Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (211) - Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (2) - Ömer Öngüt
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (2)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (211)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Mart 2024

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (211)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (2)

 

Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini haber verdiği, velâyette onunla aynı mertebede bulunan zâtı tarif etmekte; bütün ehl-i İslâm'ı onlara tâbi olup iman etmeye dâvet etmektedir:

"Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil'at-pûş,

Mustafa geldi yine cümleniz iman ediniz." (A. Avni Konuk, Fusûsu'l-Hikem Şerhi, c. 1, s. 215'den naklen)

Bu şu demek; "Yine geldi musluk açıldı."

O evvel geldi, o sonra geldi. Ona da lütfedilmiş, ona da lütfedilmiş.

Abdullah-ı Bosnevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhü'l-Fusûs li'l-Bosnevî"nin başka bir noktasında; Hâtemü'n-nübüvve'nin ve Hâtemü'l-velâye'nin aslı olan "Küllî rûh"un, yaratılışı her şeyden önce olan "Nûr"dan ve ilk açığa çıkarılan şey olan "Hakikat-ı Muhammediye"den başka bir şey olmadığını; bu noktada Allah'tan vâsıtasız olarak istimdâd eden Hâtemü'l-evliyâ'nın da, diğer ruhlarla Allah arasında vâsıta olmak için yaratıldığını ifşâ ederek, mühim bir sırrı daha ortaya koymuştur.

Buyurur ki:

"Hâtemü'n-nübüvve nübüvvetlerin hepsinin kuşatıcısı olduğu gibi; her velâyeti ihâtâ eden 'Küllî ruh' da Hatmü'n-nübüvve'nin bâtını olan Hatmü'l-velâye'nin ruhu olduğu için, Hatmü'n-nübüvve'nin ve Hatmü'l-velâye'nin ruhu bambaşkadır. Çünkü Hâtemü'l-evliyâ, velâyetlere keşifler, tecellîler, ilimler, sırlar, hâller ve makamlardan yana verilenlerin hepsini biraraya getiren 'Hatm'in toplanıp birleştiği velâyet-i Muhammediye'yi tümüyle toplayıp birleştiren bir sûrettir; zira onun hakikati her şeyden önce açığa çıkartılan 'Hakîkatü'l-hakâyık', yani 'Hakikatlerin hakikati'dir. O gaybî fetihlerin anahtarıdır. Ruhların kendisiyle kâim olduğu nurdan bir maddedir. Onun hayatı, diğer ilâhî mertebelerin içine bir gönderici ve sirâyet ettirici kılınan kendi hakîkatindendir. Ruhu; ruhlar arasındaki herhangi bir ruhtan değil, vâsıtasız olarak Allah'tan istimdâd eder. İlâhî vergilerle ilgili olarak, bütün ruhlar da onun mişkâtından istimdâd eder. Ulûhiyyet mertebesine ve toplanış hazîresine nispet edilerek meydana getirildiği için, ilâhî isimlerin hazîrelerinden biri olmuştur.

'Size gelen her nimet Allah'tandır.' (Nahl: 53)

Hâtemü'l-evliyâ işte bu mertebenin küllî mazharı ve Muhammedî velâyet'in mişkâtıdır. O bunu unsurî cesedinin terkibi zamânında akıl etmemiştir. Daha doğrusu Hâtemü'l-velâye, bunu unsurî cesedinin terkip ve zulmânî beşerî aslının vâroluş zamânında, kendiliğinden düşünmemiştir. Şu hâle göre o, herhangi bir vâsıta olmaksızın Allah'tan istimdâd eden, bütün ruhların da kendisinden istimdâd ettiği bir maddedir." ("Şerhü'l-Fusûs li'l-Bosnevî"; Nâfiz Paşa, no: 536, 544-545. yp.)

"Vâsıtasız olarak Allah'tan istimdâd eder." buyurmakla; Allah-u Teâlâ'nın ona verdiğini, onunla irtibatı olduğunu beyan ediyor. Başka kimse ile irtibatı yok.

O Allah-u Teâlâ'dan istimdat ettiği için, Allah-u Teâlâ da ona lütfedip başkalarının ondan almalarını emrettiği için, onun işine akıl ermez. Çünkü onu idare eden O'dur.

