Haçlı Batı'nın İsrail'e müslüman soykırımı yapması için destek vermesi hiç de şaşılacak bir durum değildir.
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
"Tarih hıristiyanların acımasız soykırımları, katliamları, vahşetleri ile doludur. Batı'yı ve Amerika'yı tanımak için tarihine bakmak yeter." (s. 323)
"Batı ülkelerinin tarihinde, vahşet, yamyamlık, katliam, soykırım, işkence, tecavüz, yağmalama, sömürme adeta sıradan eylemlerdir." (s. 370)
"Haçlı Batı Devletleri'nin ve bugünkü ABD'nin tarihi, vahşet, katliam, işkence ve soykırımlarla dolu olduğu gibi; müslümanların tarihi, adâlet, merhamet, medeniyet örnekleriyle doludur." (s. 403)
"Unutulmamalıdır ki; küfür ehlinin müslümanlara yaklaşması hiçbir zaman iyi niyetli olmamıştır. Daima sinsi niyetler taşımışlar, arkamızdan entrikalar tertip etmişlerdir. Bunun en büyük örneğini Osmanlı'nın yıkılma sürecinde bizzat bu millet yaşamıştır." (s. 595)
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü")
İsrail'in vahşeti, katliam ve soykırımı dünyanın gözü önünde sürüyor, artarak ve hız kesmeden devam ediyor.
Arkasına Amerika'nın ve Haçlı Batı'nın desteğini alan İsrail hiç kimseyi, hiçbir çağrıyı dinlemiyor, kale almıyor.
Yahudi, Amerika, Haçlı Batı bir oldu; İslâm'ı, müslümanları ve kendilerine engel gördükleri her bir milleti yok etmek, ellerindekini almak, devletlerini parçalamak için yola çıktılar.
Bu vahşiler, bu barbarlar, bu medeniyetsizler bütün maskelerini çıkarttılar. İnsanlığın gözüne baka baka her türlü alçaklığı, her türlü adaletsizliği, her türlü haksızlığı, her türlü zorbalığı, her türlü baskıyı, her türlü tehdidi yapıyorlar.
Batı'da üslenmiş ve Batı insanının tepesine çöreklenmiş; fanatik, yobaz, sapkın yahudi ve hıristiyanlar ve modern putperestler iyice zıvanadan çıktılar. Bütün dünyayı ateşe atmak için birlik oldular.
Âyet-i kerime'de:
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar." buyuruluyor. (Enfâl: 73)
Çok tehlikeli, çok müzayakalı, büyük bir harp ve kaos sürecinin başındayız.
"Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar." (Âl-i imran: 118)
Bu zorbalar yüzünden bütün dünyayı saracak büyük bir ateş, büyük hadiseler, büyük savaşlar kapıda.
"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu otuz sene zarfında Allah'u-âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde görürsünüz.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Allah-u Teâlâ kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
Dünya milletleri harbe hazır durumda. Ha patladı ha patlayacak, ha patladı ha patlayacak! Emr-i ilâhîyi bekliyor." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Ve fakat aynı zamanda çok zorlu bir doğumun, büyük bir değişimin de başındayız. Çünkü bütün dünya bunların içyüzünü görmeye başladı ve daha da görecek. Bunlar zorbalıkla hakimiyet kurabileceklerini zannediyorlar.
Ancak Allah-u Teâlâ dünyayı bu zalimlere bırakmayacak. Muzafferiyeti İslâm'a ve müslümanlara verecek.
Muhterem Ömer Öngüt Efendi Hazretleri bu müjdeyi yıllar önce şöyle haber vermişlerdi:
"Ve fakat Allah'u-âlem daha müslümanların cezası bitmedi. Müslümanların cezası bittiğinde sıra küffarın cezasına gelecek. Rüzgâr eken fırtına biçecek. Böyle böyle Allah-u Teâlâ'nın takdiri zuhur edecek ve muzafferiyeti İslâm'a bahşedecek."
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde:
"Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik." (Tin: 5)
"Onlara alçaklık damgası vurulmuştur." (Bakara: 61)
"Onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık." buyuruyor. (Mâide: 13)
Baskı ve zulümden zevk alan, sivilleri, çocukları öldürmekten zerre kadar vicdan azabı hissetmeyen bu hastalıklı, katliamcı zihniyet tekrar ayyuka çıktı. Yeni bir savaş ve kargaşa devri başladı. Dünya çok büyük bir tehdit ve tehlike altında.
Hak-hukuk-insanlık namına hiçbir değeri kabul etmeyen, dünyanın hiçbir çağrısına kulak asmayan, soykırım niyetini cumhurbaşkanından sıradan vatandaşına kadar sürekli beyan eden ve bu beyanları yapmaktan çekinmeyen İsrail; dünyanın gözü önünde her gün katliam yapıyor, soykırıma devam ediyor. Günümüz insanlığının ortak bir değer olarak dokunulmaz kabul ettiği; hastane, okul, cami, kilise, BM binası, su deposu, ambulans .... hepsini vuruyor, hatta hususi hedef alıyor. Adeta zıvanadan çıkmış, gözü dönmüş, vahşet ve katliamdan beslenen bir seri katil gibi hareket ediyor.
Bu vahşeti, bu zulmü yaparken de bütün insanlıkla dalga geçiyor. Sivil ölümlerini, çocuk ölümlerini, hastanelerin bombalanmasını aşikâr yalanlarla ve argümanlarla gerekçelendirmeye çalışıyor. İsrail Cumhurbaşkanı çıkıp Gazzeli bir çocuğun odasından Hitlerin kitabı çıktı diyebiliyor. Bunu söylerken gıcır gıcır hiç kullanılmamış, enkazdan çıkmadığı belli bir kitabı gösteriyor. Daha kötüsü katlettikleri, bombalarla parçaladıkları binlerce çocuğun bu vahşeti hak ettiğini ima ediyor.
Bunlar öyle bir alçalmışlar ki, alçaldıkları yeri ifade edecek kelime bulmak mümkün değil.
Bundan bin yıl önce, iki bin yıl önce yapılan savaşlarda bile savaşın kendine göre bir hukuku, savaşçıların bir onuru vardı. İnsanlar ölmeyi onurlarını kaybetmeye tercih ederlerdi.
Yahudilerde ve onları destekleyen haçlılarda ne hukuk var, ne insanlık, ne de askerlik onuru var. Hiçbir şey yok. Çocuk öldürmekten zevk alan hastalıklı ruh haline sahip bir güruh var.
Medeniyetin zirvesine çıktık diye caka sattıkları bir çağda en büyük medeniyetsizlikleri yapmaktan çekinmiyorlar. Çünkü imanları yok.
Bunlar her türlü alçaklığı yapıyor, Amerika başta Haçlılar da bu alçaklıkları destekliyor. Çünkü tarih boyu ve yakın tarihte hep yaptıkları şey bu. Bunlar kandan beslenen vampir gibiler. 7 Ekim'den bu tarafa çocukları, kadınları, doktorları, hemşireleri, yardım gönüllülerini, BM çalışanlarını katlediyorlar.
Yahudinin, küffarın azgınlığının ayyuka çıktığı; hiçbir çağrıyı dinlemediği; insanî değerlerin, insancıl hukukun hiçe sayıldığı bir zamandan geçiyoruz.
Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah'ı var.
"Allah Azîz'dir, intikam sahibidir." (Âl-i imran: 4)
Zulm ile abad olanın ahiri hüsran (berbad) olur.
İsrailli yetkililerden sıradan vatandaşlarına kadar hepsinde bir soykırım niyeti olduğunu ve bunu da saklamadıklarını, açık açık atom bombası kullanılması gerektiğini söylediklerini geçen ayki yazımızda ayrıntılı olarak arzetmiştik.
Yahudiyi Cenâb-ı Hakk tanıtıyor:
"Andolsun ki insanların içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve Allah'a şirk koşanları bulursun." (Mâide: 82)
Bu siyonistler, bu zorba düzeni ilelebet devam ettirebileceklerini mi zannediyorlar?
İsrail'in uygulamaları bir zamanlar Güney Afrika'da yaşanan, insanları kökenine göre sınıflandıran ırkçı Apartheid rejimine benziyor.
