Sermaye sahibinin belli miktar sermayeyi işletmeciye ticaret yapmak üzere vermesi ve elde edilecek kâra, belirledikleri şartlara göre ortak olmalarıdır. Zarar ise yalnız sermaye sahibine âittir. İşletmeci zarara katlanmaz, yanlız emeği boşa gitmiş olur. Burada sermaye sahibi kâra sermaye sebebiyle, işletmeci ise emeği karşılığında hak kazanır.
Mudârebenin meşru oluşu Kur'an-ı kerim, Sünnet-i seniyye ve İcmâ'ya dayanır.
Kur'an-ı kerim'de mudârebeden bahseden Âyet-i kerime olmamakla birlikte, yeryüzünde dolaşarak ticaret yapmanın meşru olduğunu bildiren Âyet-i kerime ile, ticaretin genel olarak meşru bir kazanç yolu olduğunu ifade eden bazı Âyet-i kerime'ler mudârebeyi de şümulüne alır.
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah bildi ki içinizden hastalar olacaktır. Diğerleri Allah'ın lütfunu arayarak yeryüzünde seyahat edecekler, diğer bir kısmı da Allah yolunda savaşacaklar." (Müzzemmil: 20)
Bu ifade Allah-u Teâlâ'nın lütfundan kazanç elde etmek ve ticaret yapmak için yolculuğa çıkanlarla, Allah yolunda çarpışacak mücahitlerin yan yana zikredilmiş olmalarında, bunların ikisinin de mükâfatta birbirine yakın olmalarına işaret vardır.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- der ki:
"Bana ölümün geleceği haller içinde Allah yolunda cihattan sonra en sevgili hâl, ben bir dağın iki bölüntüsü arasında Allah'ın lütfundan bir şey aradığım sırada ölümün bana gelmesidir."
Sünnet-i seniyye'den delil ise; Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- şöyle demiştir:
"Abbas -radiyallahu anh- mudârebe yoluyla sermaye verdiği zaman, ortağına bu sermaye ile deniz yolculuğuna çıkmasını, bir vâdide konaklamasını ve canlı hayvan satın almamasını şart koşardı. Eğer bunları yapar ve zarar ederse anaparayı tazmin edecekti. Onun mudârebede öne sürdüğü bu şartlar Resulullah Aleyhisselâm'a ulaştığında bu duruma izin vermiştir."
Bu hususta bir başka uygulama da Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in halifeliği zamanında olmuştur.
Şöyle ki: Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- in iki oğlu Abdullah -radiyallahu anh- ile Ubeydullah -radiyallahu anh- Irak ordusuna katılmışlardı. Dönüş paraları kalmayınca Ebu Musa el-Eş'arî -radiyallahu anh-e başvurdular. O da onlara; "Size beytülmâl'dan kredi vereyim. Buradan mal alıp Medine'de satarsınız. Anaparayı müminlerin emirine verirsiniz, kârı da aranızda paylaşırsınız." dedi.
Bunun üzerine Irak'tan aldıklarını Medine'de sattılar ve kâr elde ettiler. Anaparayı halifeye getirince; "Ebu Musa sizin gibi bütün orduya kredi dağıttı mı?" diye sordu. "Hayır!" cevabını alınca da; "Anaparayı ve elde ettiğiniz kârı beytülmâle teslim ediniz!" buyurdu.
Ubeydullah -radiyallahu anh-; "Amma mal yolda helâk olsaydı, biz onu tazmin edecektik!" dedi. Bu anda bir başka sahabi söz aldı ve şöyle dedi:
"Yâ Ömer! Bu sermayeyi mudârebe ortaklığı olarak kabul etseniz?"
Buna göre anapara ve kârın yarısı beytülmâle, kârın diğer yarısı da Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in iki oğluna verilecekti. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- buna râzı oldu ve hüküm uygulandı.
Altın ve gümüşün gerek zinet ve gerekse sikkeli para olarak birbiriyle mubâdelesi câiz olduğu gibi, diğer mâdeni veya kâğıt paraların ya da satın alma gücünü devletlerin iktisadi gücünden alan kâğıt paraların birbiriyle mubâdelesi câizdir.
Şu kadar var ki döviz alım-satımının peşin yapılması gerekir. Eğer vâdeli satış yapılırsa "Nesie fâizi" meydana gelir.
Ashâb-ı kiram'dan Mâlik bin Evs -radiyallahu anh- yüz dinar altın parayı, gümüş para dirhemle değiştirmek istemişti. Talha bin Ubeydullah -radiyallahu anh- ile pazarlık yapıp anlaştılar ve Mâlik -radiyallahu anh- dinarları ona teslim etti. Diğeri, yanında dirhem bulunmadığı için bedelini akşam üzeri verebileceğini bildirdi. Bu alış-verişe şahit olan Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- tarafların birbirinden ayrılmadan önce bedellerinin peşin verilmesi gerektiğini söyledi.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına vardım ve 'Ben Bakî'de deve satıyorum. Dinar karşılığında satıp dirhem alıyorum. Dirhem karşılığında satıp dinar alıyorum.' dedim.
"Aranızda henüz kabzedilmemiş bir şey varken henüz o meclisten ayrılmadan o günün rayicine göre altın yerine gümüş almanızda beis yoktur." buyurdu." (Ebu Dâvud: 3354)