Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Bayezid Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi koleksiyonu 770 numarada kayıtlı olan, aralarında Hatmü'l-Evliyâ kitabının bir nüshasının da yer aldığı pek çok kitap, risâle ve kısa "Mes'ele"lerinin bulunduğu geniş hacimli Mecmûa'sındaki eser ve ifşaatları daha önce bölümler halinde neşredilmişti.
Bu geniş Mecmûa'dan sonra; Hazret'in oradaki eserleriyle kısmen aynı, fakat büyük ölçüde farklı pek çok kitap, risâle ve "Mes'ele"lerini barındıran en önemli ikinci büyük Mecmûa'sı Almanya'nın Leipzig şehrindeki Universtaatsbibliothek Leipzig (Leipzig Üniversitesi Kütüphanesi)'nde, Vollers koleksiyonu 212 numarada yer almakta olup; bundan sonra ed-Dürri'l-Meknûn fî-Es'ile mâ Kâne ve mâ Yekûn = Var olan ve vâr edilmiş olan şey hakkında Saklı İnciler adını taşıyan bu Mecmûa'da kayıtlı olan eser ve beyanları bölümler halinde neşredilecektir.
[1b]
Şeyh, Üstâd, Ârif, Mürşid, Fakîh, Sûfî
Ebî Abdullah Muhammed ibn Alî el-Hakîm et-Tirmizî'nin
GİZLİ MES'ELELER KİTABI
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla;
Ebu Abdullah Muhammed bin Alî el-Hakîm et-Tirmizî -rahmetullahi aleyh- buyurdu ki:
Ben "Emrolunan kişi" ile ilgili ilâhi dileme (meşî'et)i diğer sıfatlardan ve yedi mülkten daha üstün ve yüce bulurum. Zira emrolunan kişi, ilâhi mülklerin içindeki şeylerle alâkalı olarak da ilâhi bir izne sahiptir.
Allah, halkı ve yarattıklarını bu mülkler içinde yer alan şu mülkten çıkarmak için, mülkleri ilâhi kudret kapısından ihrâc edip çıkarmıştır.
Halkın hepsi, mülkün kendisine tutundurulacağı tek bir kişinin hurucu ve ortaya çıkması için, mülkler içindeki bir mülke tutundurulmuştur.
O ilâhi izin olmayınca hiçbir şeye güç yetiremez, ilâhi izin de ancak "Emrolunan kişi"ye varıp ulaşır.
İşte ilâhi dileme (meşî'et) odur; ilâhi dileme (meşî'et)ten yana en bol ve ilâhi izin hususunda en geniş payı onlar almışlardır.
Onlar için bitip tükenmek bilmeyen daimi bir ilâhi izin vardır; ilâhi dileme (meşî'et), cennet ehli arasında kendisine ulaştırılacakları "İlâhi İnci"yi onlar için yazmıştır.
Nitekim onunla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:
"Allah dilediği kimseyi Zât'ına seçer, kendisine yönelen kimseye ise hidâyet eder." (Şûrâ: 13)
"İctibâ", yani "Seçme"; tutup kuvvetle çekerek alır gibi, Rabb'inin onu kulları arasından kuvvetle tutup çekerek, O'nu kendi tedbir ve idaresi altına alması, onu kendi terbiye ve yetiştirmesiyle ortaya çıkarmasıdır.
İşte ilâhi dileme (meşî'et)ten en bol hisse ve nasibi almaya ehil olanlar bunlardır; tâ ki kuvvetle seçilip çekilsin ve kaynakların kendisinden çıktığı bir göze gibi, işlerinde ilâhi izin daimi olarak, kesintisiz bir şekilde onun üzerine yerleşsin. Böylece bitmez tükenmez bir şekilde akıp giderek, O'nun göz kamaştırıcı ilâhi ışığına ve ilâhi hukukun ışıltılar saçan parlak aydınlığına kadar ulaşsın.
İşte O bu fiili, kullarından ancak her işinde ve her hâl üzere kendisine karşı "Fakr" (Fakirlik) üzere bulunan kişi için var eder. Şüphesiz ki O Ganî olan Allah'tır!
İlâhi istekler kapısı açılır ve O, kendisiyle O'na dâvet etmesi için ilâhi isimlerini onlara öğretir. Onlar ancak onunla O'na dâvet eder, bu ilâhi isimlerle O'nu ikrâr ve O'na iman ederler.
Onlar O'ndan onun ululuk ve üstünlüğünü de isterler; zira onun ululuğu ve üstünlüğü, hudutların çizilişi ve makâdir (takdir vakti)nden önceki, sonu olmayan kadîm genişliğin genişliği içindeki parçalanıştan daha önce var olan şeydir.
Onlar O'ndan işte bu ululuk ve üstünlüğü isterler; kullar için ise eşyanın içine konulup yerleştirildiği mülkle ilgi olarak izin verilmiş, onlara O'nun ancak onunla ilgili izni cârî kılınmıştır.
Şüphesiz ki Allah Gânî'dir, Hamîd'dir!
İlâhi dileme (meşî'et)'e ehil olan kimse ise, işlerinde ve itâatlerinde O'nun sonu gelmeyen kesintisiz ilâhi iznine ehil kılınmıştır. Zira "İctibâ'", yani "seçilme" ehlinin ilâhi dileme (meşî'et)'ten nasipleri, seçilmeleri ve kuvvetle çekilmeleri; "İnâbe" yani "yönelme" ehlinin nasipleri ise, ilâhi rahmetin bir sonucu olarak kendilerine hidayet edilmesidir.
Yani O, "Müctebî"ler (Seçilenler)'in kalplerini, nefislerini araya karıştırmayacak bir şekilde hapsedip alıkoyarak, kuvvetle tutup sürüklercesine kendine çeker.
İşte onlar [55a] "muhaddes"ler ve bizzat O'nunla ünsiyet edenlerdir.
Kalpleriyle kendisine yönelen, yani uzanıp giden kimselere ise hidayet eder; yani onları yürütüp ilerletir, nefisleri onlara karışıp müdâhale eder, O da onları tersine çevirip geri döndürür. Bu, muhtedîlerden olan ünsiyet ehli üzerinde vâki olan mücâhede ve çaba yüzündendir. Zira onun çaba ve gayreti "Müctebî" (Seçilen)'lerinkinden daha düşüktür.
Biz, O'nun kulları hakkında koyduğu ilâhi işlerin hepsini ilâhi meşî'et (dileme)nin içinde bir arada bulduk. nefislerin hallerine yönelik dileme ise, onun nefsini ilâhi meşî'et (dileme)ye doğru kuvvetle çekmek değil, kişinin ilâhi dilemeyi kontrol edip etmediğini görmek içindir. O'nun meşîet ve dilemesi ise, onun nefsinin dilemesinden daha etkili ve daha te'sirlidir.
İşte sözünde sâdık, Rabb'ini hakkıyla bilip tanıyan kul "o"dur.
Bize göre, kulluğun ulaşabileceğin en son nokta işte budur.