İngilizler Güney Afrika'da bu rejimi devam ettiremediler.
İsrail bu baskı ile, zulümle, insanları öldürerek, yerinden yurdundan sürerek bir devlet kurmaya çalışmakla aslında kendisini büyük bir açmazın içine düşürmüş durumda ancak farkında değil.
Bağnaz, faşist, nobran, kibirli bir zihniyetle Amerikan desteğine, küresel sinsi iktidarlarına güveniyorlar.
Oysa bu zorbalıkla devam etmeleri mümkün değil.
Çünkü küçük bir coğrafyada; elinden yerini yurdunu evini gasbettiği, kiminin çocuğunu, kiminin annesini babasını öldürdüğü milyonlarca mülteci ile; sürekli baskı zulüm ve katliam ile; 10-15 milyonluk nüfusla; Arz-ı Mevud adlı hülyasının peşinden koşmakla; Türkiye dahil etrafındaki ülkelerin topraklarına göz koymakla; sinsilikle, fitne ile, fesad ile; Amerika'nın, Haçlı Batı'nın ordularını kullanıp etrafındaki ülkeleri parçalamakla; bölgeyi ve dünyayı büyük bir kaosa sürüklemekle daha ne kadar gidebileceklerini düşünüyorlar?
İşte bu yüzden bunların bu amaçlarına ulaşmak için, bu açmazdan kurtulmak için büyük katliamlar yapması, nükleer silah kullanması lâzım. Bunu ifade etmekten de çekinmiyorlar.
Bunlardan her şeyi beklemek lâzım. "Bunu yapmaz, şunu yapamaz, şu bombayı kullanamaz" dememek lâzım. Her türlü hazırlığı buna göre yapmak lâzım.
Öyle bir ülke, öyle bir zihniyetle karşı karşıyayız ki, bunları uluslararası ceza mahkemelerinde yargılamak için delil toplayacağım diye uğraşmaya bile gerek yok. Bizzat kendileri her gün bu suçları beyan ve itiraf ediyorlar:
1000 İsrailli askeri doktor bir bildiri ile Gazze'de bulunan hastanelerin yerle bir edilmesini istedi. Bunu isteyenler doktor! İnsanın nutku tutuluyor.
İsrail Kültür Mirası Bakanı Amihai Eliyahu; "Gazze'ye atom bombası atmak olasılıklardan biri", "Bütün topraklar alınmalı ve oradaki yerleşimler yeniden kurulmalı.", "Gazze'dekiler İrlanda'ya ya da çöllere gidebilir.", "Kuzey Şeridi'nin var olma hakkı yok. Filistin ya da Hamas bayrağı taşıyan hiç kimse yeryüzünde yaşamaya devam etmemeli." diye bir dizi hezeyanda bulundu. İsrail'den gelen bu gibi açıklamalara artık şaşırmıyoruz. Çünkü bu alçaklıklar hergün yaşanıyor.
İsrail kabinesindeki bir bakanın "Gazze'ye atom bombası atmanın bir seçenek olduğu" yönündeki açıklaması, nasıl bir terör zihniyetiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu terör tüm bölge ve dünya için tehlike oluşturmaktadır.
Haaretz yazarı İsrailli gazeteci Gideon Levy İsrail Başbakanı Ehud Barak ile röportaj yaptığını ve ona "Filistinli olarak doğsaydınız ne olurdu?" diye sorduğunu ve onun verilebilecek tek cevabı verdiğini beyan etti: "Bir terör örgütüne katılırdım."
Görüyorsunuz bunlar yaptıkları zulmün gayet farkındalar; bilerek, isteyerek bu zulmü yapıyorlar. Direnen Filistinlileri de terörist diye yaftalıyorlar.
Savaşan askerler attıkları mühimmatların üzerine kendilerine göre mesaj içeren bazı sözler yazarlar. Bu sözlerin bazıları rahatsız edici olabilir. Ancak hiçbirisi İsrail askerlerinin yazdığı şu cümleyi yazmadı: "Umarız masum insanların üzerinde patlar."
Bu derece gaddar ve zalim bunlar.
İsrailli haham ve siyasi lider Meir Mazuz, Gazze Şeridi'ne insani yardım ulaştırılmasına karşı çıkarak şöyle dedi: "İnsanlarla uğraşıyor olsaydık Gazze'ye insani yardım gönderirdik ama hayvanlarla uğraşıyoruz."
Bu kendinden olmayan milletleri "Hayvan" olarak görme zihniyeti bunların bakanından hahamına, askerinden sıradan vatandaşına hepsinde aynı. İsrailli bakanların ve sivillerin benzer beyanlarını geçen ay da arzetmiştik.
İsrail adeta kontrolden çıkmış gibi saldırıyor, katlediyor. Hamas'ın elinde rehine olarak bulunan kendi vatandaşlarını da umursamıyor.
İsrail'deki rehinelerin ailelerinin kendi ülkelerinden, İsrail'den ümidi kestikleri, Ankara'ya gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek istediği söyleniyor.
Dünyada Türkiye de dahil birçok ülke kalıcı barıştan bahsediyor ancak İsrail'in hiç de öyle bir niyeti yok. İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı açık açık kalıcı işgalden, askerî kontrolden bahsediyor.
İsrail kendi kendini soktuğu vahşet ve katliam sarmalından kurtulmak için vahşet ve katliamı genişletmekten başka her seçeneği reddediyor.
İsrail Milli Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir, Filistinli tutukluları idam etmek için meclisin yasa çıkaracağını söyledi. Cezaevi yetkililerine Filistinlilerin koşullarının daha da ağırlaştırılmasını emretti, sistematik işkenceyi itiraf etti:
"Bugün polis müdürümüz ile teröristleri tuttuğumuz karakola gittim. (Filistinliler) Talimatlarımıza uygun şekilde en ağır koşullarda tutuluyorlar; tamamen karanlık hücreler, sürekli kelepçe, demir yataklar ve tuvalet olarak sadece zeminde bir delik. Ayrıca hücrelerde kesintisiz şekilde İsrail milli marşı çalıyor."
Yakın tarihte sistematik işkenceyi açıkça savunan tek devlet İsrail. Ancak katliamı görmeyen Batı, Filistinli tutsaklara yönelik işkenceyi de görmezden gelecek.
Bir Hamas'ın elindeki esirlere muamelesine bakın, bir de İsrail'in yaptıklarına…
Hangisi terör örgütü, hangisi devlet?
İsrail Tarım Bakanı Avi Dichter, Gazze Şeridi'nde yaşayan Filistinlilerin kuzeyden güneye doğru sürülmesini Filistinlilerin vatanlarından sürüldüğü Nekbe'ye benzeterek "2023 Gazze Nekbe'si" ifadesini kullandı.
Açıkça etnik temizlik ve sürgün niyetlerini dile getirdi.
Middle East Eye isimli haber kanalı, İsrail'in ABD Delta Force komandolarının gözetimi altında, Gazze tünellerini sinir gazı (sarin) ve kimyasal silahlarla doldurmayı planladığını yazdı.
İsrail'in Gazze'deki katliamlarının bir sınırı yok. Tek kelime ile; siviller için güvenli hiçbir yer yok...
İsrail ordusu 18 Kasım'da Cibaliya Mülteci Kampı'nda UNRWA (BM) bünyesindeki, çok sayıda kişinin sığındığı El-Fahura Okulu ile Beyt Lahiya beldesindeki Tel ez-Zater Okulu'nu bombaladı. İsrail saldırısında 200 Filistinli şehit oldu, çok sayıda kişi de yaralandı.
Türk Dışişleri Bakanlığı bu saldırı hakkında yaptığı açıklamada "İnsanlık tarihine şimdiden kara bir leke olarak geçen bu katliamların sorumluları, yarattıkları bu tarifsiz acının hesabını yargı önünde mutlaka vereceklerdir." dedi.
