Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - Gözümden Kalbime  Kudüs Ve Kahire - Ömer Öngüt
Gözümden Kalbime Kudüs Ve Kahire
MAKALE
Misafir Yazar
1 Ağustos 2000

 

GÖZÜMDEN KALBİME
KUDÜS VE KAHİRE

 

Betül Küpçü


Her karesi, her ânı haz veren, güzellik kokan iki diyardan, Kahire ve Kudüs’ten tüm müminlere selâm olsun...

Ziyaret ettiğimiz o hoş mekânlar gönül diyarlarımıza nakşolundu ve gönül coştukça coştu, iman lütfuyla şereflenen kalpler sonsuz bir şükür nidasıyla haykırdı.

İlk günkü ziyaret yerimiz ulvi bir kokusu olmayan fakat dünya hayatına bağlılığı simgelemesiyle ibret veren, milattan önce Mısır medeniyetinden kalma Firavun mezarları piramitlerdi.

Bir sonraki adresimiz ise bu medeniyetten seslerin, renklerin, çizgilerin somutlaştığı Kahire müzesiydi. Kahire Müzesinde en ziyade dikkatimi çeken şey mumyalar oldu. Müzenin soğutma sisteminin daha kuvvetli olduğu bir bölmede bulunan mumyalar, ruhlar çekildiğinde bedenin ne kadar anlamsız ve kifayetsiz kaldığına bir işaretti adeta...

Firavunların mezarları bir oda şeklinde olup kapkacaktan tutun da yiyecek eşyalarına, süs eşyalarına varıncaya kadar her şey mevcut. Yani bunlarla gömülüyorlar.

Bir sonraki durağımız birbirinden değişik papirus kağıdından tabloların olduğu bir galeri oluyor. Papirus kağıdı Mısır’a has, Papirus bitkisinin sapından yapılan bir kâğıt.

İmam-ı Şafii ve Seyyide Zeynep (r.a) annemizi ziyaret ederek o günkü gezimize son noktayı koyuyoruz. Onlarla gün bitimi bambaşka bir renge bürünüyor.

Ertesi gün ise menzilimiz Kâinatın Efendisinin biricik torunu, gözbebeği Hazret-i Hüseyin’in (r.anh) o güzel başini agirlayan Hüseyin Camii oluyor. Ondört asirdir Misir’a güzellik veren değerlerin zirvesi... Lütuf pınarındayız, bir nebze olsun ıslanabilme iştiyakıyla avuçlarımızı açıyoruz. Hüseyin Camii’nin karşi tarafinda Ezher Camii ve Üniversite Külliyesini geziyoruz. Yine ayni civarda olan Kahire’nin otantik çarşisi Han-i Halil’de farklı bir iklim yaşıyoruz. Çoğu dükkanın önünün sedef kakmalı kutularla tezyin edilmiş olması dikkatimi çekiyor.

Endülüs Emevi mimarisini yansıtan yüksek tavanlar, içindeki süslemelerle muhteşem karşılıklı iki cami Sultan Hasan ve Rıfai Camileri. Burası Memlûk Hanedanının ileri gelenlerinden Hoşyar Hatun tarafından yaptırılmış ve içinde son Mısır Hanedanının temsilcileri Abbas Hilmi Paşa, Kral Fuat ve Faruk eşleri ve son İran şâhı Rıza Pehlevi’nin kabirleri var. Sultan Hasan Camiinde bir zamanlar dört fıkıh mezhebinin ayrı ayrı tedrisatı yapılırmış. Şadırvanını çevreleyen avlu geniş bir düzlüğe yayılmış. Halı yerine sıcacık mermerleri zevkle adımlayarak Şeyh Rıfai Hazretlerini ziyarete gidiyoruz. Mısır’ı fetheden Amr bin As (r.anh)’ın adını taşıyan mescidi dışarıdan görüyoruz, tadilat olduğu için içeriye giremiyoruz.

Ceddimizin şanlı izlerini her yerde görmek mümkün. Osmanlı mimarisini bütün berraklığıyla ortaya koyan heybetli bir yapı; Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii.

Kahire’den ayrılacağımız gün Gezira Kulesine çıkarak şehiri ve bakmaya doyamadığım Mısır’ın hayat kaynağı Nil’i son bir kez kuşbakışı görme imkânina sahip oluyoruz. Bagrında Hazret-i Musa’yı taşıyan bu esrarlı su, bizleri parlayan bir gülümsemeyle karşıladığı gibi yine aynı pırıltıyla Kudüs’e uğurluyor.

