Nitekim Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri'nin beyanları da şöyledir:
"Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil'at-pûş,
Mustafa geldi yine cümleniz iman ediniz."
Yani: (Feyizlerin kaynağını açtılar, süslü elbiselerinizi örtünüz. Mustafa yine geldi, hepiniz iman ediniz.)
O öyle bir zamanda gönderildi ki; nice türemelerin ürediği, Allah'lık dâvâsında bulunanların yine türediği, putların dikildiği, ilâhlık dâvâsında bulunulduğu, herkesin kendi bayrağını açtığı bir anda gönderildi.
Böyle karanlık bir zamanda; sapıtıcı imansız imamlar olsun, âhir zaman uleması olsun, sahte mehdiler olsun, sahte isalar, sahte dabbetü'l-arz olsun; bunlar sıra ile çıktılar, meydanı boş buldular, hepsi de sûret-i haktan göründüler, İslâm'ın önderi, kurtarıcısı gibi göründüler.
Refahçılar, narcılar, süleymancılar din kurdular.
Saf ve temiz müslümanlar büyük kitleler hâlinde onlara iltihak etti. Şu kadar var ki, bu kitleleri görünce asıl hüviyetlerini ortaya koydular. Etraflarında kendilerine göre bir kalabalık görünce, hepsi de ayrı ayrı dinlerini ilân ettiler. Kendi kurdukları dinlerini ayakta tutabilmek için Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini arkaya attılar, hükümsüz hâle getirmeye çalıştılar. Kendi dinlerinin icaplarını ortaya koydular ve müslümanları kurdukları dine çekerek bir taraftan imandan ettiler, diğer taraftan da dünyalıklarını soydular ve yoldular. Hem imansız bırakıyorlardı, hem de kazançlarını ellerinden alıyorlardı. Bu işleri yaparken de üstelik din nâmına, İslâm nâmına yapıyorlardı.
Oysa Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadîm'inde şöyle ferman buyurmaktadır:
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun! Onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Bunların bütün gayeleri, halkı kendi kurdukları dinlerine dâvet etmekti.
Ev ev geziyorlardı. Halkı böylece soyuyorlardı. Hem imanlarını hem maddelerini alıyorlardı.
Resmi daireleri bile inhisar altına almışlardı. Yurt binası yapıyoruz, okul binası yapıyoruz diye resmi araçları vesaireleri isteyip kendi özel inşaatlarında kullanıyorlardı. Kimse ses çıkarmıyordu, hayır zannediyordu. Fakat her şey bitti.
Her tarafta binalar kurdular, saltanat kurdular. Sonra topladıkları paraları koyacak yer bulamadılar, bankalar kurdular, böylece Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a alenen harp açtılar.
Vehhabiler gibi İslâm dinine sahip çıktılar. Hazır dini buldular, bu bizimdir dediler. İslâm'ı vehhabiliğe çevirdiler. Bunlar da öyle. Hazır bir din buldular, kendilerine mâlettiler. Bunu süleymancılar da refahçılar da narcılar da kaplancılar da böyle yaptı.
Böylece birçok müslümanları hem imanlarından soydular, hem dünyalarını hem de ahiretlerini yok ettiler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde bunları tarif ederken şöyle buyuruyor:
"Sizin için Deccal'den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.
– Onlar kimlerdir?
Saptırıcı imamlardır." (Ahmed bin Hanbel)
Görülüyor ki, iman sahibi olduğunu söyleyen milyonlarca müslüman bu sapıtıcı imamlara uydular, göre göre nasıl kuyuya düşerek imandan çıktılar!
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
'Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî)
Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i mübin'e yaptıkları büyük tahribattır.
Bu gibilerin fesatlarını, sahte olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah ve ispat edildi.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzlerini Âyet-i kerime'lerinde beşeriyete duyuruyordu.
Meselâ:
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir." (En'âm: 159)
Buyuruyordu, emir veriyordu. Fakat halk Âyet-i kerime'yi okuyamıyor, okusa anlayamıyor, anlasa da nefsi dinlemiyor. Fakat biz anlasa da anlamasa da Allah-u Teâlâ'nın nurunu yaymaya memurduk, mecburduk. Yılmadan yıkılmadan.
Onlarla ilgi kuranlar bu emr-i ilâhî'yi dinlemez oldu.
Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap veremedikleri için, ister istemez kabullendiler.
Bu Âyet-i kerime'lere kimse cevap verememiştir. Bu din kurucuların bu âhir zaman imamlarının her biri her ne kadar mahkemelere müracaat etmişlerse de mahkemeler onların durumunu ortaya koyan beyanlarımızı tasdik etti.
Güneş çıkınca karların eridiği gibi eridiler, hepsi serildiler, ne din kurucuları kaldı, ne türemeleri kaldı, hepsi de sükût-u hayâle uğradılar. Bu nur ile müminler maddi-mânevî şifâ buldular, ilâhi rahmete kavuştular. İmanlarını muhafaza ederek küfre düşmekten kurtuldular. Fakat onları ilâh edinenler ise zâlim oldular, hüsrana uğradılar.
Allah-u Teâlâ bu bayraklıları bu lütufla nasipdar etti, bu çığırı onlara sirayet etti, bu çığırı onlar açtılar, bu hakikatı bunlar yaydılar, bu berzahı bunlar kurdular. Bunun için de bihakkın bu lütuf faziletine erdiler.
"Estikçe eserek, (zararlıları) savurup atanlara andolsun ki!" (Mürselât: 2)
Estikleri zaman ağaçları kökünden söken, izleri değiştiren rüzgârlar gibi, Din-i mübin'e gönül veren mücahidler de şiddetle eserler, zararları ve zararlıları savurup atarlar. Bunlar da gönderilenlerdir, vazifeleri de budur, bunlar da Âyet-i kerime'deki bu tebşirâta girmektedirler.
Kendi katında dinin İslâm dini olduğunu ve onların kurdukları dinlerin muteber olmadığını Âyet-i kerime'leri ile beşeriyete duyurdu.
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Âyet-i kerime'si mucibince; Allah-u Teâlâ'nın izni ve desteğiyle bunların üzerine öyle bir yüründü ki; sahte ve sapmış olduklarını, küfre kaydıklarını, dalâlet batağına düştüklerini bildiren Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler yüzlerine karşı okundu, bâtıl oldukları anlatıldı. Ne küfürden dönebildiler, ne de dinlerini yürütebildiler. Bâriz bir şekilde görüldü ki maskeleri inince hepsi de ortada kaldı. Hak gelince, ilâhi nur gelince bâtıl gitti, bunlar da bâtıl olup gittiler.
"De ki: Hak geldi bâtıl gitti, çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur." (İsrâ: 81)