Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı; sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."& (Tirmizî: 2345)
İşte gerçek tevekkül budur!
Bir kimse Allah'tan korkar, emredilen ve yasaklanan hususlarda takvâya riâyet eder, sebepleri yerine getirdikten sonra tam bir tevekkülle Rabb'ine yönelirse; Allah-u Teâlâ onu sıkıntıdan, hüzün ve kederden kurtarır, tahmin edemeyeceği, aklına gelmeyen yerlerden rızık kaynakları verir, onu başkasına muhtaç etmez.
Tevekkül makamına yükselen takvâ ehli, dünya maîşetlerini şu Âyet-i kerime'lerde ifade edilen gayb hazinesinden temin ederler:
"Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder, sıkıntıdan kurtarır." (Talâk: 2)
Dünya ve ahirette her türlü üzüntüden çıkacak bir yol bahşeder. Düştüğü darlıktan ve âile yüzünden çekmekte olduğu sıkıntılardan kurtulacağı bir çare gösterir.
"Ona hayaline gelmeyecek yerlerden rızık verir." (Talâk: 3)
İlâhi haşyet gönülde bulunduğu takdirde, Allah-u Teâlâ ona bir çare yaratır ve ummadığı yerden nasibini verir.
"Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter." (Talâk: 3)
Sebeplere dayanma sınırlı, Allah'a güvenme ise sınırsızdır. Kuvvet ve emniyet sebeplere dayanmakla değil, ancak ve ancak Allah-u Teâlâ'ya güvenmekledir. Şu kadar var ki; sebeplere sarılmak tevekküle mâni değildir, çünkü bu husus ilâhî bir emirdir.
Bu durumda neticeye kolayca varılır, işler kolayca hâl imkânı bulur ve kişi kolaylıklar içinde ömrünü huzurlu olarak devam ettirir.
Tevekkül edenin muradı, Allah-u Teâlâ'nın irade ve rızâsına teslim olmaktan ibaret olursa, Allah-u Teâlâ onun mükâfatını büyütür.
"Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir." (Talâk: 3)
Hiçbir güç ve kuvvet Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirmesine mâni olamaz. Hükmünü istediği gibi yürütür.
"Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir." (Talâk: 3)
Ondan önce de meydana gelmez, sonraya da kalmaz. Hiçbir şey tesadüf ve başıboş değildir.
Müşrikler, Avf bin Malik -radiyallahu anh-in oğlunu esir almışlardı. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek fakirliğinden şikâyet etti.
Resulullah Aleyhisselâm ona;
"Allah'tan kork ve sabırlı ol. Sana ve annesine:
'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh' sözünü çokca söylemenizi tavsiye ediyorum."
Onlar da bunu yaptılar. Uzunca bir süre geçmeden oğlu birden kapıyı çalıverdi. Beraberinde yüz deve vardı. Düşmanın gâfil olduğu bir sırada ellerinden kaçıp kurtulmuş, onları alıp getirmişti. Bunun üzerine Talâk Sûre-i şerif'inin 3. Âyet-i kerime'si nâzil oldu.
Ahmed bin Hanbel'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; "Bir kulun, günahları sebebiyle kendi payına düşen rızıktan mahrum edileceğini" beyan buyurmuşlardır.