Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Bedir Savaşı sonrası Bedir'den ayrılacağı sırada müşrik ölülerinin atıldığı kuyunun yanına gelerek:
"Ey kuyuya atılanlar!" diye seslendikten sonra bir bir isimlerini saydı, sonra şöyle buyurdu:
"Siz Allah'a ve Resulullah'a itaat etmiş olsaydınız sevinirdiniz.
Biz Rabb'imizin bize vâdettiği nusret ve zaferi gerçek bulduk, siz de Rabb'inizin vâdettiği nusret ve zaferi gerçek buldunuz mu?"
Onun bu veciz hitabı, eşi görülmemiş ilâhi bir intikam idi.
Bunun üzerine Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz:
"Yâ Resulellah! Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu cesedlere mi sesleniyorsun?" dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
"Muhammed'in hayatı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz." (Buhârî)
Âkıbetleri işte böyle oldu. Kendilerinden önceki inkârcıların âkıbetleri gibi oldu.
•
Âlem-i berzah; ölüm ile kıyamet günü arasındaki zamandır, dünya ile ahiret arasında bulunan intikal âlemidir.
Ölümle cesetten alâkasını kesen ruh, berzah âlemine geçer. Ruh orada ameline göre ya rahat yaşar veya azap çeker.
Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.
Cenâb-ı Fahr-i Kaînat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." buyurmuşlardır. (Tirmizi)
İyiler âlem-i berzahta mükemmel bir hayat sürüyorlar, diğerleri ise bir azap içindeler.
İnsanın kabirdeki bu yaşayışı dünyadan alâkasını kestiği andan itibaren başlar.
Kabir yalnız bir perdeden ibarettir. Ahirete intikal edenlerle dünya arasında incecik tül kadar bir perde vardır.
İmanla göçen kâmil insanların ölmediğini ve Rabb'imizin onları her şeyden haberdar ettiğini bilmemiz lâzım.
Senin geldiğini, niçin geldiğini, ne söyleyeceğini bilirler ve her şeyi duyarlar.
Biz onları göremediğimiz için, ölü deriz, çürüdü deriz, kabirde deriz. Bizim ruhumuz ölmüş de farkında değiliz. Bu bakımdan hâlimize bakarlar da gülerler.
Yunus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri;
"Ölenler hayvan imiş, âşıklar ölmez." buyururlar.
Diğerleri de her şeyden haberdardır, fakat hiçbir şeyle mukabele edecek durumda değildirler.
•
Kabrini ziyaret ettiğimiz zât eğer uyanık ise, sizin ne maksatla geldiğinizi, ne yaptığınızı, ne okuduğunuzu bilebilir.
Hâlbuki biz onu ölü zannederiz.
Bir zât-ı muhterem, Allah dostlarından bir zâtın kabri başına gelmiş.
"Yâ Rabb'i!" demiş, "Araplarda bir âdet var, köle âzad edecekleri zaman bir sevgilinin kabri başında âzad ederler. Ben senin âciz bir kölenim, ne olur bu zâtın yüzü suyu hürmetine beni affet, beni âzat et."
Bu hâl Hazret-i Allah'ın o kadar hoşuna gitmiş ki, ilhâm vasıtası ile kendisine; "Bu duâyı yalnız kendin için mi yapıyorsun?" denilmiş.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." buyurmuşlardır. (Keşfü'l-Hafâ)
Bu bakımdan ehl-i kemâl kimselerin ziyaret edilmesinden büyük menfaatler husule gelir, oradan boş dönülmez.