İsrail'de cumhurbaşkanının "Siviller de sorumlu" dediği, savunma bakanının askerlerine "askerî mahkeme yok, savaş suçu yok" diye açık çek verdiği bir devletle, daha doğrusu bir terör örgütü ile karşı karşıyayız. (İsrail'in soykırım niyeti hakkında cumhurbaşkanından başbakanına, savunma bakanından subayına, sanatçısından edebiyatçısına, sıradan vatandaşına kadar yapılan açıklamalar için bkz. Hakikat Dergisi 362. sayı)
Çok büyük bir kötü niyet var. Ve bu kötü niyet sadece Filistinlilere karşı değil. Bu yüzden çok tehlikeli bir yapı ile karşı karşıyayız.
Ve bu devleti sınırsız destekleyen bir Haçlı Batı var.
Çok dikkatli ve hazırlıklı olmalıyız.
Haçlı Batı'nın İsrail'e müslüman soykırımı yapması için destek vermesi hiç de şaşılacak bir durum değildir.
Al birini vur ötekine.
Çünkü Cenâb-ı Hakk:
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." buyuruyor. (Enfâl: 73)
Müslümanlar bu emr-i şerif mucibince hareket etmedikleri için bugün dünyada fitne, fesat, kargaşa, savaşlar olmaktadır. Bir ve beraber olsalar kâfirler bu kadar zulüm yapamazdı.
Hatırlanacağı üzere Ekim ayında İsrail'in, Filistinlilere yönelik Gazze Şeridi'nde uyguladığı vahşet ve katliam aralıksız sürerken, ABD, Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Kanada "İsrail'in kendini savunma hakkını destekliyoruz" diye ortak bir bildiri yayınladılar.
ABD askerlerinin Gazze'de savaştığı ve bazı Amerikan askerlerinin öldürüldüğüne dair çıkan haberler, ABD'nin silah ve para vermekten öte bizzat askerlerini savaşa sürerek İsrail'e destek verdiğini ortaya çıkardı.
Bloomberg bir haberinde; ABD'nin İsrail'e gönderdiği sevkiyatlarını arttırdığını; 36.000 adet 30 mm top mühimmatı, 1.800 adet M141 sığınak delici mühimmat, 3.500 gece görüş cihazı, 57.000 155 mm yüksek patlayıcı top mermisi, 20.000 M4A1 tüfek, 5.000 kadar PVS-14 gece görüş cihazı, 3.000 M141 el tipi sığınak delici bomba, 400 tane 120 mm havan topu, 75 adet zırhlı araç, 312 adet tamir füze önleyici mühimmat gönderildiğini yazdı.
Amerikan Başkanı Biden 17 Kasım'daki basın toplantısında yalanlanan "Kafası kesilen bebekler" iddiasını yine söyledi, Şifa hastanesinin altında karargah ve silahlar bulunuyor iddiasına kanıt sunmadı ama dile getirdi, İsrail'e yalanlarla destek verdi, katliamlara devam etmeleri için açık çek verdi:
"Kesin olan bir şey var ki, Hamas'ın bu hastanenin altında karargâhı, silahları ve malzemesi var ve ben diğer hastanelerden de şüpheleniyorum."
"Hamas, daha önce yaptığı gibi İsrail'e yeniden saldırmayı, bebeklerin kafalarını kesmeyi, kadın ve çocukları diri diri yakmayı planladıklarını kamuoyuna açıkladı. Yani durup hiçbir şey yapmamaları fikri gerçekçi değil"
"'Bu ne zaman duracak?' sorusuna gelince… Hamas'ın İsraillileri katletme ve İsraillilere korkunç şeyler yapma kapasitesine artık sahip olmadığı zaman bu durumun sona ereceğini düşünüyorum."
Halbuki Ehud Barak "Şifa Hastanesi'ni biz yaptık." diyerek bu iddiaları birinci elden yalanlamış oldu.
ABD Dışişleri İsrail'e destek vermek için "Sınırlarının ötesinde saldırılara hazırlanan bir terör örgütü bulunsaydı, ABD de operasyon yapmak isterdi" dedi.
ABD Temsilciler Meclisi, Filistin asıllı üyenin İsrail'i eleştirmesini kınayan tasarıyı kabul etti. Söz konusu tasarıda, Temsilciler Meclisi'nin, Filistin asıllı tek üyesi Rashida Tlaib, "7 Ekim'den bu yana yanlış söylemler yaymak ve İsrail devletinin yok edilmesi çağrısı yapmak" ile itham edildi.
Beyaz Saray Sözcüsü "Bu 'soykırım' kelimesinin ortalıkta dolaştığını duyuyorum. Aslında Hamas'ın İsrail halkına karşı soykırım niyeti var. Haritadan silindiğini görmek istiyorlar." dedi.
ABD Dışişleri Sözcüsü "Bir şeyin soykırım olup olmadığını değerlendirmek için titiz bir sürecimiz var. Bu, mevcut çatışmayla ilgili olarak değerlendirdiğimiz bir terim değil." dedi.
Robert F.Kennedy Jr.: "İsrail bizim için kale... Adeta Ortadoğu'da bir uçak gemisine sahip olmak gibi. Bu bizim en eski müttefikimiz. İsrail'in ortadan kalkması halinde Rusya, Çin ve BRICS ülkeleri dünya petrolünün % 90'ını kontrol edecek ve bu ABD'nin ulusal güvenliği açısından bir felâket olacaktır." dedi.
ABD'de Cumhuriyetçi başkan aday adayı Florida Valisi Ron DeSantis, "İsrail'in kendisini savunmaya ve işi bitirmeye hakkı olduğunu" söyledi, "Birleşmiş Milletlerin İsrail'i hedef almasından bıktım. Birleşmiş Milletlere fonları kesmeliyiz." dedi.
New York Times Magazine dergisinin yazarı Jazmine Hughes, Filistin'e desteğini belirttiği bir bildiriye imza atmasının ardından istifaya zorlandı.
İsrail'in Gazze'ye saldırısının ardından İngiltere Eğitim Bakanı Gillian Keegan İsrail'in Gazze'ye saldırılarına sınıfta nasıl yanıt verileceği konusunda tavsiyelerde bulunmak üzere okullara mektup yazdı. Mektupta, "Birleşik Krallık İsrail'e saldırıları kesin bir dille kınamakta ve ihtiyaç duyduğu bu dönemde İsrail ile dayanışma içinde bulunmaktadır." ifadeleri dikkat çekti.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu sözcülerinden Peter Stano, Ukrayna ile İsrail arasında benzerlik kurarak, her ikisinin de mağdur taraf olduğunu ve kendini savunmak zorunda kaldığını öne sürdü.
Alman Başbakanı Scholz, Arap ve İslâm dünyasının ateşkes çağrılarına değinerek, "(Gazze'de) Hemen ateşkes ya da uzun bir ara talebinin doğru olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu, İsrail'in, Hamas'ın toparlanmasına izin vermesi gerektiği anlamına geliyor. Hamas'ın tekrar füze imal edip saldırmasına izin verilmemeli." diye konuştu.
Bir soru üzerine Scholz, "Bunun da net bir şekilde söylenmesi lâzım ve bu konuda da şüphe yok. Her konuşmamızda ve her fırsatta, olaylara bakış açımızın bu olduğunu vurgulayacağız. (İsrail) İnsan haklarına ve uluslararası hukuka bağlı olduğunu hisseden ve bu doğrultuda hareket eden bir ülke. Bu nedenle İsrail'e yöneltilen suçlamalar absürttür ve bu konuda hiçbir şüpheye yer yoktur." şeklinde konuştu.
Scholz Erdoğan'ın Almanya ziyareti esnasında aynı "İsrail'e destek" teranelerini tekrar ederek "İsrail'in kendini savunma hakkı sorgulanamaz, İsrail'in kendini savunma hakkını sorgulamak değil, mümkün kılmak gerekir." dedi. Daha sonra da sosyal medyadan Türkçe olarak şu paylaşımı yaptı: "Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ben Ortadoğu sorunu konusunda oldukça farklı bakış açılarına sahibiz. Tam da bu nedenle doğrudan görüşmek çok önemlidir. Ancak net olarak ifade edeyim: İsrail'in var olma hakkı Almanya için mutlaktır. Ülkemizde antisemitizme yer yoktur."
(Almanya'da bu hususta müslümanlara büyük baskı var. Zaten müslümanlar ırkçılıktan muzdarip durumdaydı, 7 Ekim'den sonra sıkıntıları daha da arttı. Almanya'nın gidişatı pek iyi değil.)
