Artık canlı yayınlarda seyrettiğimiz bir gerçek şudur ki; küresel ve bölgesel tehdit ve tehlikeler gün gün şiddetlenerek artıyor. Okyanusta kopan ve karaya yaklaşması mukadder bir kasırganın ortaya çıkması gibi, bütün emareleri ile üzerimize gelen bir ateş gün geçtikçe çoğalıyor. Gerek dünyayı, gerek bölgemizi, gerek ülkemizi içine alacak harpler her zamankinden daha yakın. Resulullah Aleyhisselâm'ın 1400 yıl önce haber verdiği ahir zaman harpleri artık kapıda.
Türkiye olarak bu fırtınadan kaçışımız zor. Çünkü düşman düşmanlığını alenen yapmaya başladı; etrafımızı terörle ve düşman milletlerle çevirmeye çalışıyor; iç bütünlüğümüzü bozup parçalamak için dur-duraksız her türlü fitne ve yöntemi kullanıyor.
Elinde silahla kapınızı kırıp içeriye dalan bir katile "Buyur, hoşgeldin" denilemeyeceğine göre; biz ne kadar kaçarsak kaçalım bu vatana göz diken düşmanlarımız tarihte birçok kez yaşandığı gibi yine bir gün kapıya dayanıp silahı doğrultacak.
Türkiye o güne hazırlanmaya çalışıyor. Ancak her zaman dile getirdiğimiz gibi, daha iyisini yapabiliriz. Zira bu ülkenin elde ettiği alt yapı ve bilgi birikimi öyle bir seviyeye geldi ki; topyekün bir gayret ve zihniyet değişimi, liyakata riayet ve israfa son vermekle iki üç sene içinde Türkiye gibi bir Türkiye daha olabiliriz. Gerek ekonomik olarak, gerek harp sanayiinde, gerek tarımda, buna mümasil her alanda uzakları yakın edebilecek bir potansiyel mevcut.
Bu potansiyelin her damlasını kullanmamız, hızla hazırlanmamız lâzım. Zira Türkiye güçlendikçe düşmanlarının daha çok nazarını celbediyor ve acaba nasıl engelleriz diye her türlü düşmanlığı planlıyorlar.
Bu yüzden caydırıcı gücümüzü hızla artırmamız lâzım. Görüyorsunuz "İsrail asker kaybını göze alamaz" denilirken öyle bir ortam oluştu ki; esirlerini, birkaç bine varan asker kaybını, binlerce yaralıyı bile göze aldı, şuursuzca saldırıyor, dünyanın gözü önünde soykırım suçu işliyor. Gazzeliler ise öyle bir direniş gösterdi ki, İsrail amacına ulaşamadı, o kadar da güçlü olmadığı, ordusunun harbe hazırlık seviyesinin çok kötü olduğu, Amerikan himayesi olmasa ayakta kalamayacağı ortaya çıktı. Ancak ortada Gazze diye bir yer de kalmadı. Ve fakat bu savaş kendi sonlarının da başlangıcı oldu.
Binaenaleyh bu küresel katiller bize saldırmayı göze alırlarsa bizi işgal edemezler Allah'ın izniyle. Kendi sonlarını hızlandırmış olurlar. Ancak silah olarak birebir mukabele edecek seviyeye gelemezsek verecekleri zarar çok büyük olur.
"O kadar da ileri gitmezler, bu bir dünya savaşı demektir, göze alamazlar." diye düşünenler olabilir.
Bu düşünce sahiplerinin aklının almadığı bu tehditleri, muhtemel kılan çok tehlikeli bir durum şudur ki; Batı'da; Amerika'da, Avrupa'da, İsrail'de iktidarlar; fanatik, faşist, fundamentalist, bağnaz, sapkın, sapık düşünceye sahip olan; putperest-yahudi-hıristiyan tarikatların tasallutu altındadır.
Hindistan'da da durum pek farklı değil. İslâm dünyasında da bu fanatiklere Pakistan'a füze atmak gibi eylemlerle selam çakan İran gibi bir muadilleri var.
Dolayısı ile karşımızda rasyonel akıllar, stratejik hareket eden ülkeler yok. Kendisine zarar verme, hatta kendisini yok oluşa sürükleme pahasına öngörülemez, mantıkla izah edilemez hareketler yapma potansiyeline sahip ülkelerle, küresel güçlerle karşı karşıyayız.
Bu sebeple "Şunu yapmaz, bunu yapmaz, bu kadar da ileri gitmez" gibi mantıksal çıkarımların işlemediğini bilmemiz lâzım.
