İmâm-ı Şâranî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin mürşidi, ümmî bir zât olan Ali Havâss -kuddise sırruh- Hazretleri Mısır'da yetişen velilerden olup, doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir.
Okuma yazması olmamasına rağmen, ilâhî ilimle Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerdeki en ince mânâlara nüfuz ederek, âlimleri hayrette bırakan son derece kıymetli ve derin sözler sarfetmiştir.
1534 yılında Kâhire'de vefat eden Hazret'in bilinen tek eseri olan "Kitâbü'l-Cevâhir ve'd-Dürer", hikmet dolu bazı sohbet ve sözlerini ihtivâ etmektedir.
İlâhî ilim dışında herhangi bir ilme sahip olmayan Ali Havâss -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın bildirmesi ve duyurması ile, velilere feyiz ve yardımın hangi kaynaktan geldiğini öğrenmiş; Hâtemü'l-enbiyâ ve onun kâmil vârisi Hâtemü'l-evliyâ'dan haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmette iki hâtem vardır ki, bunlar kâffe-i rütbe ve makâm-ı cami'dirler (bütün rütbe ve makamları üzerlerinde bulundurmaktadırlar) ve her bir makâmata (makamlara) vâristirler. Bunlar ehâdiyet cemiyeti (çoklukta birlik) ile ve gerekse vâhidiyette (vahdette) müstağrak kalmışlardır (gark olmuşlardır). Bunların imdat ve istimdatları (yardımları) ehâdi (tek) olsun, vâhidî (bir) olsun, avâlim-i mutlaka ve mukayyedeyi (mutlak ve kayıtlı âlemleri) ihata eder. Hatta ne kadar veli gelmiş ve gelecek ise bunların hepsi feyizlerini ve medetlerini bu iki zâttan almaktadırlar.
Bunlardan biri Hâtemü'l-enbiyâ, diğeri de Hâtemü'l-evliyâ'dır." (Kitâbü'l-Cevâhir ved-Dürer'den naklen)
Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm'ı halketmezden evvel bu iki hâtemi halketmiş ve bu iki kandile nasiplerini koymuş, gelen bu iki kandilden alacak. O ikinci kandilin suyu da aslen oradan geliyor.
Bu hususu biraz daha açalım:
Allah-u Teâlâ dilediği zamanda o kandillere dilediği nasibi koymuştur. Arş'ın üzerine her şeyi koyduğu gibi, kıyamete kadar alınacak nasipleri Hâtemü'l-enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e yerleştirmiştir.
Yani asıl kaynak odur. Fakat o ahirete gidince, o kaynağın suyunun, o kaynağın feyzinin devamı lâzımdır. Ve bunun bir deposuna ihtiyaç vardır, ki insanlar o depodan alabilsin. Binaenaleyh o ana depodur, bu da o depodan gelen depodur. Amma aynı sudur, çünkü o deponun deposudur. Allah-u Teâlâ, zamanında ona öyle yerleştirmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz 1400 seneden beri uzaklaştı, amma depo belirince oraya yaklaştırdı. O depodan gelen su depoya geldi, ezelden hem oraya koymuş, hem oraya koymuş. Kimisi nasibini oradan alıyor, kimisi nasibini buradan alıyor. Fakat vakit gelince bu depo açıldı. Bu depo açılınca, zaten oradan geldiği hem belli oldu, hem bir deponun mevcudiyeti belli oldu. Allah-u Teâlâ ezelden öyle halketmiş. O bütün âlemleri ihata eden bir depodur. Bu da onun deposundan gelen suyun deposudur. Buradan alacak. Kimisinin suyunu oradan ayırmış, kimisini buradan ayırmış. Ta ezelden öyle yapmış. Amma bu durum bugün tezahür etmiştir.