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Gazze'deki ateşkes çağrılarına destek vermeyerek bu çağrıda bulunanların İsrail'in güvenliğini nasıl garanti altına alabileceği sorusuna cevap vermelerini istedi.
Alman Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Ingo Gerhartz İsrail bayrağı kuşanmış hemşirenin önünde İsrail askerleri için kan bağışında bulundu.
Alman otomobil devi Mercedes-Benz, İsrail'in sivil savunma kuruluşuna 1 milyon dolar bağışladı.
Avustralya'da Yeşiller Partisi Başkan Yardımcısı Senatör Mehreen Faruqi'nin, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında ölen Filistinlileri Senatoda anma girişimi, iktidardaki İşçi Partisi senatörlerince engellendi.
Fransa Senatosu, İsrail'i eleştirenlerin hapis ve ağır para cezalarıyla cezalandırılmasını öngören bir yasa teklifi sundu. İsrail Devleti'nin varlığına itiraz edenler 1 yıl hapis ve 45.000 euro para cezasıyla cezalandırılacak. İsrail'e karşı nefreti veya şiddeti kışkırtanlar 5 yıl hapis ve 100.000 euro para cezasıyla cezalandırılacak.
ABD İsrail'in Hastane bombalamasına ve hastaneleri işgal etmesine de destek verdi. Şifa hastanesine atılan bomba için Amerikan başkanı dahil İsrail atmadı diye yalan söylediler. Sonra hastanelerin altında tünel var, Hamas saklanıyor diye açıklamalar yaparak İsrail'in hastane baskınlarına yeşil ışık yaktılar.
ABD Dışişleri "Hamas'ın hastaneleri kullandığını biliyoruz. İsrail'e hastaneleri koruma çağrısında bulunan herkesin, Hamas'a hastaneleri boşaltması ve sivilleri canlı kalkan olarak kullanmayı bırakması çağrısında bulunduğunu görmek isteriz." dedi.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, "Hamas'ın Gazze'de bazı hastanelerin altındaki tünelleri kullanarak söz konusu hastaneleri 'saklanmak, askeri operasyonlarını yürütmek ve rehineleri tutmak için' kullandıklarına dair istihbarat aldıklarını öne sürdü.
Pentagon 14 Kasım'da "Hamas ve İslâmi Cihad, El Şifa hastanesi de dahil olmak üzere Gazze Şeridi'ndeki bazı hastaneleri kullandığına dair bilgimiz var. Bu hastanelerin altında tüneller var." dedi.
İsrail ordusu aynı gün "El Şifa'ya yönelik operasyon başlattık." diye açıklama yaptı.
İsrail tanklarla Şifa hastane kompleksine girdi. Hastaneyi terketmek isteyen siviller İsrail tanklarından açılan ateşlerle vurularak öldürüldü. Ölenleri gömmek için hastane kompleksinin içine toplu mezarlar açılmaya başlandı.
Beyaz Saray 15 Kasım'da "Operasyona biz onay vermedik." dedi.
Bunlar bu kadar alçak, bu kadar acımasız ve bu kadar yalancılar.
ABD öncülüğündeki Haçlı Batı ülkeleri halktan ve dünyadan gelen onca tepkiye rağmen İsrail'in müslüman katliamına destek vermeye devam ediyor.
"Batı'nın geçmişi; vahşet, katliam, soykırım; hemen tüm insanlık suçlarının tarihidir. Bu vahşet sadece insanların canlarına, mallarına kastetmekle yetinmemiş, maneviyatlarına, ahlâklarına, insanlıklarına da yönelmiş büyük bir tecavüzdür. Nitekim son birkaç yüzyıldır insanlık âlemini kasıp kavuran büyük harplerin ve katliamların tamamına yakını Batı kaynaklıdır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Bunların bu savaş ve katliam siyasetine dünya sesini yükseltiyor ama bu vahşi barbar sürülerini kimse durduramıyor.
Çin Savunma Bakanlığı Sözcüsü: "ABD bir savaş bağımlısıdır. ABD tarihi 240 yıllıktır ancak ABD sadece 16 yılını savaşmadan geçirmiştir! Ayrıca ABD dünya genelinde 80 ülke veya bölgede 800 askeri üs inşa etti. ABD askeri makinesi nereye giderse gitsin, orada acı çeken insanlar var." dedi.
ABD'nin bu vahşi yüzü kim gelirse gelsin değişmiyor. ABD müesses nizamı ile kavgalı bir görüntü veren önceki Amerikan Başkanı Trump 2024 yılındaki seçimleri kastederek şöyle konuştu: "Beyaz Saray'a döndüğümde düşmanlarımız şunu bilecek: Eğer bir damla Amerikan kanı dökerseniz biz de sizden bir litre kan dökeriz."
Bunlar söze kanla başlayan vampir haline gelmişler. Kan, katliam, öldürme genlerine işlemiş.
Batı'nın bu hastalıklı ruh hâli dünyanın başına "Komünizm", "Faşizm", "Amerikanizm" gibi dehşetengiz belâlar musallat etmiştir.
Bütün melânetler, savaş, vahşet hepsi bunlardan zuhur ediyor. Ellerindeki gücü dünyayı huzur ve sükun ile yönetmek için kullanmak yerine, sömürmek, baskı ve zulüm yapmak için kullanıyorlar.
Bunları bilmeden Amerika'yı tanımak mümkün değildir. Irak'ta, Afganistan'da yaşananları anlamak mümkün değildir.
Ancak bu barbarlar bundan zerre pişmanlık duymazlar.
Batılı'nın "Medeniyet"i de kendisi içindir, "Refah"ı da kendisi içindir. Başka kimseyle paylaşmak gibi bir fikri yoktur. Zira böyle bir tarihi altyapısı, kültürü yoktur. Sömürmek istedikleri milletlerin hem nesillerini, hem de kültürel değerlerini; ahlâk, fazilet namına ne varsa yok etmeye çalışmışlardır. Özellikle müslümanlar üzerinde bu uğurda çok büyük emekler sarfetmişlerdir. Bu kültürel soykırım en az fiziksel soykırım kadar dehşetli ve gaddarca icra edilmiştir.
Bugün huzursuzluğun baş kaynağı Amerika oldu. İşte Irak, işte Afganistan, işte Libya, işte Suriye!
Onların demokrasisi bu kadar, onların demokrasisi vahşetten ibaret! Bu meziyet(!) onlara atalarından tevarüs etmiştir. Zira bütün Batı tarihi vahşet, katliam ve soykırımlarla doludur.
Cehennemin dereceleri olduğu gibi küfrün de dereceleri vardır. Küfür ehli içinde İslâm'a, müslümanlara, insanlığa en büyük zararı dokunan ülke Amerika'dır.
Nitekim; "Dinsizliğin ismini değiştirdiler "Medeniyet" dediler, vahşetin ismini değiştirdiler "Demokrasi" dediler." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü, s. 318)
Bugün yahudi ve Haçlı Batı'nın katliam ve vahşette iş birliği içinde hareket ettiğini, birbirlerini desteklediklerini görmekteyiz.
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar." (Mâide: 51)
İlâhî buyruğunun büyük bir tecellisini yaşıyoruz. Görüyorsunuz birbirlerini nasıl destekliyorlar.
Dünyadan, vicdan sahibi vatandaşlarından gelen tepkiler sebebiyle göstermelik bazı açıklamalar yapıyorlar. Ancak İsrail'e hiçbir baskı yapmadıkları gibi, "İsrail'in kendini savunma hakkı var." gibi söylemlerle, hastane bombalamasını bile gerekçelendirmeye çalışan açıklamalar yapıyorlar. Bomba, silah vererek; savaş gemilerini, askerlerini bölgeye göndererek açık bir destekte bulunmaya devam ediyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ehl-i küfür hakkında şöyle buyurmuştur:
"Küfür tek millettir. İslâm dini'nin ezeli ve ebedi düşmanıdırlar. Hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler."
"Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Yahudi ve hıristiyanlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler." (Hâinlerin İçyüzü, s. 346)
Haçlı Batı tarih boyu vahşetin, soykırımın adeta kitabını yazmış bir güruhtur. Son 75 yıllık İsrail tarihi bize göstermektedir ki yahudilerin de Haçlı Batı'dan aşağı kalır bir yanı yoktur.
