle beraber onları da ordusunda istihdam ettiriyordu.

Karınca ile konuşması, ona diğer hayvanların dillerinin de öğretildiğini göstermektedir.

Nitekim serçe öttüğünde “Ey günahkârlar! Allah’a istiğfar edin.” dediğini, Bağırtlak kuşu öttüğünde “Susan kurtulur.” dediğini, horoz öttüğünde “Allah’ı zikredin ey gafiller!” dediğini... soran kimselere haber vermiştir.

Allah-u Teâlâ dilerse hayvanların çıkardıkları seslerin mânâlarını anlamayı kolaylaştırabilir. Nitekim bazı büyük velilerin kısmen olsun bu mazhariyete erdikleri vâkidir.

3. Allah-u Teâlâ Süleyman Aleyhisselâm’ın emrine rüzgârı da vermişti.

Âyet-i kerime’de:

“Süleyman’a da şiddetli esen rüzgarı musahhar kıldık.” buyuruluyor. (Enbiyâ: 81)

Rüzgâr Süleyman Aleyhisselâm’ın emrine ve iradesine tabi olduğu için, onun arzu ettiği tarafa, onun istediği şekilde eser dururdu.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Biz rüzgarı onun emrine verdik, onun emri ile istediği yere akıp gidiyordu.” (Sad: 36)

Rüzgâr vasıtasıyla ordularını düşmanlarına karşı pek kolaylıkla sevke muvaffak olurdu. Rüzgârı emrinde kullandığı zamanlarda; öğleye kadar bir aylık mesafe, akşama kadar bir aylık mesafe olmak üzere bir günde iki aylık mesafe katederler, Irak ve Yemen’i dolaşarak geri dönerdi.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Süleyman’a da sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgarı boyun eğdirdik” buyuruyor. (Sebe: 12)

Süleyman Aleyhisselâm rüzgarın şiddetli esmesini isterse şiddetli eser, sakin esmesini arzu ederse mülâyim olur, gayet lâtif eser, insanı rahatsız etmezdi. Bir yere gitmek istediği zaman rüzgâr onu göğün yüceliklerine yükseltir alıp götürürdü. Kuşlar ise üzerinde kanatları ile gölge olurlar, sıcaktan korurlardı.

Süleyman Aleyhisselâm ise Allah-u Teâlâ’nın hükümranlığı ve azameti karşısında küçülür, bir şükür ifadesi olarak başını eğer, sağa sola dönmezdi.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Rüzgâr onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi.

Biz her şeyi bilenleriz.” (Enbiyâ: 81)

Nitekim Allah-u Teâlâ Muhammed Aleyhisselâm’a Hendek savaşında rüzgarla yardımını göndermişti. Düşman kuvvetleri rüzgarın şiddeti neticesinde büyük bir paniğe kapıldılar, ablukayı kaldırarak çekip gittiler.

Âyet-i kerime’de:

“Biz onlara karşı bir rüzgar göndermiştik.” buyuruluyor. (Ahzab: 9)

Geminin esası Nuh Aleyhisselâm’ın, zırhın esası Davut Aleyhisselâm’ın mucizesi olduğu gibi; uçağın esası da Süleyman Aleyhisselâm’ın mucizesinin bir tezahürüdür.

4. Süleyman Aleyhisselâm’a verilen lütuflardan birisi de ruhani varlıklar üzerinde tasarrufta bulunma yetkisidir.

Allah-u Teâlâ’nın izn-i iradesi ve meşiyeti ile cinleri ve şeytanları emrinde çalıştırırdı.

Âyet-i kerime’de:

“Rabbinin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı.” buyuruluyor. (Sebe: 12)

İş için istihdam ettiği cinler Süleyman Aleyhisselâm’a muhalefet etmezler, Allah-u Teâlâ’nın iradesi dahilinde dilediği işi görürlerdi.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Süleyman için, o ne dilerse yaparlardı.” (Sebe: 13)

İstediği binayı kurdurur, konaklar, kışlalar, kaleler yaptırırdı.

Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere:

“Kalelerden... Heykellerden... Havuzlar kadar geniş leğenlerden, sabit kazanlardan...” (Sebe: 13)

Her şeyi istenildiği şekilde yaparlardı. Bu büyük kazanlar yerinde sabit durur, içinde yemek pişirilirdi. Bu ise Süleyman Aleyhisselâm’ın misafirperverliğinin ne derece olduğunu göstermektedir. Bol bol yemek pişiriliyor, pek çok sofralar kuruluyor, binlerce kişiye yemek veriliyordu.

Cin taifesi her ne kadar Süleyman Aleyhisselâm’a itaat ediyorsa da; itaattan kaçınırlar, emir ve tekliflerine karşı gelecek olurlarsa tehdid-i ilâhi ile karşı karşıya kalırlardı.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık.” buyuruyor. (Sebe: 12)

5. Süleyman Aleyhisselâm kale gibi köşk gibi büyük binaların yapılmasını isteyince şeytanları da çalıştırıyordu. Bir kısım şeytanlar ise denizlerden inci mercan gibi kıymetli şeyleri, karaların derinliklerindeki gizli hazineleri çıkarmakla emrolunmuşlardı.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Denize dalacak ve bundan başka işler görecek şeytanları da onun emrine verdik.

Onları gözetenler de bizdik.” (Enbiyâ: 82)

Şeytanların gündüz yaptıkları şeyleri gece olmadan yıkmaları âdetleriydi, bu onların cibilliyetlerinde vardı. Fakat Süleyman Aleyhisselâm’a karşı bunu yapamamışlardı, Allah-u Teâlâ yaptıklarını bozmalarına meydan vermemiştir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Bina yapan, dalgıçlık eden her şeytanı ve demir halkalarla bağlı başkalarını da ona baş eğdirdik.” buyuruyor. (Sad: 37-38)

Cinlerin ateşten yaratılmaları, suya dalmalarına mâni değildir.

Allah-u Teâlâ içlerine korku salmak gibi keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir şekilde, onları kaçamayacakları ve azgınlık yapamayacakları bir hale getirmiştir.

Süleyman Aleyhisselâm’a ayrıca sihir yapanların sihirlerini bozacak ilimler de ihsan edilmişti.

6. Allah-u Teâlâ Davut Aleyhiselâm’a demiri musahhar kıldığı gibi, Süleyman Aleyhisselâm’a da bakırı musahhar kılmıştı.

Âyet-i kerime’de:

“Erimiş bakırı onun için sel gibi akıttık.” buyuruyor. (Sebe: 12)

Erimiş bakır suyun fışkırdığı gibi fışkırıyor, o da alıp dilediği şekilde kullanıyordu.

7. Allah-u Teâlâ Süleyman Aleyhisselâm’a çok büyük salâhiyetler vererek lütufta bulunmuştu.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“İşte bu bizim bağışımızdır. Sen de bol bol ver, veya yanında tut, hesapsızdır.” (Sad: 39)

En mükemmel hükümranlık isteğine uygun olarak kendisine verilmiş, dilediğine vermekte dilediğini mahrum bırakmakta serbest bırakılmış; her ne yapacak olursa, ne şekilde hüküm verirse makbul olacağı müjdelenmiştir.

Ve Allah-u Teâlâ bütün bu lütuflarını bir bir beyan ettikten sonra şöyle buyuruyor:

“Ey Davut hânedanı! Şükredin! Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe: 13)


  Önceki Sonraki