Amerika'dan, Avrupa'dan, İsrail'den; bunların taşeronu Yunanistan, Ermenistan, teröristandan; nereye gittiğinin farkında olmayan, "Amerika saldıramaz, kimse bir şey yapamaz" gibi ilizyonlarla kendisini dev aynasında gören, ortalığı karıştırıp duran İran'dan en beklenilmeyen zamanda en beklenilmeyen hareketler çıkması ihtimali var.
Buna göre, nükleer silah dahil her türlü tedbiri almamız lâzım.
Bunlar böyle de diğerleri farklı mı? Çin ve Rusya gibi ülkelerin de gaddarlıkta Amerika'dan aşağı kalır yanları yok. Ellerine fırsat geçtiğinde yapabileceklerinin sınırı yok. Hepsinin küresel hırs ve ihtirasları var.
Fakat özellikle Batı cenahında Epstein vakasında görüldüğü üzere sapkınlık ve sapıklıkta akıl almaz derecede alçaldıkça alçalmış bir küresel elit var. Bu alçaklıkların kaydını tutan ve icra ettiği soykırım ve vahşeti desteklemeleri için bu kayıtları bir şantaj aracı olarak kullanan yahudi var.
Unutmayalım ki, kendi sapıklıklarını tatmin için gözden uzak, hukuktan azade yerler, adalar kuran insanların dünyaya yapabileceklerinin de bir sınırı yok. Hukuk kendi aralarında var, "Üçüncü dünya ülkeleri"ne ve bu ülkelerin insanlarına karşı bunların nezdinde hukuk diye, insanlık diye bir şey yok. Bu yüzden önceki yüzyıllardaki, 18. 19. 20. yüzyıldaki soykırımların, vahşetlerin benzerlerini 21. yüzyılın bu iletişim çağında canlı yayında seyrediyoruz.
Yani "Çivisi çıkmış" deyiminin kifayetsiz kaldığı; "Esfel-i sâfilîn" sıfatını ziyadesiyle hak etmiş bir güruhun dünya üzerinde söz sahibi olduğu bir zamandayız.
Planımızı, projemizi, hazırlığımızı bunu bilerek yapmamız lâzım. Kasırganın gelmekte olduğunu haber alıp hazırlık yapan insanlar gibi olmamız lâzım. Kopacak olan koptu geliyor. Henüz kapıya dayanmadı ancak gelmesi yakındır. 2-3 sene, 5-10 sene gibi zamanlar, insanlık tarihi ile kıyaslandığında çok kısa zamanlardır, bir an gibidir.
Türkiye bu durumun biraz farkında, bu fırtınalı denizde ayakta kalmaya çalışıyor. Özellikle savunma sanayiinde bir atılım içinde. Denizde, karada, mühimmat kısmında birçok meseleyi çözdük. Fakat havadaki, savaş uçaklarındaki bağımlılığımızı küffar bir fırsat olarak görüyor ve aleyhimize kullanmaya çalışıyor, Türkiye'ye vermediği uçakları Yunanistan'a veriyorlar. Yunanistan'ı hazırlıyorlar. Yunanistan deyip küçümsememek lâzım. Savunma Sanayii uzmanları Milli Muharip Uçak gibi projeler devreye girinceye kadar oluşacak boşlukta Yunanistan'ın ansızın saldırabileceğini söylüyorlar. Türkiye bunun farkında olarak Yunanistan'la yakınlaşmaya, Yunanistan'a "Amerika'nın taşeronluğunu yapma, evet bize zarar verebilirsin ama en büyük zararı sen görürsün" demeye çalışıyor. Fakat karşımızda "Türk düşmanlığı" genlerine işlemiş; kurulduğu günden beri küresel güçlerin desteği ile toprak genişletmiş bir ülke var. Yine böyle bir maceraya girişmesi için her türlü psikolojik-fanatik altyapıya sahipler.
