Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Zikrullah kalplerin şifâsıdır." buyuruyor. (Münâvî)
Hırs, hased, riyâ, kin, kibir, ucb, gadap, şehvet, yalancılık... gibi ahlâk-i zemimeler kalp hastalıklarıdır. Şifâ bulmak için Hazret-i Allah'ı çok zikretmemiz gerekiyor. Bizde bu hastalıkların hepsi var değil mi? Hâlbuki bunların bir tanesi bile terakkiye mânidir. Bunlar bir bir giderilmedikçe kalbimize zaten hâkim olamıyoruz. Çünkü Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri insanın kalbini kötü sıfatlardan bir bir izale etmesini emrediyor. Etmezsek bu hakikat husule gelmez.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur'an-ı kerim'inde:
"Biz âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık." buyuruyor. (İsrâ: 70)
Acaba bütün insanlar bu vasfa haiz midirler? Hayır. Zira serkeş nefsinin kötülük dizginlerini salıverip gayr-ı meşru tecavüzleri ile şeriatı, tarikatı, hakikati çiğneyen ve süflî arzularının esiri olan insanlar, asla mükerrem olamazlar.
Mükerrem vasfına nâil olabilmek için nefsi tezkiye, ruhu talim ve terbiye etmek gerekiyor.
Nefsi tezkiye etmedikçe, ahlâk-ı zemimeleri gidermedikçe imanımız her an tehlikededir.
Meselâ hayvanî sıfatlardan şehveti ele alalım:
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyuruyor ki:
"Bir kul zinâ ettiği zaman iman kalbinden çıkar ve gölge gibi başının üstünde durur. Ancak tevbe ile geri döner." (Câmiu's-Sağîr)
Bir insandan iman gidince, ne yaparsa yapsın makbul mudur? Bu daha bir tanesi. Diğer bütün kötü sıfatların her biri, kendi icraatı ile bizi imandan uzaklaştırıyor.
Şu halde nefse galip gelmedikçe, insanî olmayan sıfatlardan uzaklaşmadıkça suretâ insan oluyoruz, icraatlarımız hep hayvanî oluyor.
Allah'ımız bizi hakikati görenlerden, mükerrem vasfına nâil olan bahtiyarlardan etsin.
Tasavvuf, insanın süflî hayattan ulvî hayata yükselmesi ve kendisi için mümkün en yüksek kemâle ulaşması için nefsini kötü huylardan, hayvânî sıfatlardan kurtararak ahlâkını düzeltmesini, içini ve dışını nurlandırmasını sağlayan bir disiplindir. Bu bakımdan tasavvuf, İslâm ahlâkının vücut bulmasında en büyük âmildir.
Ahlâk, insan ruhundaki huy dediğimiz bir meleke, bir hassa demektir.
Böyle bir meleke; ya hayırlı bir netice verir veya hayırsız bir netice verir. Bu ahlâki melekelerin güzel neticelerine "Ahlâk-ı hasene" veya "Ahlâk-ı hamide" adı verilir. Çirkin neticelerine ise "Ahlâk-ı zemime" denilir.
Edep, hayâ, tevazu, hilim, cömertlik, kanaat, tevekkül, sabır, şükür, merhamet, af ve müsamaha... gibi güzel huylar, ahlâk-ı hamidenin birer neticesidir.
Kin, kibir, ucb, şehvet, gadap, riyâ, hırs, haset, yalancılık, gıybet, su-i zan, koğuculuk... gibi kötü huylar da, ahlâk-ı zemimenin birer neticesidir.
İnsan dünyaya geldiğinde bu kötü huylardan hiçbirisi üzerinde yoktu. Bunları hep sonradan öğrenir ve itiyat hâline getirir. Fıtratta olmayan bu huylardan kurtulmak ve ahlâkı güzelleştirmek mümkündür...