Bugün İsrail "savaş" adı altında her türlü savaş suçunu, her türlü insanlık suçunu işliyor. Sivilleri, çocukları, kadınları öldürüyor, hastaneleri bombalıyor, doktorları, sağlık çalışanlarını hedef alıyor. İnsanlık hukukuna, savaş hukukuna dair ne varsa ayaklar altına alıyor.
Ve fakat öldürülenler, zulme uğrayanlar müslümanlar olduğu için Amerika başta bütün Haçlı Batı bunlara destek veriyor.
Onların vicdanları sükût etmiş, insanlıkları ölmüş olduğu için resmen yaşanan bu müslüman katliamından memnunlar.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanların müslümanlara olan bu kin ve garazlarını Âyet-i kerime'sinde şöyle haber veriyor:
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
Görüldüğü üzere yahudi ve hıristiyanlar İslâm'a ve müslümanlara karşı düşmanlıkta bir ve beraber hareket ediyorlar ve birbirlerini destekliyorlar.
Oysa yahudiler son 1500-2000 yılda en büyük zulmü Avrupa'dan, Haçlı Batı'dan görmüştür. Batı'da ve Batılıların işgal ettiği coğrafyalarda katliam, sürgün soykırımlara maruz kalmışlardır.
Yahudiler Avrupa'da büyük zulümler ve katliamlara maruz kalırken Endülüs'te, İslâm ülkelerinde, Osmanlı'da huzur ve emniyet içinde yaşamışlardı.
Bütün bu tarihi arka plana rağmen yahudilerin ve Haçlı Batı'nın İslâm ve müslüman düşmanlığında bir ve beraber hareket etmesi çok hayrete mucip bir durumdur. Büyük bir nankörlüktür.
Bu durum bunların küfrünün, içlerindeki karanlığın, hak ve hakikat düşmanlığının en büyük delillerinden birisidir.
İşte bu yüzden:
"İnkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)
"Allah onlara gazap etmiştir." (Mâide: 80)
Çünkü kurdukları dünyaperest düzen ve aslını bozdukları sahte dinleri için en büyük tehdit hak ve hakikatin ifadesi olan İslâm dini'dir, hakiki müslümanlardır. Bu yüzden yahudiler olsun, hıristiyanlar olsun, Haçlı Batı ülkelerine çöreklenmiş putperest küreselciler olsun, bunlar en büyük tehdit ve tehlike olarak İslâm'ı görürler. Hak ve hakikatten nasipleri olmadıkları için İslâm ve müslümanlar hakkında her türlü adaletsizliği, her türlü düşmanlığı, her türlü ahlaksızlığı, her türlü yalanı, her türlü karalamayı, her türlü kara propagandayı yaparlar. Bunların gerçekte düşmanlıkları Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'adır.
Bunların bu düşmanlığı "Küfür tek millettir" Hadis-i şerif'inin de mücessem bir tecellisidir.
Halbuki yahudilere tarih boyu en büyük zulümleri yapanların başında Haçlı Batı gelir. Avrupa'da yahudilere yapılan zülüm ve vahşet Hitler'in yaptıklarından ibaret değildir.
Bilindiği üzere hıristiyanlar İslâm inancından farklı olarak İsa Aleyhisselâm'ın çarmıha gerilerek öldürüldüğüne inanırlar ve bunun sorumlusu olarak da yahudileri görürler. Bu sebeple özellikle Avrupa'da tarih boyu yahudilere karşı birçok cinayet ve katliam işlenmiştir.
681'de toplanan On ikinci Toledo Konsili yahudilerin bir yıl içinde vaftiz olmaları, aksi takdirde sürgüne gönderilmelerine hükmeden bir karar aldı. Yahudilerin sünnet yaptırmaları, dini günlerini kutlamaları yasaklandı. 694 yılında Vizigot Krallığı, ülkede henüz hıristiyanlığa girmemiş bütün yahudilerin köleleştirilmesi kararını aldı.
Baskı ve zulümün şiddetlendiği bir zamanda yahudiler yok olmak üzere iken 711 yılında İspanya'yı fetheden müslümanlar sayesinde rahat bir nefes almışlardı.
11 ve 13. yüzyıllar arasındaki dönem, yahudiler için Avrupa'nın birçok yerinde sürgün, din değiştirmeye zorlanma ve katliamlar ile dolu, geniş çaplı baskılar ile geçmiştir. Zulüm Haçlı Seferleri sırasında zirvesine ulaşmıştır.
Türklerin Anadolu'yu fethetmesinden hemen sonra İslâm dünyasına karşı toplanan haçlı sürüleri Anadolu'ya doğru yol alırken yol üstündeki bütün yahudileri katlederek ilerlemişlerdi. Ren ve Tuna boylarında yaşayan yahudiler Birinci Haçlı Seferi (1096) sırasında tamamıyla yok edilmiştir. İkinci Haçlı Seferi (1147) sırasında da Fransa'daki Yahudiler katliamlara kurban gitmişlerdir. Sonraki Haçlı Seferlerinde de saldırılar devam etmiştir. Haçlı Seferleri'ni, 1290 yılında tüm İngiltere yahudilerinin kovulması, 1396 yılında 100.000 Yahudinin Fransa'dan kovulması ve 1421 yılında da binlercesinin Avusturya'dan kovulması gibi sürgünler izlemiştir.
Kara Veba salgınlarının Avrupa'yı perişan ettiği ve nüfusun yarıdan fazlasının ölümüne yol açtığı 14. yüzyıl ortasında, salgına su kuyularını zehirleyen yahudilerin yol açtığı söylentisi üzerine yüzlerce yahudi cemaati yok edilmiştir. 1348'de Strazburg'da 900 Yahudi diri diri yakılmıştır.
Hindistan'da daha önce hiçbir zulüm görmeyen yahudiler, 17. yüzyılda Güney Hindistan'ı işgal eden Portekizliler tarafından orada da korkunç bir vahşete maruz kalmışlardır.
1870 yılına kadar varlığını sürdüren Papalık Devletleri'nde, yahudilerin sadece getto adı verilen belirli mahallelerde yaşamalarına izin veriliyordu. 1840'lara kadar, Hristiyanlığa dönmeleri yönünde baskı gördükleri vaazlara düzenli olarak katılmaya zorlanıyorlardı. Hıristiyanlığa geçen yahudiler için kurulan yatılı devlet okullarını desteklemek üzere sadece yahudilerden alınan bir vergi salınmıştı. Hıristiyanlıktan yahudiliğe dönmek yasaktı. Kimi zaman yahudiler zorla vaftiz ediliyor, hatta bu gibi vaftizlerin yasadışı olduğu zamanlarda dahi hıristiyanlığı uygulamaya zorlanıyorlardı. Bu gibi birçok durumda, devlet çocukları ailelerinden ayırıyordu.
On dokuzuncu yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk yarısında şiddeti azalmış olsa da hıristiyanların yahudilere uyguladığı baskı ve zulüm 2. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam etti. Hitlerin yahudi katliamının arkasında böyle büyük bir tarihi altyapı bulunmaktaydı.
Bugün Faşizm suçu sadece Hitler'e yıkılmaya çalışılsa da bu sapkın ideolojinin hemen bütün Avrupa'da taraftarları vardı. İtalya gibi ülkelerde iktidar olmuşlardı. Bugün de dikkat ederseniz hemen bütün Avrupa ülkelerde farklı isimler altında faşist partiler var, bunların birbiriyle irtibatı var ve birçok Avrupa ülkesinde de ikinci ya da üçüncü parti durumuna geldiler. Yakında Avrupa ülkelerinin yönetimlerinin birer birer bu faşist partilerin eline geçme ihtimali var.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra Hitler Almanyasının mağlubiyetini, Avrupa ülkelerinin mahçubiyetini kullanan yahudiler yaşadıkları mağduriyeti büyük bir siyasi kazanıma çevirdiler. İngiltere ve Fransa'nın zayıflaması, dünya lideri konumuna yükselen Amerika'nın İsrail'e koşulsuz desteği, papalığın 1962 yılında toplanan ll. Vatikan Konsili'nde yahudileri kardeş ilân etmesi bugünkü ortamı hazırladı.
