O şöyle buyurmuştur:
"O hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır." (Hadîd: 3)
"Evvel" ve "Âhir" buyurması; "İsmi mübarek olan Allah'ın var olup, O'ndan başka hiçbir şeyin mevcud olmaması ve aynı şekilde O'nun zevâl bulmasının da imkânsız olması" demektir.
Sonra mülkünü başlatacak olan şeyle başlangıcı meydana getirdi, daha sonra gökleri ve yeri inşâ ettiği şeyle yarattıklarını da inşâ etti.
Arş, kürsî, nur, zulmet (karanlık), levh, kalem, cennet, ateş (cehennem), halk ve ahlâk bundan daha önce idi, tâ ki Âdem -salavâtullâhi aleyh- ile eşini kendisine has bir yaratılışla yaratsın, o ikisiyle gökyüzünden halkı çoğaltıp yaysın; sürelerinin tamamlanışına karşılık da, sûretlerinin içine ruhunu nefhetsin ve dünya eceliyle huzuruna çıkarsın…
O, gökleri ve yeri katlayıp kaldırarak, arştan toprağa kadar uzanan her şeyin içine gark olduğu şeyin kendi azamet-i ilâhi'si olduğunu görünür kılacak; O'nun çok keremli ve daimi olan vech-i ilâhi'si bâki kalacak ve:
"Bu gün mülk kimindir?" buyuracaktır. (Mümin: 16)
O'na cevap verebilen tek bir kişi dahi bulunmayacak, ardından yine bizzat kendi Zât'ı cevap vererek:
"Tek ve kahhâr olan Allah'ındır!.." buyuracaktır. (Mümin: 16)
"Tek"liği, ilâhlığıyla; "kahr"ı ise yarattıkları ile ilgilidir.
O yarattıklarının tümünü ilâhi azametinin içine gark etmiştir, kahrını da yine onların üzerinde yürütecektir. Onlardan ilâhi azametini saklayıp perdelemiştir, tâ ki onlar sanki kaybolup yok olmuş gibi olsunlar…
O -Azze ve Celle- yine şöyle buyurmuştur:
"O'nun zâtından başka her şey helâk olucudur." (Kasas: 88)
O'nun yanında helâk olacaktır. Allah bilendir!..
Bil ki arş, cennetin ve nârın (cehennemin), birbirinden ayrılan göklerin ve yerlerin dışında bulunan şeydir; onda kaybolunup toprağa kadar ulaşılır.
Nitekim onlar en başındakilerden tâ en sonundakilere dek, azamet ve uluğun yegâne sahibinin azamet-i ilâhi'sinin içine batıp gark olmuşlardır; onların helâk oluşları ile kerim ve daim olan vech-i ilâhi'nin bâki kalışı da buna göre gerçekleşir.
O "Evvel"dir; O "Var" iken O'ndan başka hiçbir şey mevcud değildi; halkı gark ettiğinde de kendi azamet-i ilâhi'sininin içine gark etti.
O "Âhir"dir; çünkü yarattıklarından her bir şeyi sonradan başlatarak görünür hâle getirdi.
O, mülkünü başlatması ve zuhur ettirip görünür kılması hususunda da "Evvel"dir. Ardından yarattıklarını da ancak, onlardan bir şeyden sonra diğer bir şeyi zuhur ettirerek görünür hale getirmiştir.
Daha sonra ise kıyamet gününü izhar edip, ilâhi azametinin zuhuruyla bu kez onları onun içine gark edecektir.
Şu halde zuhur ettirme hususunda "Evvel" olan da, zuhur ettirme konusunda "Âhir" olan da O'dur.
"Evvel"in "Âhir"i de, "Âhir"in "Evvel"i de O'dur.
O'nun:
"Hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır." (Hadîd: 3)
Buyruğuna gelince;
O'nun vech-i ilâhi'sinin vechlerinden üçü üzere bizâtihi kendisinin zuhur ettirmesidir.
Nitekim dünyada kalplerin üzerinde; mülk, rubûbiyyet, kudret-i ilâhi, tedbir-i ilâhi, lûtf-i ilâhi, iyilik, ilâhi rahmet, ilâhi re'fet, [61a] ilâhi minnet, ilâhi ihsan, ilâhi uzanış, ilâhi fazilet ve üstünlük, şükür, ilâhi mümküniyet ve taşkınlık ile sevâb'ı zuhur ettiren O'dur.
Ayrıca buna karşılık korku, ümit, ilâhi haşyet, ilâhi muhabbet, ilâhi heybet, hayâ, ünsiyet, ilâhi şevk ile iştiyâkın kalpler üzerinde doğmasını sağlayarak "Tevhid"i zuhur ettiren de O'dur.
O'ndan gayrı herkesin O'na doğru ilerleyerek; O'nunla itminan bulması, O'na murâkabede bulunması, O'nunla sükûna erip yatışması, O'na kavuşması ve O'nunla rahat bulması, has meclislerde O'nunla karşılıklı olarak konuşması ve Rûh'un nefes alıp ferahlaması son bulmaz.
İşte bu şeyler, bu mertebeler üzerinde ilâhi yakınlıkla teyid görenlerin mânevi gıdasıdır.
Daha sonra onlar O'na karşı yerine getirilmesi gerekeni yerine getirip, âhiret için inşa edeceklerini inşa ederler.
Onlar tek bir yükselinecek zeminde toplanıp bir araya gelirler.
Onlara ilâhi azametini, saltanatını, ululuk ve izzetini, celâlini, kibriyâsını, sürükleyiciliğini ve çarpıcılığını zuhur ettirip görünür kılar; tâ ki kalpleri uyuşup alışsın, nefisleri silinip süpürülsün, akılları durgunlaştırılıp yatıştırılsın, ihmâl edip üşendikleri şeyin gücünden ayrılıp uzaklaşsın…
Onlara: "İcâbet etmeniz ve yerine getirmeniz vacip olan bu şey nedir?" denildiğinde:
"Bize ancak dehşetin ve zuhûlün bildirilip öğretilmesidir!" derler.