Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (216) - Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (7) - Ömer Öngüt
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (7)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (216)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Ağustos 2024

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (216)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (7)

 

O Hükmünü Yürütür:

Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri "Fîhi mâ Fih" adlı eserinin "Otuz Birinci Fasl"ında şöyle buyuruyor:

"Hazret-i Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-den sonra kimseye vahiy gelmeyecek derler. Niçin olmasın? Olur. Ama ona vahiy demezler. Onun manası;

"Mümin-i kâmil'in ferasetinden korkunuz. Çünkü o Azîz ve Celîl olan Allah'ın nuru ile bakar." (Münâvî)

Hadis-i şerif'inin mânâsıdır. Allah'ın nuru ile baktığı için o, her şeyi, evveli ve sonu, orada olanı ve olmayanı görür. Çünkü bir şey Allah'ın nurundan gizli kalabilir mi?

Şu halde ona her ne kadar vahiy demezlerse de, bu vahyin mânâsıdır."

Muhyiddîn-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri de "Fütûhâtü'l-Mekkiyye" isimli eserinde:

"Onun menzili, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in cesedinden bir tüyün menzilidir." buyuruyor.

O Muhammed Aleyhisselâm'ın nurundan bitmiş bir tüydür. Yani Allah-u Teâlâ'nın yarattığı "Nur"unun tüyüdür, "Nur"unun nurudur.

Onun tüyü olduğu için aynı kan. Bütün sır bunun içinde. Onun tüyü demek o demek, o demek o demek. Hâtemü'n-nübüvve'nin tüyü olduğu için o sayılıyor. Başka tüy yok, başkasında da o tüy yok. Hâtemiyet buradan geliyor, onun tüyünden ötürü geliyor. Onun tüyü çünkü.

"İnsanları Allah'a çağıran, kendisi de sâlih amel işleyen ve 'Doğrusu ben Müslümanlardanım!' diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet: 33)

Binaenaleyh! Allah-u Teâlâ her an peygamber gönderecek değil. Ama dilediği zaman O hükmünü yürütür. İşte hüküm. Ben kendimden konuşmuyorum, ben şudur da demiyorum. İlâhi hüküm budur diyorum, bu resmen mânevi davettir.

Abdullahi Bosnavî -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyuruyor:

"O Resulullah'ın halifesi değil, bizzat Allah'ın halifesidir." (Şerhi'l-Füsus lil-Bosnavî, Nafiz Paşa, nr. 536)

Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

"Resul ve nebilerin vekilidir, işte peygamberler bunu vekil etmişlerdir." (Fütûhü'l-Gayb, 33. Makâle)

Onların vazifesi bitti, onlar çekildiler ve onların vazifesini o yapacak, onları aratmayacak.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "234. Mektub"unda şöyle buyuruyor:

"Bu vakit, öyle bir vakittir ki; zulümle dolu böyle zamanlarda önceki ümmetlere, şeriati diriltmek ve yenilemek için peygamberlerden büyükleri Ulül-azm gönderilirdi.

Bu ümmet, en hayırlı ümmettir. Bu ümmetin peygamberi ve peygamberlerin de en sonuncusu olan Zât -sallallahu aleyhi ve sellem- âlimlere, İsrail oğullarının peygamberleri kadar mertebe verdi. Peygamberlerin varlığı yerine, âlimlerin varlığı ile yetinildi.

Bundan dolayı, her yüz senenin başında, şeriati diriltmek ve canlandırmak için, bu ümmetin âlimleri arasından müceddid tayin edildi. Hele bin sene geçtikten sonra... Önceki ümmetlere, bu kadar süre geçtikten sonra, büyük peygamber Ulü'l-azm gönderilirdi. Bu sürede herhangi bir peygamberle yetinilmezdi.

İşte böyle bir vakitte, önceki ümmetlere gönderilen büyük peygamberlerin yerini tutacak, tam arif ve âlim müceddid -dini yeniden yorumlayan- gerekmektedir." (234. Mektup)

Burada size bir sır açalım.

Allah-u Teâlâ Mürselât Sûre-i şerif'inin 4. Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!" (Mürselât: 4)

Mülkün sahibi Hazret-i Allah dilediği zaman dilediği şekilde mülkünü yönettiği gibi, dinini yönetmek için de dilediği zaman dilediğini gönderir. Hüküm O'nundur.

Allah-u Teâlâ'nın emir ve nehiylerini ümmetlerine tebliğ eden peygamberler ve onların vekilleri de bu Âyet-i kerime'nin şümulüne girmektedir.

Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Acı ve tatlı sulu iki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahmân: 19-20)

Bu karışmamanın bâtınî mânâsı; Allah-u Teâlâ hakikati de salmıştır, dalâleti de salmıştır. Fakat aralarında mürşid-i kâmil vardır, birbirine karışmazlar.

Burada Allah-u Teâlâ kudretini izhar ediyor. "Ol!" demekle perde husule geliyor, "Karışma!" emrini veriyor. Tatlı ve tuzlu sular birbirine karışmıyor. Bu engeli koyan O'dur.

Kudretini öyle bir koyuyor ki, o perde O'nun hükmü oluyor. O böyle hükmetti, o berzahı kurdu. O berzahı aşmak mümkün değil. Hakikat bir tarafta kaldı, dalâlet bir tarafta kaldı. Hükmünü yürüttü; berzah oldu, perde oldu. Fakat görünüşte perde.

Aslında perde diye bir şey yok, Allah-u Teâlâ'nın hükmü var.

Diğer Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarına da karışmalarına engel olan bir perde koyan Allah'tır." (Furkân: 53)

O tatlı denizden murad; o su, susuz olanları sular, onların gönüllerini yıkar, nasibini verir, mutmain eder, yol aldırır.

Diğeri ise tuzlu ve acıdır, onlarınkisi fayda vermez. O berzahın ötesinde kalanlar dalâlet ehlidirler. Onlarda su var gibi görünür. Fakat ne susuzluğunu giderir, ne de suya kandırır.

Asıl perde O'nun emri ve hükmüdür. O'nun emri ve hükmü yürüyünce hakikat ile dalâlet birbirine karışmıyor.

"De ki: Hak geldi, bâtıl gitti." (İsrâ: 81)

Âyet-i kerime'sinin tecelliyâtına yalnız bunlar mazhardırlar.

Bu vazifeyi yapanlar, hakkı söyleyenler, hakkı tebliğ edenler de bunlardır.

Hakkı hak olarak gösterirler, Hakk'a dâvet ederler. Bâtılı ve bâtıl yolların içyüzünü tarif ederler ve bâtıldan sakındırmaya çalışırlar.

Bunlar iman kurtarıcısıdırlar. Allah-u Teâlâ bunları bu vazife için; her türlü kötülüğü, bilhassa bölücülüğü, tefrikayı, ezcümle şerleri defetmek için, din-i İslâm'ın bütünlüğünü sağlamak için ve:

"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde benden korkun." (Müminûn: 52)

Âyet-i kerime'sinde belirtildiği üzere; müslümanları o bir fırkaya çekmek için, ciddi bir berzah koymak için, hak ile bâtılı tamamen ayırmak için göndermiştir.

Nitekim Seyyid Abdülkadir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fethu'r-Rabbânî" adlı eserinde şöyle buyurur:

"Yerine göre halkın tepesine bir tokmak olur. Hak olanla bâtıl olanı birbirinden ayırt eder." (60. Meclis)

İşte bu büyük fitne ve şerlerden kurtarmak için, nûr-i ilâhî'yi yaymak ve tokmağı vurmak için, hak ile bâtılın arasını ayırt etmek için; işte bu cihadçılar bu vazife ile gönderilmişlerdir. Bu ilâhî bir lütuftur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Hatırla o zamanı ki, biz peygamberlerden kesin söz almıştık. Resul'üm! Senden de, Nuh'dan da, İbrahim'den de, Musa'dan da, Meryem oğlu İsa'dan da." (Ahzâb: 7)

Ahzâb Sûre-i şerif'inin 7. Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ'nın Resulullah Aleyhisselâm başta olmak üzere diğer Ulü'l-azm peygamberlerden söz aldığını; buradaki söz almaktan muradın, Resulullah Aleyhisselâm'ın da kendisinden sonra gelecek olan vekilini tasdik etmesinin ve desteklemesinin icabettiğinin bir ifadesidir.

Bu emr-i ilâhi karşısında melâike-i kiram da destekler, Peygamberân-ı izâm da destekler, Ashâb-ı kiram da destekler, Evliyâullah Hazerâtı da destekler, sâdık ve sâlih müminler de destekler.

Niçin Allah-u Teâlâ destekliyor? Niçin melekler destekliyor?

Çünkü onu O öne sürmüş.

Böyle bir karanlık devir içinde Allah-u Teâlâ böyle bir nuru indirdi. Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın onun irşadını yayacağını buyuruyor ve yaydı.


  Önceki Sonraki