Hâtemü'l-evliyâ'nın bu mertebenin küllî mazharı oluşu; Hakk'ın ihsanı oluşudur. Hep Hakk'tan bahsettiğimiz için o bunu biliyor ve: "O hep Hakk'tan bahseder." diyor. O onu tanıyor, O'ndan tanıyor. Başka birşey tanımıyor. O bunu biliyor. Ne biliyor? O'nu biliyor, O'ndan biliyor. Başka birşey bilmiyor. Küllî mazhariyet buradan geliyor.

Hazret: "Hâtemü'l-velâye, bunu unsurî cesedinin terkip ve zulmânî beşerî aslının vâroluş zamanında, kendiliğinden düşünmemiştir." buyuruyor.

Bu hakikatin düşünmekle taşınmakla öğrenilmesi mümkün değildir, aklın ermez. Çünkü akıllar derece derecedir. Birinci derecede olan beşinci dereceyi anlamaz. Allah-u Teâlâ'nın bildirmesiyle mümkün olur.

O hem bilmiyordu, hem düşünmedi, düşünmek bile istemedi. Çünkü bunlar varlığa dayanan şeyler. Yol ise hiçlik yoludur.

Bunları düşünmek, insanın kendisinde varlık toplamasına yol açar. Hayır! Hiçbir varlık hiçbir yük yüklememiştir. Varlık bir yüktür. O öyle murad etmiş, o yükü ondan almış, bu mânevî yükü ona yüklemiş.

Dâvud el-Kayserî -kuddise sırruh- Hazretleri kutuplar vasıtasıyla devam eden hilâfetin, dünyanın sonu gelince Hâtemü'l-velâye ile son bulacağını ifade ederek şöyle buyurmuştur:

"Bil ki, ilâhî hilâfet dünyada onu yerine getirecek olan kimseden uzak olmaz. Çünkü dünyanın bir sonu vardır, onun içindeki her şeyin de bir sonu vardır. Onun sonunda, artık ilâhî hilâfetin bir kimsede toplanması lâzım gelecektir.

Nübüvvet'in has bir şekilde sona ermesinden sonra -ki bu şeriattır-; velilerden olan kâmiller ve kutuplarla bir hilâfet oluşur ve o da 'Hâtemü'l-velâye'de son bulur.

Velâyet mutlak ve kayıtlı olmak üzre iki kısımdır. Mutlak velâyetin mânâsı; kayıtlı olan bütün velâyet cüzlerinin 'Ferd'leştiği; yani tekleştiği küllî velâyettir. Her ikisinin de, yani küllîsinin de cüz'îsinin de zuhurunu talep ettikleri ve Enbiyâ Aleyhimüsselâm'ın dahi 'Zâhir' ismi sayesinde kendilerine verilen şeyle; velâyetle, belki nübüvvetle dahî mazhar olamadıkları bu 'Ferd' oluştur. Bütün velâyetler, onlara vâris olmaları yolu ile bu Ümmet-i Muhammed'de zuhur etmiştir.

Nitekim kâmiller: 'Falan Musa'nın kalbi üzerindedir, filân İsa'nın kalbi üzerindedir.' diye ona işaret eder. Yani o, miras yoluyla velâyeti hususunda onun mazharıdır.

Peygamber'imiz -sallallahu aleyhi ve sellem- küllî nübüvvet dairesinin sahibi olması nedeniyle, aynı zamanda küllî velâyetin de sahibidir. Çünkü bu nübüvvetin bâtını mutlak velâyettir. Dolayısıyla o, onun da sahibidir.

Bu ümmetin içinde Enbiyâ Aleyhimüsselâm'ın hepsinin velâyetini ikâme edecek bir mazhar bulunur. Dolayısıyla onun (Muhammed Aleyhisselâm'ın) velâyeti için de böyle bir mazhar bulunması uzak değildir." (Şerh-i Mukaddimetü't-Tâiyyetü'l-Kübrâ, Bayezid, no: 3750. 215a - 215b yaprağı)


  Önceki Sonraki