Amerika diğer yandan PKK'yı hazırlıyor,
Amerika eskiden PKK'yı el altından desteklerdi. Şimdi alenen destekliyor, PKK ile Suriye'de ortak tatbikat yapıyor, Amerikan generalleri PKK'lılarla geziyor, PKK'yı ortak, stratejik müttefik, Türkiye'yi hasım ilan ediyorlar. PKK'yı Suriye'de bir devlet organizasyonu haline getirdiler. Bu PKK devletini Irak'ın kuzeyine yaymaya, PKK'yı orada da hakim güç yapmaya çalışıyorlar. Celâl Talâbani'nin oğlu, Süleymaniye merkezli KYB'nin başındaki Bafıl Talâbani de bu Amerikan projesine destek veriyor. Bafıl Talâbani'nin İngiltere ve Amerika'da özel kuvvetler eğitimi aldığı biliniyor. Barzani'nin KDP'si şimdilik bu projeye uzak duruyor. Ancak Amerika akamete uğrattığımız terör koridorunu bu sefer de Süleymaniye, Kerkük, Sincar üzerinden hayata geçirmeye çalışıyor.
Türkiye harekete geçmek istiyor. Ancak Amerika ile askerî olarak karşı karşıya gelmekten çekindiği için gerekli adımları atmakta tereddüd ediyor.
Terörü destekleyen, terör örgütleri kuran, terör örgütlerini devletleştiren, terör devleti İsrail'e sınırsız destek veren Amerika gibi küresel bir tehdit kapımızda, sınırımızda; bizi enterne etmeye çalışıyor.
ABD'nin gücünün yetmediği ülkelere zarar vermek için uyguladığı bir yöntem var: Bu ülkelerin ekonomik pazarı ve partneri olan ülkelere saldırmak.
Kolombiya Üniversitesi Dünya Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Jeffrey Sachs bir röportajında şöyle söylüyor: "Ben bir iktisatçıyım. Bu yüzden Türkiye'deki iktisadi durumla ilgileniyorum. Ve ABD'nin bu ülkenin bütün ihracat pazarlarını yok etmiş olmasına dair şöyle düşünüyorum. İronik bir şekilde, amaç bu değildi fakat Irak Türkiye için büyük bir pazardı ve sonra Irak Savaşı. Sadece yıkım değil, aynı zamanda Türkiye'ye devasa bir mülteci göçü... Suriye operasyonu... Bu da milyonlarca mülteciyle neticelendi. İran Türkiye için önemli bir ticaret ortağı. ... bütün dünya, ... yaptırımlara karşıydı. Fakat ABD dedi ki: 'Biz kendi başımıza yaptırımları uygulayacağız ve herkes de buna uymak zorunda.' .... bir iktisatçı olarak diyorum ki: 'Şaka mı yapıyorsunuz? Müttefikinize daha ne kadar baskı uygulayabilirsiniz?'" Bu listeye Mısır, Libya, Sudan gibi ülkeleri de ekleyebiliriz. Haçlı Batı tahminlerimizden çok daha fazla Türkiye'yi bir tehdit olarak görüyor.
Aslında Türkiye ile kapışma ve çatışma Amerikan çıkarlarına aykırı bir durum. Bu sebeple birçok analist Amerika'nın bu realitenin farkına varmasını ve Türkiye ile çatışmaya son vermesini bekliyordu. İlk zamanlar F-35 bile vereceğini düşünenler çoktu. Bugün geldiğimiz noktada F-16 vermekte direnen bir Amerika var.
Amerikan çıkarlarına göre hareket edilmesini isteyen Amerikalılar elbette var. Mesela bunlardan birisi olan Emekli General Michael Flynn Gülen'in iade edilmesini isteyen ve Suriye'de PKK'nın desteklenmesine karşı çıkan birisi idi. Trump iktidara geldiğinde onu güvenlik bürokrasisinin tepesine Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atamıştı. Ve fakat daha iki ayını dolduramadan istifa etmek zorunda kaldı.
Binaenaleyh Amerika gibi ülkeleri tasallutu altına almış, koca ülkeyi Amerikan çıkarlarının aleyhine yönlendiren, İsrail'in insanlıktan, ahlaktan zerre nasip almamış katliamlarına destek verdiren bir yapı var.
Almanya başta olmak üzere bütün Avrupa ülkelerini hizaya getirmiş bir güçten bahsediyoruz. Koca Almanya bütün ekonomik çıkarlarını, gaz anlaşmalarını çöpe atıp Amerika'ya boyun eğdi. Arka planda Batı'yı tasallutu altına almış, bir yönüyle de eşcinselliği yüceltmesiyle ortaya çıkmış derin bir yapı, dünyaya musallat olmuş şeytanî bir akıl var.
Türkiye'yi hizaya getirememekten ne kadar rahatsız olduklarını buradan tahmin edebilirsiniz.
Dolayısı ile çok büyük bir düşman, çok büyük bir tehlike var karşımızda. Durmaya da niyeti yok. Bugün PKK'yı, yarın Yunanistan'ı hazırlıyor. Daha olmadı kendisi de gelir. Yani bu kadar gözü dönmüş bunların.