“Kulu Muhammed’i gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan alıp civarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık. O, işiten ve görendir.” (İsra: 1)

İşte Kudüs’ün bağrında nur haleleri... 03.30 civarında sabah namazını eda etmek üzere Mescid-i Aksa Haremine doğru yürüyoruz. Sabahın alaca karanlığında Harem’in ışıklandırılmış olan surları enfes bir tablo çıkartıyor karşımıza. Surlarla çevrilen Harem 140 dönümlük saha. Buradaki surlar Eyyübiler döneminde yapılmış, Memlûklüler ve Osmanlılar dönemindeki ilavelerle bugünkü şeklini almış. Surlardan Harem araziye açılan 14 kapı olup şu anda 10 tanesi kullanılmakta.

Seher vaktinin o hoş esintisi gönlümüzü okşarken, ayak seslerimiz bir ritim, daracık sokakların arasından haremin giriş kapısına varıyoruz. Girişte nöbet tutan Yahudi askerlerini gördüğümüz zaman içimiz burkuluyor. Kontrolden geçtikten sonra Âyet-i kerime ile kutsiyet kazanan mübarek mekânlara ve makamlara ayak basıyorum. Sağımda, solumda nazlı nazlı sallanan ağaçlar... Resul-i Zişan Efendimiz’in (s.a.v.) semaya mirac ettiği kaya parçasının üzerine yapılmış Kubbetüssahra bütün güzelliğiyle önümde... Altın varak ile kaplanmış olan kubbe ışıl ışıl... Sessizliği yaran sabah ezanı Aksa Camii’ne varana kadar bize eşlik ediyor. Aman Yâ Rab, bu ne büyük lütuf, bu ne tatli anlar! Ruhlarimiz kanatlanip sanki arşa çikiyor. Islâm’ın insanlığa getirdiği izzeti en had safhada hissediyoruz. Ezanının nağmeleri yüreğimi deliyor sanki. Sonsuz bir şükür halindeyiz. Sahah namazına duruyoruz. Fatiha sûre-i şerif’inin sonundaki “Amin” ile kuşlarin ötüşleri Aksa Camii’ni inletiyor. Tıpkı Mescid-i Nebevi’deki kuşlar gibi onlar da kendi dillerince “Amin” diyorlar. Aynı iklim...

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in: “İbadet maksadıyla yalnızca üç mescide yolculuk yapılır. Mekke’deki Harem-i şerif, Medine’deki Mescid-i Nebevi ve Kudüs’te Mescid-i Aksa” Hadis-i şerif’i tecelli ediyor.

Üç mekân da ortak bir mânâyı tezyin ediyor gönül saraylarımıza... Saraylar “Lâ ilâhe illallah Muhammedür Resulullah” sesleriyle yankılanıyor.

Bu araziye ilk mescid 636 yılında Hazret-i Ömer (r.anh) tarafından yapılmış. Günümüzde var olan mescid 709 yılında Emevi Sultanı Velid bin Abdülmelik tarafından yaptırılmış. Haçlı işgaliyle kilise olarak kullanılan mescid, Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethiyle tekrar mescid haline gelmiş. Osmanli döneminde Kanuni Sultan Süleyman, II. Mahmud, Abdülmecid ve II. Abdülhamit Camii’nin bakım ve onarımıyla ilgilenmiş.

Abdülmelik bin Mervan tarafından Muallak taşının üzerine yaptırılan Kubbetüssahra binası sekizgen olup, dış cephesinde Sultan Süleyman zamanında yapılan çini süslemeleriyle oldukça zarif bir görüntüye sahip. Aynı zamanda yine dış cephedeki Yasin sûresi de II. Abdülhamit Han tarafından yazdırılmış.

Aksa Haremi’nde Burak’ın indiği yerin yan duvarlarının arka kısmı yahudilerin Ağlama Duvarı. Yahudiler buranın Süleyman Mabedi’nden kalma en son kısım olduğuna inanıyorlar. Bu yüzden Ağlama Duvarı yahudiler için dünyadaki en kutsal yer. Tahrif olmuş bir dinden tuhaf yansımaları gözlemledik. Duvar oyuntuları arasına sokuşturulmuş Allah’a yazdıkları pek çok mektuplar. Başlarını ibadet maksadıyla öne arkaya sallayan insanlar gürûhu... Cennet bahçesi olduğuna inandıkları Zeytin Dağı’ndaki yahudi mezarlıklarında da ilginç manzaralarla karşılaştık. Kabir ziyareti yapan bir yahudinin kabrin köşesinde bulunan penceremsi boşluktan parfüm sıkması gibi. Zeytin Dağı hıristiyanlar için de kutsal. Çünkü Hazret-i İsa’nın buradan göğe yükseldiğine inanıyorlar.