Görüldüğü üzere son iki bin yıldır yahudi katliamı yapanlar hıristiyan Haçlı Batı'dır. Bu sürede yahudiler huzur ve güven içinde ancak İslâm ülkelerinde yaşayabilmişlerdir.
Bilhassa Osmanlı Devleti'nin hakim olduğu bütün memleketlerde rahat ve huzurla yüzyıllarca yaşadılar.
Bütün tarihi hakikatler böyle olduğu halde bunların nankörlüğü, küfrü öyle büyük ki Haçlı Batı ile bir ve beraber oluyorlar, İslâm'a ve müslümanlara düşmanlık yapıyorlar. Tarih boyu bunları her türlü soykırım ve sürgünden kurtaran müslümanlara karşı utanmadan, sıkılmadan soykırım yapıyorlar, sürgün ediyorlar.
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hâinlik görürsün." (Mâide: 13)
Bunların bu kara niyetleri öyle büyük ki; Hitler'i aklayıp, Hitler'in suçunu müslümanlara yıkmaya çalışacak kadar zıvanadan çıkıyorlar. İsrail Başbakanı Netanyahu 2015 yılında Kudüs'teki Dünya Siyonizm Kongresi'nde yaptığı konuşmasında şöyle dedi: "Hitler Yahudileri öldürmek istemiyordu, yalnızca sürmek istiyordu. Hacı Emin el Hüseyni Hitler'e gitti ve dedi ki 'sen onları kovarsan hepsi bize gelecek.' 'Peki ne yapmalıyım' dedi Hitler, o da cevap verdi 'Yak onları!'"
Bu nasıl bir alçaklıktır, bu nasıl bir nankörlük, nasıl bir hâinliktir, bu nasıl bir kafa yapısıdır, bu nasıl bir düşmanlıktır?
"Andolsun ki insanların içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve Allah'a şirk koşanları bulursun." (Mâide: 82)
Görüyorsunuz bunların İslâm düşmanlığı öyle büyük ki, Hitler'i bile aklamaktan çekinmiyorlar. Oysa Netanyahu'nun bu yalanına tepki gösteren yahudilerden birisi olan tarihçi Dina Porat Hitler ve müftünün 1941'de görüştüğünü, Hitler'in ise 1939'daki meclis konuşmalarında da yahudilerin yok edilmesi gerektiğine dair sözleri olduğunu söyledi.
Birbirlerine düşmanlar, birbirlerini katlediyorlar ama müslümanlara karşı bir ve beraber hareket ediyorlar.
Yahudi ve hıristiyanların aralarındaki ihtilaf Âyet-i kerime'de şöyle haber verilmiştir:
"Yahudiler: 'Hıristiyanlar bir şey (bir temel) üzerinde değildirler.' dediler. Hıristiyanlar da: 'Yahudiler bir şey (bir temel) üzerinde değildirler.' dediler. Oysa onlar Kitap'ı da okumaktadırlar. Kitap'ı bilmeyen kimseler de öylece onların dedikleri gibi dediler. Ayrılığa düştükleri şeyde Allah kıyamet günü aralarında hüküm verecektir." (Bakara: 113)
Yahudiler kendi aralarında da ihtilaf ve düşmanlık içerisindedir:
"Biz onların aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin saldık." (Mâide: 64)
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir. O bir fırka-i nâciye ise benim ve ashabımın üzerinde gittiğimiz yolda gidenlerdir." (Ebu Davud, Tirmizî)
Dikkat ederseniz bütün bu ihtilaflara rağmen birbirlerini dost ediniyorlar, dünyayı parsellemek için işbirliği yapıyorlar, İslâm ve müslüman düşmanlığında birlikte hareket ediyorlar. Müslümanları yok etmek hususunda bir ve beraberler.
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
"İsrail terör devletidir" önermesi İsrail'in eylemlerini ifade etmek için ortaya atılmış bir tabir değil, bilakis gerçeğin yalın bir ifadesidir. Dünyada "Terör Devleti" tabirini hak eden bir devlet varsa o da İsrail'dir.
Filistin'deki yahudi işgali İsrail kurulmadan önce İngiliz manda yönetimi zamanında ortaya çıkan yahudi terör örgütleri tarafından başlatılmıştır.
Filistin'de 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın yenilmesiyle İngiliz işgali başlamış. İngilizlerin ilk işlerinden birisi Balfour Deklarasyonu ile Filistin'de yahudiler için "Milli yuva" kurulmasını destekleyeceklerini açıklamak olmuştur. Bundan sonra Filistin'e yahudi göçü başladı.
Bu tarihten sonra İsrail'in kuruluş sürecinde birçok terör örgütü rol aldı. Yahudiler tarafından kurulan Haganah, Irgun, Stren gibi terör örgütleri birçok katliamlara imza attılar. Bu terör örgütleri, Filistin'deki köylere saldırdı, gasp ettikleri topraklara işgalci siviller yerleştirildi. İngiliz manda yönetimi çıkan huzursuzluklar sebebiyle yahudi yerleşimini yasaklayınca bu terör örgütleri İngiliz askerlerine de saldırdılar.
Terör örgütlerinin Filistinlilere karşı canice katliam ve saldırıları uzun süre devam etti. Filistinlilerin toprakları gasbedildi, buralara yahudi işgalci siviller yerleştirildi.
14 Mayıs 1948'de İsrail kurulduktan 2 hafta sonra da bu terör örgütleri "İsrail ordusu"nu kurdu. Terör örgütlerinde görev alan birçok isim sonraki yıllarda orduda ve sivil(!) yönetimde üst düzey görevler üslendi.
Bu terör örgütlerinin icra ettikleri katliam, zulüm, baskı ve tehcirlerin aynısı, aynı terör yöntemleri 1948 yılında ilân edilen ismi "İsrail" olan terör devleti tarafından günümüze kadar aralıksız devam ettirilmiştir.
Irgun'ün başına, Menaham Begin geldiğinde terör örgütü binlerce sivil Filistinliyi canice katletti. Begin sonraki yıllarda İsrail başbakanlığı da yaptı.
1945 yılında Hagana, Irgun ve Stren terör örgütleri bir araya gelerek 'Birleşik Direniş Hareketi'ni kurdu. Bu adımdan sonra terör yoluyla işgal faaliyetleri hızlandı.
Terör örgütü Irgun, en kanlı eylemini ise 9 Nisan 1948'de gerçekleştirdi. Filistin'in Deir Yasin Köyü'ne, Leyhi ve Irgun terör örgütü üyesi 80 terörist birlikte saldırdı. Kadın, erkek, çocuk ve yaşlılar vahşice katledildi. Bazıları topluca infaz edildi.
1947-1948 yıllarında terör örgütleri tarafından 531 Filistin Köyü imha edildi. Gasp edilen araziler Filistin yüz ölçümünün yüzde yetmiş altısına ulaştı.
9 Nisan 1948 tarihinde Irgun terör örgütüne bağlı teröristler Deir Yasin Köyü'nde 107 Filistinli sivili katlettiler.
25 Şubat 1994 günü, Batı Şeria'nın El Halil şehrinde Baruch Goldstein adlı bir Yahudi, otomatik silahıyla açtığı ateş sonuncu 29 Filistinliyi öldürdü, 125'ini de yaraladı.
14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail'in kuruluşu ilân edildikten sonra bu terör örgütleri tarafından Moşe Dayan'ın komutanlığında kurulan İsrail Ordusu aynı terör yöntemlerine devam etti. Birçok Filistin köyü gasp ve işgal edildi, katliamlar yapıldı. Köyünü yurdunu terketmek zorunda kalıp mülteci kamplarına yerleşen Filistinlilerin dramı bununla bitmedi, mülteci kamplarında katliam devam etti.
Bu katliamların en bilinenlerinden bir tanesi 16 Eylül 1982 tarihinde yaşandı. O günkü İsrail Savunma Bakanı, İsrail'in eski başbakanlarından "Beyrut Kasabı" lakaplı Ariel Şaron'un açtığı yoldan ilerleyen İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milisler Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil yaklaşık 3.500 müslümanı katlettiler.