Hâl böyle iken, büyük bir düşman karşımızda iken, birçokları hâlâ gününü gün etmenin derdinde. Kısır günlük tartışmalarla çok vakit kaybediyoruz. Daha Amerika'nın, bu küresel sapıkların taşeronu bir terör örgütüne müzahir partileri engellemekte, topyekün bir tepki koymakta acz gösteriyoruz.
Bu gibi acziyetlerin, tam bir iç bütünlük sağlayamamızın en büyük sebebi bir kanser gibi içimize yerleşen, Batı ile işbirlikçi fitne ve zihniyetlerdir. Küresel sapkınlarla birlikte hareket eden; PKK, FETÖ, DHKP-C'ye müzahir kitleler; kalıntıları hâlâ devam eden masonlar; "Beyaz Türkler", "Boğaz sermayesi" gibi isimlerle anılan, faizden büyük paralar kazanan sermaye sahipleri gibi işbirlikçiler, fitne odakları var.
Bu işbirlikçilerin fitne ve tesirinde kalan; "Batıcılık", "Dinsizlik", "Mandacılık", "Adamlar almış gitmiş, yüz yılda yetişemeyizcilik", "Adamlar medeniyetin zirvesine çıkmış, bizden bir şey olmazcılık" gibi virüslerle hastalanmış azımsanmayacak bir kesim var.
Geleceğini "Batı"da arayan, "Batı" ile işbirliği yaparak iktidara gelmeye çalışan, "Batı"nın taşeronluğunu yaparak devlet kuracağını zanneden geniş bir güruh var.
"Batı"nın bütün makyajı, maskesi dökülüp; sahtekârlığı, vahşiliği, sapıklığı ortaya çıktığı hâlde bu hastalıktan kurtulamıyorlar. "Batı"nın kendi ölümünü geciktirmek için dünyayı ateşe vermeye çalıştığını göremiyorlar. Gece karanlığında ışığına aldanarak ateşe doğru kanat vurup, kanatları yanınca ateşin içine düşen pervane böcekleri gibiler.
Batı denilen ilizyon çöküyor. Hiçbir savaş olmasa dahi 50 yıl sonra Batı diye bir şey kalmayacak. Çünkü aileyi yok ettiler. Aileye dayanmayan bir topluluk kendi kendine çöker. Ancak bunlar bu çöküntüyü dünyaya yayarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Bu da bunların akıbetini hızlandırıyor.
Görüyorsunuz hemen bütün Batı devletlerinde kifayetsiz, dirayetsiz, liyakatsiz insanlar iş başında. Biden gibi havadaki boşlukla tokalaşan bir adam koca Amerika'nın başında ve tekrar bir seçim kazanması için hâlâ öne sürülüyor. Avrupa'da 40 yıl 50 yıl önceki başbakanların ayarında bir tane adam yok. Bazı ülkeler aylarca hükümetsiz yönetiliyor. Toplum zaten her türlü ahlaksızlıkla beraber büyük bir çöküntü yaşıyor. Bu çöküntüye rağmen ellerinde ekonomik ve askerî bir güç barındıran bu ülkelerin fanatik-sapkın bir güruhun oyuncağı olması çok büyük tehdit ve tehlikedir. Nitekim bu tehlike en büyük emaresini İsrail'in Gazze soykırımında kendisini göstermiştir. Hepsi sanki bir maharetmiş gibi İsrail'in soykırımını desteklediler, İsrail'e gidip arkandayız dediler.
Bizim içimizdeki akl-ı evveller de bunlardan hâlâ medet umuyor.
Şimdi soru şu olması lâzım: Bu yaklaşmakta olan kasırgaya karşı nasıl hazırlanabiliriz? Daha iyi neler yapabiliriz?
Türkiye yukarıda da bahsettiğimiz gibi, sanayi altyapısı olsun, yetişmiş insan gücü olsun, bilgi birikimi olsun büyük bir potansiyele sahip.
Bunu Savunma Sanayii örneğinde rahatça görebiliyoruz:
Türkiye'nin Savunma sanayiinde geldiği seviye hakkında hemen hepimizin az-çok bir fikri var. Ortaya çıkan eserleri hep beraber gururla izliyoruz.