Nitekim Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri: "Mustafa yine geldi." buyuruyor. Onun irşadı, onun feyzidir. Her şey onun, o onun gölgesidir. Tek kelime ile; o değil amma o, yani onun gibi. Bunun mânâsı; onun vekili. O yok amma o var, onun vekili var.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Biliniz ki Resulullah aranızdadır." buyuruyor. (Hucûrât: 7)
Onun deposundan depoya geliyor. Ona ne ihsan etmişse oradan gelir. Allah'ım kadem-i mübârekelerinden ayırmasın!
•
Ali Havâss -kuddise sırruh- Hazretleri velilere feyiz ve yardımın Hâtemü'l-enbiyâ ve onun kâmil vârisi Hâtemü'l-evliyâ'dan geldiğini haber vererek şöyle buyurur:
"Ne kadar veli gelmiş ve gelecek ise bunların hepsi feyizlerini ve medetlerini iki zâttan almaktadırlar. Bunlardan biri Hâtem-i Enbiyâ, diğeri de Hâtem-i Evliyâ'dır." ("Kitâbü'l-Cevâhir ved-Dürer"den naklen)
Allah-u Teâlâ her şeyin küllîsini Resulullah Aleyhisselâm'a lütfetmiş. Fakat o da kandil, o da kandil; o da veli o da veli olduğu için, birbirine intikal ediyor, bir oluyor. Gaye bir, yol bir, gidiş bir... Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş.
İşte iki bedende bir ruh olmasından murad da budur.
Başka velâyet yaratmadığı için bütün velâyetleri oraya toplamış. Bütünüyle oraya intikal ettiği için, bu velâyetin üstünde de bir velâyet olmadığı için, velâyet ehli velâyetten nasibini oradan alacak.
Bütün bu değerler Hâtem iki olduğundan dolayıdır. Daha evvel geçmişti ki; o Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetinin hatmini taşıyor, o velâyet onlarda yok. Onun içindir ki ulü'l-azm peygamberler dahi Resulullah Aleyhisselâm'a ümmet olmayı talep etmişlerdir.
Sizin çok rahat anlayabileceğiniz bir temsil arzedeceğiz:
Farz-ı muhal ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in evi daha önce Mekke-i mükerreme'de idi, sonra Medine-i münevvere'ye geldi. O evden kalkmış o eve gelmiş. Orayı daha önce mekân tutmuştu, oradan çıktı, burayı mekân tuttu. Artık o oralı, o ev sayılmaz, bu ev sayılır. Niçin? Bu evde olduğu için. Oradan kalktı bu eve geldi. Şimdi bu evde aranıyor. O nerede ise o da orada. Üstelik diğer Hâtem de orada. Orada yalnızdı, oradan kalktı buraya geldi, iki oldu. Bir evde iki hâtem birleşti. Beden iki amma ruh bir. Çünkü oradan oraya gidiyor, orada bulunuyor. Zaten orası da bir nur.
Daha önce o kandilde idi, sonra bu kandile geçti. O da kandil, bu da kandil, onu da ezelden kandil yaratmış, onu da ezelden kandil yaratmış. O da bir nur, bu da bir nur. O da vazife, bu da vazife. O evden bu eve geçmiş, o olmuş. Vazife buraya intikal etmiş. Buradan tasarruf ediyor, çünkü hep O'nun. İki Hâtem'de birleşince iki binada bir ruh olmuş oluyor.
O ruhları bir yarattı, Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yarattı. Onunkisi küllî, berikisi cüz'î idi. Fakat küllî cüz'iye intikal ettiği zaman o da küllî oldu. Küllî nerede bulunursa külliyat oradadır.
Allah-u Teâlâ lütufların hepsini Resulullah Aleyhisselâm'a vermiş. En sevdiği o, en seçtiği o, en çok doldurduğu o. Hâtem-i enbiyâ'ya ne ki ihsan ettiyse o ihsanı Hâtem-i evliyâ'ya ilka etmiş, olduğu gibi ona intikal etmiş. Allah-u Teâlâ öyle koymuş, öyle murad etmiş.