İman hırsızlarına gelince; bunlar Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini hükümsüz bırakarak kendi arzularını hüküm yerine koymakla ilâhlık dâvâsında bulunurlar. Bunun için bunlar, iman hırsızlarıdırlar. İmansız sahte imamlardır. Burada alenen Allah'lık dâvâsı gütmüş oluyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Ümmetimden yalancılar, deccaller vücuda gelir." buyuruyorlar. (Münâvî)
Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp gerçekte ise halkı ahkama uymaktan alıkoyanlardır.
Ulemânın kendi zanlarına göre, delilsiz olarak din adına dini aslından uzaklaştırmak için ortaya attıkları sapık fikirleri kabul etmek, onları ilâh kabul etmektir.
Çünkü yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delile isnad etmeksizin bir çok mesele ihdas ederek dinlerinde haram olan şeye helal, helal olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir, şimdiki bölücüler gibi.
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti.
Ondan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Tevbe: 31)
Haram ve helâl ahkâmını beyan etmek, ancak Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun gönderdiği Peygamber'e mahsustur.
Biz ancak Hazret-i Allah'a ve Resulü'ne inananlardanız. İman hırsızlarına inananlardan değiliz.
•
Bu imamların imanları olsaydı, Ümmet-i Muhammed'i saptırmazlardı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde bunları haber veriyorlar:
"Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım." (Müslim)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bu iman hırsızlarını bize tanıtıyor ve bunların ateşe çağıran imamlar olduğunu haber veriyor:
"Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım da görmeyeceklerdir." (Kasas: 41)
İşte bunlar halkı yanlış bilgilendirerek saptıran önderlerdir. Bunlar insanları cehenneme çağırıyorlar.
"Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık. (Daima lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır." (Kasas: 42)
Zira onlar yalancıdır, Ümmet-i Muhammed'i sapıtmak için ellerinden geleni yaparlar.
Din kurucu ve saptırıcı iman hırsızı bölücü mücahitlerin hepsi şeytanın dostu ve askeridirler. Şeytan taraftarıdırlar. Dost edindikleri şeytan ile cehenneme girdikleri zaman diyecekler ki "Ah ne olaydı ahkam mucibince gitseydik, hakikati dinleseydik, şimdi bu azabı çekmezdik."
Zira Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis'in bütün askerleri de." (Şuarâ: 94-95)
"Onlar" imamlardır, "Azgınlar" ise etrafında olanlardır. İşte onların sonu budur.
Amma siz inanmıyorsunuz. Oraya atıldığınız zaman inanacaksınız.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler." (Furkan: 42)
Bunlar imansız, iman hırsızı, sahte imamlara tâbi olanlardır. İman hırsızı imamlara iman eden Allah-u Teâlâ'ya iman etmemiştir.
Görünüşte bunların çoğu iman etmişlerdir, fakat müşrik olarak yaşadıkları için azaba düçar olmuşlardır.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde ise:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." buyuruyor. (En'am: 153)
Fakat bu iman hırsızları nefislerini ilâh edinmişler ve alenen Allah'lık dâvâsında bulunuyorlar.
Allah-u Teâlâ'nın dinini bırakmışlar, kendi uydurdukları sapık yollara sapmışlardır.
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)
Bunların istekleri gerçek bir fayda değil, sadece nefsinin istediği kuruntulardan ibarettir. Bunlar delil, şahid, hak, hukuk tanımazlar. Yalnız kendi istek ve zevklerine taparlar. Hakikatı aramaz, Hakk'ın hoşnutluğunu düşünmez, düşünmek dahi istemezler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Allah-u Teâlâ'nın yanında sema gölgesi altında Allah'tan başka tapılan ilâhlar içinde, uyulan hevadan daha büyüğü yoktur." (Ramuz-ul Ehadis)
Buna rağmen azgın, dinden çıkmış türemeler de, iman hırsızı bu sahte imamlara iman etmişler ve onları destekliyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde ise:
"Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz." buyuruyor. (En'am: 121)
Görülüyor ki Allah-u Teâlâ "Bu sapıklara uyma" diye emrediyor. Bunlar haindirler. Eğer onlara iltihak edip onlara karışırsan bu yalancı güruh ile senin de cehennemin en alt tabakasına gideceğin muhakkaktır. Amma kim dinliyor? Herkes kendi dinine göre amel ediyor.
"Kendilerine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız." (Secde: 22)
Görülüyor ki sadece o devirde değil, zamanımızda bile büyük bir isyan, büyük bir zulüm hakim. Bölücüler türemiş, insanlar dinden, imandan uzaklaşmışlar. Allah ve Resul'ünün yolunu bırakıp kendi zan ve tüzüklerine, yollarına uymuşlardır.
•
Allah-u Teâlâ'nın beşeriyete en büyük lütfu olan Muhammed Aleyhisselâm büyük bir dâvâyı omuzlarına yüklenmiş olduğu halde ortaya çıktı. Şirk ve dalâlet içinde yüzen beşeriyeti hidayet ve saâdete kavuşturmak için tek başına dâvete başladı.
Nûr kaynağı Muhammedî güneş, karanlık ufukları aydınlattı, hayata gençlik getirdi.
O insan şeklindeki canavarlar; bıçak bıçağa gelmiş, birbirlerinin kanına susamış, vahşi hayvanlar gibi dağılmış olan Araplar, birleşip tek bir vücud haline geldiler. İman şerefi ile müşerref, Kur'an nûru ile münevver oldular. Gönülleri ve bünyeleri ile birlikte, büyük bir teslimiyet dairesine girdiler.
Diyarları değişmemişken, onlar birden nasıl değiştiler? Cahili âlim oldu, harpçisi sulhsever oldu. Fitne fesad deryasında yüzenler salâha erdi. Müfsidler muslih, bozguncular ıslah oldu. Yol kesenler yol gösterici oldu. Kin ve düşmanlıkları sevgi ve dostluğa, bedevilikleri medeniliğe inkılâb etti. O ümmî peygamber onlara öyle bir ruh nefhetti ki, hiçbirşey ellerinden gelmeyen kimseler, baştan başa değişerek memleket idare eder oldular. Siyaset sahasında dünyada hiç esâmesi bile okunmayan çöl Arapları, cihanda misli görülmemiş bir izzetle ve şerefle; faziletli, azametli, şevketli idareler kurmaya muvaffak ve mübeşşer oldular.
O Nûr'un etrafında birleşip toplanmaları sayesinde; o imanın, o birlik ve beraberliğin verdiği heyecanla, kısa zamanda İslâmiyet'i çok uzaklara kadar yaydılar. Allah'ın yüce adını yükselttiler. Gittikleri yerlere huzur ve saadet götürdüler. Adaletin temelini tesis ederek medeniyet nûrlarını yaygınlaştırdılar. Öyle ki, azamet ve kudreti herkesçe bilinen İran ve Rum devletlerini bütün şevketine rağmen kısa bir müddet içinde yerle bir ettiler. Cihanın şarkına ve garbına hakim olarak, beşeriyeti uyandırmaya, gönülleri nûrlandırmaya gayret ettiler. Hakk'tan hakikatten, fazilet üzerine kurulmuş bir medeniyetten haberdar etmeye çalıştılar. Muvaffakiyetten muvaffakiyete nâil olup durdular.
Ölmüş kalpler canlandı, basiretler açıldı, kırılmış ve kopmuş olan ilâhî bağlar yeniden bağlandı. Bütün bunlara o Nûr vesile oldu.
"Doğdu ol saatte ol Sultan-ı din
Nûra garkoldu semâvât u zemin"