Az bir yol yürüdük. Ruhuma serinlik veren bir mekândayız. Bir mağarayı, mahzeni andıran oda içerisinde: “Dünyadan olan nasibimi kâfirlere, ahiretten olan nasibimi müminlere bıraktım, ben yalnız senin ru’yetine talibim.” diyen Rabiatül Adeviye Hazretleri yatmakta... Mânâ çiçeğini koklamaya doyamıyoruz. Bütün mümin hanımlar olarak tek yürek niyazımız senin gibi buram buram ilâhi sevda kokan bir bahar olmak... Kervan, ahengini bozmadan bizleri dosttan dosta götürüyor.

“Selman bizdendir ve ehl-i beyttendir.” (Taberani) Hadis-i şerif’inin iltifatına mazhar olan Selman-ı Fârisî (r.anh) Hazretleri’nin kabr-i şerif’lerinde konaklıyoruz. Ne güzel bir han ki döşeği feyz, azığı muhabbet...

Ertesi gün Hazret-i Davut (a.s.) ve Hazret-i İsa (a.s.)’ın doğum yeri olan Beyt-i Lahm’a gidiyoruz. Hazret-i Meryem validemiz hamileyken Nasıra şehrinden buraya hicret ederek, şehrin yakınındaki bir mağarada Hazret-i İsa’yı dünyaya getirmiş. Bu mağara üzerine büyük bir kilise yapılmış. Kilisenin muhafaza edilen bu mağara kısmında hıristiyanlar hacı oluyorlar. Hazret-i Ömer (r.anh) Kudüs’ü fethettikten sonra bu mağarayı ziyaret etmiş, kilisenin yanındaki bir mekânda namaz kılmış ve buraya Hazret-i Ömer mescidi yapılmıştır. Hazret-i Ömer (r.anh) mescidinden çıkan ezan sesleri ruhlarımıza tatlı bir esinti verirken, ona karışan çan sesleri kulaklarımızı tırmalıyor. Hazret-i Ömer Mescidi’nin duvarında din, inanç ve özgürlüklere saygılı olunacağına ahdedilen pek çok sahabenin de imzasının bulunduğu Hazret-i Ömer (r.anh) belgesi mevcut.

Daha sonraki durağımız geçmiş tarihi oldukça uzun bir periyoda dağılmış olan Ehira şehri... Deniz seviyesinden 425 metre daha aşağıda olan Lut gölü (Ölü Deniz) şehrin uzun geçmişinden arda kalan en ibretli manzara... Bu manzara zihinlerimizi zaman tünelinden geçirerek Lut (a.s.)’ın devrine götürüyor. Lut (a.s.) livata illetine kapılmış olan kavmini bu hayasızlıktan kurtarmak, fıtrat-ı selimeye döndürmek amacıyla uzun uğraşlar vermiş ve defalarca uyarılarda bulunmuştur. Lut (a.s.)’ın tebliğ ve irşadları pek az bir kişi dışında bu azgın kavme tesir etmedi. O haldeyken azap onları yakaladı.

“Tanyeri ağarırken o korkunç çığlık onları yakalayıverdi. Şehirlerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.” (Hicr: 73-74)

Lut gölü şimdiki Ölü Deniz’dir.

“O yerler işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadir.”(Hicr: 76)

Kureyşlilerin ticaret kervanlari Şam ve Filistin taraflarina gidip gelirlerken sürekli olarak bu yerlerden geçiyorlardi.

“Siz onların yerlerinden sabah akşam geçip gidiyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Saffat: 137-138)

Âyet-i kerime’de başta Mekke müşrikleri olmak üzere, kiyamete kadar gelecek olan inkârcilar uyarilmaktadir.

Bu kissanin hasta gönüllerde yanki bulmasini dileyerek Halil şehrine uzaniyoruz.

Içimiz kipir kipir... Bir anda dört peygamberi ziyaret edecek olmanin mutlulugu, heyecani sariyor yüreklerimizi. Halil şehrine sükûnet hakim, tek tük insanlar görüyoruz çevremizde. Hazret-i İbrahim Külliyesi’ne varıyoruz. O zaman anlıyorum ki sükût Halil şehrinde bir peçe, peçeyi kaldırdığınız zaman mânevi yoğunluğun hakim olduğu bir çehre. Çehre ki güzelliğini gönülleri yıkayan dört ırmaktan almış. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in can kardeşleri Hazret-i Ibrahim, Hazret-i Yakup, Hazret-i Ishak, Hazret-i Yusuf ve eşlerinin kabirleri, Ibrahim Külliyesini şereflendirmiş.

Halilullah Hazret-i Ibrahim (a.s.) ateşe atilirken “Allah ne güzel vekildir, O bana yeter.” virdiyle insanlığa en güzel teslimiyet örneği sunmuş. Bizler de teslimiyet suyundan kana kana içme niyazıyla bu mübarek mekândan ayrılıyoruz. Halil şehriyle birlikte seyrimiz tamamlanıyor.

Gün kavuşma noktasında... İçimde Kahire ve Kudüs’ten hatıralar oynaşırken yurduma doğru yol alıyorum.