Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:
"Biz nihayeti bidayete yerleştirdik." buyurdular.
Yani diğer yolların nihayetinde elde edilen, Tarikât-ı Nakşibendiye'de başlangıçta elde edilir. Size bu sırrı şöyle arz edelim:
Pirân-ı izâm, mânevi tasarrufları ile müridin ruhunu alıyorlar ve nasibi kadar ona yol veriyorlar. Ruh bir nebze tekâmül edince bırakıyorlar. Çünkü nefisle beraber yürümesi icabediyor. Ruh kuvvet bulunca, nefis ister istemez ruha tâbi olmak mecburiyetinde kalıyor. Ruh kuvvet bulduğu için, nefisle mücâdele kolaylaşıyor. Tarikât-ı Nakşibendiye'nin, yolu kestirmeden alışı buradan doğuyor. Nefis terbiyesine girmeden önce ruhu yükseltiyorlar. Diğer yollarda ise evvelâ nefsi tezkiyeden başlanıyor, hayli tezkiyeden sonra ruha geçiliyor. Fakat kuvvet bulmayan bir ruhun yanında nefsi tezkiye etmek çok zordur. Bir ömür bile kâfi değildir. Yani nefsi tezkiye edeceğim derken kimisi de ömrünü tüketmiş oluyor. Eğer nasibi varsa sonra ruha geçiyor. Tarikât-ı Nakşibendiye'de doğrudan doğruya ruhtan çıkış yapıldığı için, bir mürid onların seneler sonra ulaşacağı menzile bir anda yetişmiş oluyor. O mesafeyi kestirmeden katediyor. Nefis ile ruh yollarının ayrıldığı nokta burasıdır.
Mürid "Seyr minallah"da yola çıkar, altı mektepten birincisi burada tamamlanır. Sonra "Seyr ilâllah", "Seyr fillâh", "Seyr billâh", "Seyr anillâh" gibi Hakk'a tekarrubiyet seyirleri başlar.
Nefis kalpten, ruhtan, sırdan, hafâ ve ahfâdan çıkarıldığı gibi, murakabalar da tıpkı bunun gibidir, sırayla gider. Murakabalardan geçtikçe iman tekâmül eder. Bu mevzular iç âlemi olduğu için size tamamen yabancı geliyor. Fakat büsbütün yabancı kalmamanız için bir iki temsilini arz edelim:
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur'an-ı kerim'de:
"Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." buyuruyor. (Hadid: 4)
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de buyururlar ki:
"İmanın efdâli, her nerede olursa olsun Cenâb-ı Allah seninle hâzır ve her haline nâzır bulunduğunu bilmendir." (Taberânî)
Bu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'de "Murakaba-i Maiyyet"e işaret edilmiştir. Samimi olarak itiraf edersek, biz yapacağımız işleri yaparken Cenâb-ı Hakk'ın varlığını hiç göz önüne getirmiyoruz. Bizi gördüğünü aynel-yakîn bilmediğimiz için hiç beğenilmeyen işler yapıyoruz. "Murakaba-i Ehadiyet"den sonra ancak "Murakaba-i Maiyyet"e geçildiği zaman, bu Âyet-i kerime'nin tecelliyatı husule gelir. Buraya ulaşan bir insan Cenâb-ı Hakk'ın her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilir.
"Akrabiyye"ye gelince de:
"Biz insana şah damarından daha yakınız." (Kâf: 16)
Âyet-i kerime'si tecelli eder. Hazret-i Allah'ın kendisine kendisinden yakın olduğunu gözü ile görür. Birisi; "Hazret-i Allah var ve beni görüyor." diyor. Diğeri de; "Bana benden yakın." diyor. Bu ikisi hiç bir olur mu? Bunlar hep tecelliyâttır, murakabalardan geçildikçe kişide husule gelir.
Bu mevzuyu burada kapatalım. İnsanın dimağı defter değildir, biri girerken ötekisi çıkar. Aslında hallacın pamuğu savurduğu gibi bunların inceden inceye genişletilmesi lâzım ki anlaşılsın. Biz şimdi size mânevi yolun zâhirî ve bâtınî kısmından bahsettik, ledünîye hiç girmedik. Tehlikeli mevzulardır, geçmemiz de doğru değil.