Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Terbiye - Asalet - Edep (4) - Ömer Öngüt
Terbiye - Asalet - Edep (4)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Ağustos 2024

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Terbiye - Asalet - Edep (4)

 

Şimdi tasavvur buyurun ki bu yollardan geçmeyenlerin durumu nedir? Allah'ımız bizi bize bırakmasın.

Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Ey Allah'ım! Gözümü açıp kapatıncaya kadar beni nefsime bırakma ve bana verdiğin iyi şeyleri benden geri alma." (Bezzar)

Diye niyazda bulunursa bize ne düşer? Bizim halimiz ne olur? Mevlâ bir an bırakırsa, helâk olduğumuza en büyük işaret değil midir?

Hepimiz "Elhamdülillâh müslümanız." diyoruz, İslâmiyet'i yaşamaya gelince, nefse zor geldiği için hiç de oralı değiliz. İmanın kemâline nâil olmadıkça, kendimizi çok rahat aldatırız. Muhakkak yoluna girmemiz lâzım.

İmâm-ı Şârânî -kuddise sırruh- Hazretleri; "İntisap etmeyenlerin ekserisinin mort olarak gideceğini" söylemişler, Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri de; "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." buyuruyorlar.

İntisap etmeden evvel bir insan gayet rahat ve serbest bir yol üzerinde bulunur. İntisap edip mektebe alınınca tatbikatlar başlıyor ve daha önceleri "İslâmım" demesinin suretâ olduğunu kendisi de idrâk ediyor.

Hazret-i Allah'ın ihsanı olmadıkça insanın insana verebileceği hiçbir nesnesi olamaz. Vereceği bir nesnesi varsa ilmel-yakîndir, kitaptan kafaya alır. Kalbinde yok ki başkasının kalbine nakşedebilsin.

Mevlâ bir kimsenin bâtınında hikmet husule getirirse, hikmet ile konuşur. Nasipdar olanlar nasibini aldıkça dolar. Bu feyiz Hakk'tan geldiği için çok tesirlidir. Yalnız şu şartla ki, Tevhid tohumu her şeyden evvel kemâl bulmuş bir elden kalbe düşecek, o zaman neşvünemâ bulup filiz verir. Kemâle ermemiş bir tohum filiz veremez. Dikkat buyurursanız bir filiz yerden çıkarken ayak altındadır, boynu eğiktir, bir damla suya muhtaçtır. Fakat o incecik filiz büyüdükçe koca toprağı hatta kayayı da yarıp geçiyor. İnsanın tekâmülü de böyledir. Ezilmeye, büzülmeye yanaşmayan bir insan, kırılmaya ve kurumaya mahkûmdur. Yani hemencecik kemâl bulmaya imkân olmuyor.

İşte kâmil bir rehber vâsıtasıyla ezelî taksimattaki nasip alındıkça, takvâ üzerindeki incelikler ve dikkatler artık artmaya başlar. Böylece iman da tekâmül eder. Şimdi imanın tekâmüliyeti üzerinde biraz duralım.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İman iki yarımdır. Yarısı sabırda yarısı şükürdedir." (Câmiu's-Sağîr)

Buradaki sabır, Hazret-i Allah'ın nehyettiği şeylerden ictinab etmek; şükür ise, ne ki emrettiyse seve seve yapmaktır. Yapmak başka, seve seve yapmak başka.

Meselâ; zekât, seve seve veriliyorsa kabulüne delâlettir. Bir vazifedir, mecburiyettir diye veriliyorsa, sadece farz yerine gelir. Namaz da, diğer ibadetler de böyledir. O aşk yoksa asıl ruhuna inilmemiş olur. Hakiki sabır ve şükür buradan başlıyor. Nefis bizi hiç bu yola sokmuyor değil mi?

Diyelim ki hem sabrettik, hem şükrettik; böylece iman husule geldi. Bu sefer önümüze ikinci bir Hadis-i şerif çıkıyor:

"İman üryandır, libası takvâ, ziyneti hayâ, semeresi ilimdir." (Beyhakî)

İman meydanda yanan bir kandil gibidir, bir rüzgâr gelir onu söndürür, karanlıkta kalırız. Bir fanus geçirilirse söndürülemez. Bu şişe takvâdır. Bunların üzerinde durduğumuz zaman, insanın kendiliğinden takvâya ve o takvâya vesile olan Tarikât-ı âliye'ye düştüğünü görürüz.

Haram-helâl üzerinde durmamız, imanı zedeleyici her türlü şüpheli noktalardan kaçınmamız bizi takvâ şişesinin içine atar...