Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Terbiye - Asalet - Edep (6) - Ömer Öngüt
Terbiye - Asalet - Edep (6)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Ekim 2024

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Terbiye - Asalet - Edep (6)

 

Sonra öyle mânevi tecelliler husule geliyor ki, kabı küçük, tecelliyât büyük olduğu için, bir tecelliyâtta bütün hakikati bildiğini, bir sınıfı bitirmekle mektebi bitirdiğini zannediyor. İkinci tecelliyâtla karşılaşınca, hakikati o zaman öğreniyor.

Bunun temsilini şöyle arzedelim:

Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm mağaradan çıkınca yıldızı gördü. "Bu benim Rabb'im." dedi.

Biraz sonra ay çıktı. "Bu ondan büyük, Rabb'im budur." dedi.

Daha sonra güneş çıkınca, onu hepsinden büyük gördü, onu Rabb olarak kabul etti. Vaktaki güneş battı. "Ben batanları, yok olanları sevmem." buyurdu ve yüzünü yeri ve gökleri yaratan Hazret-i Allah'a çevirdi. (Enâm: 77-78-79)

İnsan tecellileri böyle seyrettikçe, her defasında hakikati bildiğini zanneder. Bu çok uzun sürer. Hatta abd-i âcizde on iki sene devam etti. Karşılaştığımız her tecelliyâtta bütün hakikatlara vâkıf olduğumuzu, her şeyi bildiğimizi, öğrendiğimizi zannetmiştik. Vaktaki o safha bitti, ikinci safha açıldı, on iki sene sonra hiçbir şey bilmediğimizi öğrendik.

Nefis kendisinin hiçbir şey bilmediğini aslâ kabul etmek istemez. Hep kendi varlığını ortaya koyar ve bildiğini ihsas ettirir. Rehber-i sâdık olmasaydı, bu varlıklara nâil olurken hiçbir şey bilmediğini nasıl öğrenirdi? Zahirî ilimle bu hâl elde edilmez. Çünkü zahirî ilim insana varlık veriyor. Varlık ise büyüklüğe sevkediyor. Halktan ayrı daha yüksek, daha bilgili bir sınıfta olduğu zannını veriyor. Bunun için de hakikatten haberdâr olamıyor.

Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın bir tabiri var:

"Tavanda yanan lamba, odaya ışık vermez." buyuruyor.

Bir insan zâhirde kaldıkça, onun ışığı dimağdadır. Etrafını ışıtır, kendisine faydası olmaz. Kendisine faydası olması için, o ışığı içeriye alması icap eder. İçeriye alması demek, zâhirden bâtına geçmesi demektir.

Bunu nasıl öğreneceğiz? Meselâ zâhirde olan bir insan istediği yerde, istediği zaman namaz kılar, ibadet eder. Fakat istediği zaman kalbine düşen kötülüğü atmaya muvaffak olamaz. Hani senin ilmin, hani senin kuvvetin, hani iraden? Daha sen iç âlemine hüküm geçiremiyorsun ki başkasına nasıl sözün geçer? Burayı izah edebildik mi efendim? Yalnız zâhirde kalırsak kendimizi de kaybediyoruz. İçimize hâkim olmadıkça, nefis bizimle oynamış oluyor. Biz İslâm yolunda bulunuyoruz amma, o istediği tarafa rahat rahat çekebiliyor. Çünkü içe hâkim değiliz. Zâhirden bâtına ancak zikrullah ile geçilir...


  Önceki Sonraki