"Terbiye", insan üzerinde muvakkaten kaplanan bir kaplamadır. Karşıdan çok güzel görünür. Yakından ünsiyet edilirse kaplama sıyrılır ve insan icraatı ne ise onu yapar.
"Asalet"ten ise, insan çok şey alır. Bir tâbir var; "Asil azmaz" hududunu muhafaza eder.
Bunun için demişlerdir ki:
"Nâdir bulunur tiynet-i kemâlde kusur,
Kem mâyede eyler, ne ki eylerse zuhur."
Yani güzel bir mayadan husule gelmiş bir insanda kusur nâdir bulunur, mayası kötü olanda ise akla gelen her kötülük mevcuttur.
En mühimi "Edep"tir. Edep mânevi aşı ile husule gelir. Meselâ, yabani ağacın meyvesi de yabani olur. Fakat bir ehil tarafından aşılanıp, aşısı tutarsa, ağaç yabani de olsa meyvesi ehil olur.
Mânevi aşı da böyledir. Hazret-i Allah bir kimseye lütfu ile yardım etmeyi murad ederse, onu bir mürebbiye sevkeder. O da ondan aşısını alır. O aşı ile ahlâk-ı zemimeleri giderir, ahlâk-ı hamideye sahip olur ve hep güzel meyve verir. Artık onun yabanilik vasfı kalmamıştır.
Mâlum-u fâzilâneleriniz olduğu üzere, ruh ve nefis insanın hılkiyetinde mevcuttur. Nefis; toprak, su, hava ve ateşten müteşekkil bir buhâr-ı zulmânidir. Karın boşluğunda bulunur, kumandası secde mahallidir. Bütün vücuda oradan kumanda etmek ister.
Nefis süfliyâttan, ruh ulviyâttan halkolunmuştur. Nefis ahlâk-ı zemime, ruh ise ahlâk-i hamide ile mücehhezdir. Çok lâtiftir, çok âli makamlardan gelmiştir.
Bu karanlık cesetle birleşmeden evvel terâkki edemiyordu. Cesette nefis ile bir araya gelince mücadele başladı ve yükselebilme kuvvetini elde etti. İnsanların bazı meleklerden efdâl oluşu buradan doğuyor. Çünkü melekler bu mücadeleyi yapmıyor, nefis yok onlarda. Emre tâbi oldukları için, ne ki emredilirse hemen yerine getirirler.
Lâtif olan ruh, süflî olan nefis birbirinin zıddı olduklarından, Hazret-i Allah ruhu nefse âşık etmek suretiyle, ikisini bir arada barındırmıştır. Eğer ruh nefse aldanıp onun boyasına girerse, asliyetini, ulviyetini kaybeder, onun gibi kararır ve onun esiri olur. En ulvî makamdan geldiği halde, kendisini unuttuğu için Yaradan'ını da unutur. Vücudda hâkimiyeti nefis eline geçirir, bütün icraatlarını gayet rahat yapar.
Fakat Hazret-i Allah bir kulunun hayrını dilerse, onu dilediği bir rehbere ulaştırır. O vasıta ile kalbine Tevhid tohumu düşürür ve ruhu kendisine çağırır. Çok sevdiği o kararmış nefse uymamasını ona duyurur. Böylece mücâdele başlar. Badem çekirdeği mengeneye girince bir tarafa posa, bir tarafa yağ olarak ayrıldığı gibi, mânevi mengene ile de ruh ve nefis birbirinden ayrılırlar. Nefsin karanlığı ve cehâleti ruha tesir etmez olur. Birbirine tamamen düşman oldukları anlaşılır. Ruh ulvî olduğu için daima ulvîyat üzerinde bulunur. Zikir-fikirle meşgul oldukça, iyi insanlarla ünsiyet edildikçe takviye görür, günâgün terakki eder. Nefis ise zayıflamaya, kuvvetten düşmeye başlar...