Filiz Hanım fakirlere yemek dağıtan bir aşevinde yıllarca gönüllü olarak hizmet etmiş, daha sonra başka bir yere taşındığı için bu hizmetten uzun bir müddet mahrum kalmıştı.
Seneler sonra bir vesile ile yolu yemek dağıtımında tanıştığı Ayşe Nine'nin evinin önünden geçmekteydi. Bunda bir hikmet aradı; o güzel insanı tekrar ziyaret etmek, elini öpmek, duasını almak, varsa bir ihtiyacı gidermek niyetiyle evin önünde durdu.
Ayşe Nine 87 yaşında, bir apartmanın giriş katındaki iki daireden birinde tek başına, görmeyen gözleri ile hayatını sürdürmeye çalışan yaşlı bir teyzeydi. Yemek dağıttığı zamanlar, Filiz Hanım bir seferinde yan dairede Ayşe Nine'nin öz oğlunun oturduğunu, fakat annesinin kapısını hiç açmadığını, halini-hatırını sormadığını öğrenmiş, büyük bir şaşkınlık ve üzüntüyle: "Ayşe Teyzeciğim yan komşun oğlunmuş?" diyerek işin aslını öğrenmek istemişti. Ayşe Nine'nin o gün verdiği cevap halen daha, sanki yeni takılmış çok değerli bir küpe gibi kulaklarındaydı: Ayşe Nine "Evladım!" diye söze başlamış, "Düşman karından da olur kanından da, sen herkese dost olmaya, gönüller kazanmaya bak!" demişti.
Bu sözler o günlerde kardeşi ve çocukları ile sıkıntılar yaşayan Filiz Hanım'ın kanayan yarasına ilâç olmuştu. Gün boyu bu sözlerin etkisi ile dolaşan Filiz Hanım günün sonunda kendi kendine şöyle demişti: "Öyle ya! Kalpler Hazret-i Allah'ın elinde. Ben kalbimi O'na hasretmeliyim, sevgi ve umut ile beslemeliyim ve yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevmeliyim. Kin, nefret ve düşmanlık gibi kötü duyguları kalbimden uzak tutmalıyım." Ve öyle niyet etmişti. Seneler içerisinde o günkü niyetinden sonra üzüntüleri hafiflemişti. Zaman zaman "Burası imtihan dünyası" diyerek Ayşe Nine'yi hatırlayıp teselli buluyor, sıkıntılarının bir gün biteceğini ümit ve niyaz ediyordu.
Bütün bu düşünceleri bir filim şeridi gibi zihninden geçiren Filiz Hanım apartmanın önüne geldi, zile bastı. Kapıyı açan olmadı. Meraklanmıştı, acaba vefat mı etmişti? En doğal, en yakın haber kaynağı olduğunu düşünerek oğlunun ziline bastı ve Ayşe Teyze'yi aradığını ama bulamadığını ifade ederek nerede olabileceğini sordu. Cevap olarak sadece buz gibi bir kelime ile karşılaştı: "Bilmiyorum!" Cevap bu kadardı. Bu kelime Filiz Hanım'ın yüreğine bir kor gibi düştü. Çok acıdı içi.
"Sadece kendisini bilen ve önemseyen bir nesil sessiz sessiz kartopu gibi büyüyerek üstümüze geliyor!" diye düşünüyordu. Tam o sırada üst komşusu pencereden dışarı baktı:
- "Kimi aramıştınız?"
- "Giriş kattaki Ayşe Teyze'yi."
- "Onu bugün en üst komşu iştahtan kesildiği için arabası ile arka sokaktaki hastaneye kaldırdı."
Filiz Hanım hiç zaman kaybetmeden hastaneye gitti ve Ayşe Nine'nin odasını buldu. Tam kapıdan girerken doktor da gelmişti. Birlikte Ayşe Nine'nin yanına yürüdüler. Doktor Ayşe Nine'nin tahlillerine baktıktan sonra "Teyzeciğim kan sonuçların oldukça iyi, bedenin gayet güçlü, ama neden yemezsin içmezsin? İştahın ve moralin neden düşük?" diye sordu.
"Evladım benim bedenimde değil, gönlümdedir sızı." diye cevap verdi Ayşe Nine. Filiz Hanım bir an oğlunu kast ettiğini düşündü. Oysa konuşunca anladı ki o gönlüne bütün mazlumları doldurmuş, onların derdi ile dertlenmişti; evi yıkılan ile üzülmüş, çocuklarını kaybedenler ile ağlamış; anne ve babasının arkasından feryat eden, çamur toz ve kan yüzlü çocukları, öldürülen bebekleri gördükçe kahrolmuştu. Bu üzüntülerle yemeden içmeden kesilmiş, gecesi gündüzü şu Âyet-i kerime'yi okumakla teselli bulmuştu:
"Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Başlarına öyle yoksulluk ve sıkıntı geldi, öyle sarsıldılar ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" demişlerdi. Biliniz ki Allah'ın yardımı çok yakındır." (Bakara: 214)
Filiz Hanım Ayşe Nine'den yine çok etkilendi ve kendi adına çok üzüldü. Toplumun geldiği durumu, işlenen suçları, canına kıyılan çocukları, bütün bunlara karşı toplumun vurdumduymazlığını düşündü.
Halbuki Resulullah -s.a.v.- Efendimiz:
"Mü'minlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir." buyurmuşlardı. (Hâkim)
Oysa kendisi sadece kendi nefsi ile ilgili üzüntüleri dert edinir, başka müslümanların derdini ise sadece bir filim izler gibi izleyerek geçiştirir olmuştu.
Ve başka bir Hadis-i şerif'i hatırladı:
"Bir müslümanın yanında yokken din kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul olunur. Onun başında bu iş için görevli bir melek bulunur. Din kardeşi için hayırla duâ ettikçe o görevli melek 'Âmin! Kardeşin için istediğinin bir misli de sana verilsin.' der." (Müslim)
Dünyada yaşanan zulümleri engellemek, müslümanların sıkıntılarını gidermek için onun yapabileceği şeyler çok sınırlıydı, fakat her dâim duâ edebilir, kendini daha çok Hazret-i Allah'a arzedebilirdi. "Böylece hem onların dertlerini dert edinmiş olur, hem de müslümanlık vazifemi bir nebze olsun yerine getirmiş olurum" diye düşündü.
Bu düşüncelere dalınca kalbini büyük bir huzur, içini bir sevinç kapladı. "Topluca, sıkıntılarımızın selâmeti için, her birimiz bencillikten uzaklaşarak, ümit ile birbirimize dua edebilsek ne güzel olurdu." diye düşündü.
Filiz Hanım Ayşe Nine'den yıllar sonra yine büyük dersler almıştı. Kendisine çok teşekkür etti, hayırlı şifalar diledi, elini öptü ve derin düşüncelerle yanından ayrıldı.