Emekli Jandarma İstihbarat Albay Hasan Atilla Uğur bir youtube programında 26 Mart 2002'de İsrail'de Binbaşı Cengiz Toytunç'un şehit edilmesi üzerine İsrail'e gönderilen heyetin içerisinde olduğunu; olay yerine gittiklerinde bir kule gördüğünü, İsrailli askerlerin itirazına rağmen kuleyi incelemek için gittiğini; kuleye çıkarken merdivenlerinde uçaksavar mermisi kovanları gördüğünü; kule terasından baktığında Filistin köylerini gördüğünü; bir örtüyü kaldırdığında altında bir keskin nişancıyı hedef almış vaziyette bulduğunu, bu keskin nişancının Rus yahudisi olduğunu ve gönüllü geldiğini, öldürdüğü her kişi için 1000 dolar para aldığını öğrendiğini anlatmıştır.
İsrail yerleşimci bölgelerinde eğimli ve kırmızı çatılar kanunen zorunlu. Çünkü bu çatılar, Arap ve yahudi yerleşimlerinin ayırt edilmesini, savaş uçaklarının nereye bomba atıp atmayacağını anlamalarını sağlıyor..
Bugün Gazze'de Filistin tarihinin en büyük katliamı yaşanıyor. Bütün dünya öldürülen çocukları, kadınları, sivilleri, bombalanan hastaneleri dehşetle izliyor. Filistin'de katliamın boyutu büyük olduğunda haber oluyor, oysa Filistin'de bu katliamlar aslında sürekli yaşanıyor.
Seksen-yüz yıldır her gün devam eden bir işgal ve katliam var. Gün geçmiyor ki bir Filistinli öldürülmesin, evi, tarlası gasbedilmesin, suçsuz yere yargılanmadan hapse atılmasın.
Bugün savaş Gazze'de ancak Hamas'ın olmadığı İsrail işgali altındaki Batı Şeria'da da şiddetlenen bir zulüm ve katliam var. Çünkü bunların fıtratı bu. Bunlarda devlet değil, terör zihniyeti var.
İsrail ve Hamas'ın ateşkes-insani ara ve rehine takası için anlaştığının duyurulduğu 22 Kasım'a kadarki 45 günlük sürede öldürülen Filistinli sivil sayısı 14 bine dayandı. Bunun 6 bine yakını çocuk. Yaralı sivil sayısı ise 30 bini geçti. İsrailliler daha ateşkes başlamadan, ateşkesten sonra Güney Gazze'ye de saldıracaklarını söylemeye başladılar.
Zulüm Filistin'in her yerinde devam ediyor.
Gazze'nin haricinde İsrail işgali altında yaşayan milyonlarca Filistinli var. Her an evinize bir İsrail askeri girebilir, çocuklarınızın gözü önünde sizi dövüp tutuklayabilir. Evinizi boş bırakıp ailece bir yakınınızı ziyarete giderseniz geri döndüğünüzde evinizde yahudi bir ailenin oturduğunu, evinizin çalındığını, kapıda kaldığınızı görebilirsiniz. Sokakta yürürken ya da bir protesto esnasında öldürülmeniz sıradan bir vakıadır.
Evinizden çıkıp hastaneye yahut komşu mahalleye elinizi kolunuzu sallayarak gidemezsiniz. İsrail kontrol noktalarından geçmeniz saatler sürebilir. Keyfi uygulamalar sebebiyle sabah 2-3 saat erken çıkmanıza rağmen işinize gidemeyebilirsiniz. Yol kapalı olduğu için 10 dakikalık bir mesafedeki bir yere gitmek için 2-3 saat dolanmak zorunda kalabilirsiniz. Camiler, mescidler ve kutsal mabed Mescid-i Aksa her an asker postallarıyla çiğnenebilir. Cuma namazı için saf bağladığınız sırada bir anda İsrail askerlerinin gaz bombaları yahut lağım suyu sıkan TOMA'ların saldırısına maruz kalabilirsiniz.
Gazze'deki durum Batı Şeria'dan daha farklı gelişti. İsrail 2005 yılında Gazze'den çekildi ve yahudi yerleşimlerini terketti. Ancak Gazze'yi abluka altında tutmaya, giriş ve çıkışlarını kontrol etmeye devam etti. 1967 İsrail işgalinden önce de yüzbinlerce mülteciye ev sahipliği yapan Gazze tam bir açık hava hapishanesi haline geldi. Ancak Gazze'de yaşayan Filistinliler Gazze içinde rahat hareket etmeye başladı. Fakat Batı Şeria'dan farklı olarak İsrail 2005'ten bu tarafa defalarca Gazze'ye savaş açtı ve halkı bombaladı, alt yapıyı tahrip etti. Sivillere hayatı zorlaştırmak için yine elinden geleni yaptı. Gazze'deki Filistinliler ise sinip oturmak yerine kendi silahlarını temin etmeye, üretmeye çalıştılar. İbtidai şartlarla çalışan kısa menzilli tahrip gücü zayıf küçük roketler yaptılar. Tüneller kazarak Gazze'yi savunmak için bombalardan sakınabilmek için hazırlık yaptılar.
Ve fakat arkasına Amerika'yı alan İsrail yeni ve çok daha büyük bir saldırı başlattı. İntikam almak için çocuk, kadın, yaşlı binlerce masum insanı öldürdü. Hastaneleri bombaladı, BM çalışanlarını, doktorları, sağlık çalışanlarını katletti. Elektriği, suyu kesti, insani yardımların girişini engelledi.
Filistin Devleti 15 Kasım 1988 günü ilân edildiğinde aynı gün ilk tanıyan ülkelerden birisi de Türkiye oldu. Ancak Filistin denilen ülke İsrail işgali altında olduğu için Filistin'e gitmek isteyen bir kimse İsrail'e gidip, İsrail kontrolünden geçip ondan sonra Filistin şehirlerine ya da Kudüs'e gidebiliyor. Haftalardır yayın yapan Türk gazeteciler de dikkat ederseniz yayınlarını İsrail şehirlerinden yapıyorlar.
Gazze'nin güya Mısır ile sınır kapısı var. Ancak burada da İsrail kontrolü var. Bu yüzden Gazze'den Mısır'a uzanan tüneller var. İnsanlar bu tünelleri kaçak geçiş için kullanıyordu ancak İsrail bu tünellere su bastı tahrip etti. Yine Gazze'nin denize kıyısı var fakat burası da İsrail ablukası altında. Mavi Marmara olayından hatırlayacağımız üzere İsrail daha uluslararası sularda iken Gazze'ye gelen gemileri durduruyor, engelliyor.
Kısaca Filistin'de 100 yıldır devam eden bir terör, gasbedilen topraklar üzerinde 75 yıl önce kurulmuş bir terör devleti var.
Ve yıl 2023. Katliamda sınır tanımayan İsrail dünyanın gözü önünde ABD ve Hıristiyan Haçlı Batı ile bir olmuş, yüzyılın katliamını naklen, canlı yayında yapıyor. İnsan bir suç işlerken utanır, gizlemeye çalışır, diğer insanların görmesinden, kendi hakkında olumsuz düşünmesinden çekinir. Oysa bunlarda öyle büyük kibir öyle büyük bir pervasızlık var ki, kimseyi umursamıyorlar. İnsanların kınaması, azarlaması umurlarında değil. Sadece acaba elime vururlar mı, engellemek için zor kullanırlar mı korkusu var. Başka hiçbir korkusu yok. Daha doğrusu kendilerini bu katliam bu soykırım için tanrı vazifelendirdi diye inanıyorlar.
Müslüman ülkeler ise bunların elini tutmak, durmaları için yaptırım uygulamaktan acizler, seyrediyorlar. Kalabalık çok, ruh yok. Ölmüş, canlı cenaze.
Tarihi boyunca İsrail'in zulümlerine karşı birçok Birleşmiş Milletler kararı alınmış ancak İsrail bunların hiçbirisini dinlememiştir.