Temmuz ayındaki IDEF Savunma Sanayii Fuarı'nı takip eden uzmanlar fuarda gördüklerini 2021 yılındaki bir önceki fuarla kıyasladıklarında 2 yılda katedilen seviye hakkında hayretlerini ifade etmişlerdi. Türkiye 2 yıl gibi kısa bir zamanda teknolojik olarak yapamayacağı bir şey olmadığını bizzat ortaya çıkardığı ürünlerle göstermişti.
Nitekim Ocak ayında 4 geminin Türk Donanması'na teslim töreni yapıldı. Bunlardan en önemlisi İstanbul Fırkateyni idi. Zira birçok alt sistemde ambargoya maruz kalan Türkiye bütün silah sistemlerini, elektronik harp, radar sistemlerini yerlileştirerek kısa sürede bir fırkateyn inşa etti. Yine elektronik harp yeteneklerine sahip Marlin İnsansız Deniz Aracı da donanmamızdaki yerini aldı.
Dz.K.K. Ora. Ercüment Tatlıoğlu: "Test ve inşa aşamasındaki; 6 adet Reis sınıfı denizaltımız, 3 adet İstif sınıfı fırkateynimiz, 2 Hisar sınıfı açık deniz karakol gemimiz, 3 farklı tip insansız deniz aracımız ve 4 adet yakıt gemimiz kısa süre içerisinde envantere alınacak." dedi. Ağır torpidomuz AKYA, seyir füzemiz ATMACA, hava savunma füzemiz SAPAN seri üretime alındı.
Ekonomik olarak zorlandığımız bir zamanda bu üretim kararlarının alınmasında İsrail'in saldırısının ve Haçlı Batı'nın topyekün ordularıyla destek vermesinin oluşturduğu ortamın etkisi oldu.
Aynı başarıyı savaş uçaklarında yakalamamıza az kaldı. Ancak MMU Kaan'ın ilk üretimlerinin ve Hürjet'in motorları için Amerika'ya müracaatımız var. Bunların yerine yerlisini ikame etmek için ise zamana ihtiyacımız var. İşte bu boşluğu düşman aleyhimize kullanmak istiyor. Bu yüzden daha hızlı bir gayrete ihtiyacımız var.
Diğer bir husus; nitelik olarak düşmanı yakalıyoruz ancak nicelik olarak yarışmak zor. Bu yüzden kimsede olmayan, kimsenin düşünemediği silahlar bulmaya çalışmamız lâzım.
Zira çok daha büyük fırtınalar geliyor.
Yukarıda savunma sanayiinden verdiğimiz örnekte olduğu gibi Türkiye 2 yıl gibi kısa bir zamanda bile büyük bir sıçrama yapabilir. Çünkü altyapı var.
Bunun için; liyakat, yerli-millî üretim bilinci ve teşviki, israf ve masrafa son vermek gibi temel düsturlara riayet gerekiyor.
Atamalarda liyakatin kontrolü için şikâyetleri sonuca bağlayan bir denetleme kurumu kurulabilir. Bu kuruldan 2-3 defa veto yiyen idarecilerin kamuda görev yapması engellenebilir. Zira Türkiye'nin birçok problemi liyakata riayet ile çözülebilecek şeylerdir.
Yine milli üretimi teşvik için kamunun satın almalarını kontrol eden Savunma Sanayii Başkanlığı gibi yahut bu başkanlık altında bir kurum kurulabilir.
Ve israf ve masrafın önüne geçilmesi için azami gayret lâzım. MKE örneğinde olduğu gibi bir taraftan yöneticilerin özerkliği artırılırken, diğer yandan yukarıda liyakat örneğinde olduğu gibi hukuki kontrolün yanında yöneticilik becerisi açısından harcamaların değerlendirildiği bir sistem kurulabilir. Daha başta makam aracı olarak lüks araç ithalini engelleyemeyen bir devlet olursak bir yere varabilir miyiz?
Ve tabii ayrıca özellikle bahsettiğimiz iç bütünlüğümüze zarar veren 150 yıllık virüslerin etkisiyle ortaya çıkan işbirlikçi zihniyetin yok edilmesi için içimize yerleşen ezikliği bertaraf edici, Batı'nın içyüzünü ortaya serici eğitim ve programlar büyük bir ciddiyetle organize edilmesi, sağlam bir zihniyet değişimi lâzım.
Vatanımızı müdafaa edebilmek, yaklaşan fırtınalarda ayakta kalmak, mazlum ve masum insanlara yardım etmek, İslâm dünyasına önayak olmak istiyorsak çok daha güçlü olmamız lâzım, büyük bir gayret ve atılım ile hareket etmemiz lâzım.