Mahmud Şebüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri ise şöyle buyurmaktadır:
"Onun peygamberlerin sonuncusuyla tam bir münâsebeti vardır. Bu yüzden umumî rahmet de onunla zuhur eder." (Gülşen-i Râz)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin nurunu taşıyan, umuma hayat veriyor. O da bir "Sirâc-ı münir"dir. Onun nurunu taşıdığı için dünyaya değil âlemlere şâmildir. Maskede hüküm yok, hüküm Hazret-i Allah'ındır.
Sahibim öyle murad etmiş, vallahi bir nohut kabuğu kadar varlık yaşatmamış ve beni öyle tutuyor. Bunun delilini mi istiyorsunuz?
İmam-ı Rabbanî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"O derya donup kalmış buz denizi gibidir, hiç dalgalanmaz." buyururlar. (260. Mektup)
Bunun sırrı budur. Tabii ki bunları da açmam mümkün değil. Donup kalmış, Allah-u Teâlâ onu dondurmuş. Allah-u Teâlâ ona öyle bir mahviyet bahşetmiştir ki, bütün bu haller, bu vasıflar onun için hiç görülmez, övünmeye şâyan olmaz. Hakk'ı görüyor, Hakk'tan olduğunu görüyor. Kendisinin hiç olduğunu bildiği için, en küçük bir varlık verilmediği için donup kalmıştır.
Yedi yüz küsür sene önce yaşamış olan Abdürrezzak-ı Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûs'ül-Hikem"deki gizli mânâları açmak üzere "Şerh'ül-Kâşânî alâ Fusûsü'l-Hikem" adında bir de şerh yazmış, eserinin 34. sayfasında, Hâtem-i velî'nin ilmine işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
"Bütün Resuller bu ilmi eğer Hâtem'ür-Rusül olan zâttan elde ediyorlarsa, Hâtem'ül evliya olmak hasebiyle bu zât dahi onu kendi Sırr'ının mişkâtından almaktadır. Öyle ki bütün Resuller ile bütün veliler nûrlarını en sonunda Hâtem'ül-evliya'dan almış olurlar."
Niçin? Onun kademi olduğu için.
Bu zât-ı muhterem de Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin beyanlarını teyid ediyor. Onun içindir ki, siz bu mevzular karşısında şaşırmayın, bocalamayın.
Üç yüz sene kadar önce yaşayan, tasavvuf tarihinin en seçkin simâlarından biri olan ve iki yüze yakın eseri bulunan Abdülgâni Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'n-Nusûs" adlı eserinde, velâyet ilimlerinin alındığı asıl kaynak olan Hâtem-i velâyet kandili ile ilgili olarak şu malûmatı vermiştir:
"Kıyâmet gününe kadar her devirdeki veliler bu ilmi ancak Hâtem-i velî'nin, o zamandaki velâyet kandilinin nûrundan görebilirler." (Cevâhirü'n-Nusûs, sh: 36)
Hazret eserinde:
"Âdem su ile toprak arasında iken ben beygamber idim."
Hadis-i şerif'inin tefsir ve izâhını yaparken, mevzunun bir noktasında, Hâtem-i velâyet mevzusu ile ilgili en gizli sırlardan birisine temas ederek şöyle buyurmuştur:
"Bahsettiğimiz türlerden üçüncüsü olan Hâtemü'l-evliya da velî iken, Âdem henüz su ile toprak arasında idi. Çünkü o, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kademi üzerindedir." (Cevâhirü'n-Nusûs, sh: 38)
Bu ilâhî bir lütuftur, beşere âit değildir. O zaman verilmiş, o zaman lütfedilmiş, bütün bu sırlar işte oradan geliyor.
Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kiram'a neler göstermiş, gördüklerini kaleme almışlar.