İsrail'in son saldırısı sebebiyle BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan karar tasarılarının kimisi Amerika tarafından veto edilmiş, veto edilmeyenleri İsrail her zamanki gibi kale almamıştır.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının 41'inci gününde, BM Güvenlik Konseyi'nde Malta tarafından sunulan tasarı 12 'evet' ve 3 'çekimser' oyla kabul edildi. Karar tasarısında genişletilmiş insani duraklamalar, sınırsız yardım dağıtımı, tıbbi tahliyeler ve Gazze'de tutulan esirlerin koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrısında bulunuldu. Tasarıda ayrıca tüm tarafların uluslararası insancıl hukuka riayet etmesi gerektiğini vurgulandı.
Amerika Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararı almasını veto ediyor. Konsey ancak böyle insani duraklama filân gibi çağrı kararları alabiliyor.
İsrail ise BM Güvenlik Konseyi'nin bu kararını reddetti...
Ancak bu İsrail'in BM Güvenlik Konseyi'nin kararını ilk reddedişi değil.
2016 yılında Netanyahu, İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yerleşim faaliyetlerinin durdurulmasını talep eden BM Güvenlik Konseyi kararını tanımayı reddetmişti. İsrail ayrıca oylamaya destek verdikleri için Yeni Zelanda ve Senegal'deki büyükelçilerini de geri çağırmıştı.
2009'un Ocak ayında BMGK, Gazze'de 'derhal ateşkes' çağrısı yapmış, İsrail alınan kararı dinlememişti. Bunun üzerine dönemin BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert'e, İsrail'in attığı adımlardan duyduğu 'hayal kırıklığını' iletmişti.
2004 yılında İsrail, BM Güvenlik Konseyi'nin Filistinlilerin evlerinin yıkılmasının durdurulması yönünde çağrıda bulunan bir kararı kabul etmesinden sonra Refah mülteci kampındaki evleri yıkmaya devam etti. UNRWA, kararın kabul edilmesinden sonraki yedi gün içinde İsrail'in 167 binayı daha yıktığını söylemişti.
İsrail, BMGK'nın İsrail'in 1967'den bu yana Doğu Kudüs'ü işgal etmesini kınayan bir düzineden fazla kararını görmezden geldi.
Bu BM kararlarının yanında Amerika'nın vetosu yüzünden kabul edilmeyen karar tasarılarının haddi hesabı yok.
Bir ülke BMGK kararına karşı gelirse bir sonraki adım Konsey'in cezai işlem başlatmasıdır. BM geçmişte bu kuralları ihlal eden ülkelere yaptırım uygulayarak harekete geçmişti. BM Şartı uyarınca Konsey daha da ileri giderek uluslararası bir gücün yetkilendirilmesini emredebilir.
Ancak İsrail söz konusu olunca ABD'nin sınırsız desteği sayesinde hiçbir yaptırım kararı alınamıyor.
Birleşmiş Milletler'in Filistin'deki gelişmelere ilişkin yetersiz tutumundan ve çifte standardından rahatsızlık duyarak 32 yıllık görevinden ayrılan eski BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği New York Ofisi Direktörü Craig Mokhiber Anadolu Ajansı'na verdiği röportajda İsrail'in Filistin'de "Soykırım sözleşmesinin" birçok maddesine giren suçlar işlediğini, ABD ve Batı'nın suç ortağı olduğunu söyledi.
"(Gazzedeki durumu) Soykırım teriminin sıklıkla siyasi olarak ihlal edildiği ve siyasileştirildiği bilinciyle "soykırım" olarak tanımladım. ...
Uluslararası insancıl hukuk avukatı olarak, uluslararası hukukta ve BM Şartı'ndaki soykırım tanımına dayanarak bunu savunuyorum. Olaylar hakkında kanıt varsa, açık şekilde söylemek gerekiyor çünkü Soykırım Sözleşmesi uyarınca sadece soykırımı cezalandırmak değil, engellemek de bir zorunluluk. Gerçek soykırım gerçekleşirken de uluslararası toplumda bir sessizlik görüyorsunuz. Genellikle, 'Buna mahkeme karar verir, biz karar veremeyiz.' tarzında söylemler ortaya çıkıyor. Tabii ki tüm suçlara mahkeme karar verir. Ancak soykırımı engelleme zorunluluğu olduğu için soykırım gerçekleşirken adını koymaktan çekinmemeliyiz. Yoksa engellemek için çok geç olur.
Bu durum ise birçok açıdan özel. Soykırım Sözleşmesi'nde yer alan birçok maddenin Gazze ve Filistin'in diğer yerlerinde gerçekleştiğini görüyoruz. Toplu katliam açık şekilde var. Ciddi zarar verme, bu da. Bir grubun bir kısmını ya da hepsini yok etmeye yönelik hayat koşulları dayatma, bu da çok açık. Gazze'de yıllardır süren kuşatma, Gazzelileri gıda, ilaç, su, hijyen, sağlık hizmeti, hareket serbestisi, yani düzgün bir hayat yaşamak için gerekli her şeyden mahrum bırakıyor. Bu anlamda çok güçlü deliller var.
Ancak daha da önemlisi, soykırımda genellikle niyeti ispatlamak zordur. Çünkü eylemlerin soykırım suçu olması için bir grubun bir kısmını ya da tümünü yok etme niyeti olması gerekir. Normalde soykırım soruşturulurken de devlet arşivleri, gizli belgeler ve tozlu kutulardaki yetkililer arasındaki konuşmalara ulaşmanız gerekir. Ancak İsrail'e yönelik cezalandırmadan kaçınma ortamı o kadar yaygın ki, üst düzey İsrailli liderler, kamuya açık şekilde soykırım niyetlerini dile getiriyor. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, üst düzey askeri yetkililer, hükümetle bağlantılı düşünce kuruluşları soykırım niyetini ortaya koyan açıklamalar yaptı. Bu kadar açık bir şekilde soykırım niyetinin beyan edilmesi her zaman karşılaşır bir durum değil."
BATI BU SOYKIRIM SUÇUNUN BİR PARÇASI:
... "Bu Batı'nın ilk yerleşimci sömürgeciliğine dayanan projesi değil. Bu Batı'dan ortaya çıkan bir uygulama. Yerli halklar için korkunç sonuçlar doğuran bir gerçek. Sadece Filistin'de değil, Amerika'da ve başka yerlerde. Batı'nın bunun bir parçası olduğunu düşünüyorum. Cenevre Sözleşmesi, devletlerin suç ortağı olmamaları gerektiğini savunur. Bu ihlal edilmiş durumda. Ama daha da kötüsü, aktif suç ortaklığı görüyoruz. Tüm bu suçlar işlenirken, İsrail'in Gazze'deki eylemlerini kolaylaştırmak için örneğin ABD'nin finansman, silah, istihbarat, diplomatik kılıf ve hatta BM Güvenlik Konseyi'nde veto imkânı sağladığını görüyoruz. Bu yasal olarak suç ortaklığıdır ve ABD de sorumludur. Evet, bu nedenlerden ötürü Batı bunun içindedir. ABD, İngiltere ve birkaç Avrupa ülkesi, sadece İsrail'i desteklemiyor, aynı zamanda kendi ülkelerindeki tepkileri bastırmaya çalışıyor. Filistinlilerin insan haklarını savunmak için düzenlenen protestoları yasaklıyorlar, İsrail'i sorumlu tutmayı yasaklıyorlar. Tüm bu etkenlerin birleşimi, bazı Batılı ülkelerin suça ortak olduğunu gösteriyor.
ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ'NDE ÇİFTE STANDART VAR
"BM'de güçlü Batılı ülkelerin dış baskıları nedeniyle korku haline baktığımızda, aynı şeyin mahkemedeki savcı için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Batı'nın siyasi baskısı nedeniyle UCM'de çifte standart olduğu açık.
Ukrayna'ya ilişkin başvurulara ne kadar hızlı cevap verdiklerine ve savcılığın yıllardır Filistin de dahil başka insanlığa karşı suçlara karşı ayağını sürüdüğüne bakarsanız, sorunun nerede olduğunu görürsünüz. Ancak henüz UCM'den vazgeçemeyiz çünkü ona ihtiyacımız var. UCM'nin sadece Afrika'daki insanları yargılamak için bir mekanizma olmadığını kanıtlaması gerekiyor. Esasen uluslararası ceza hukukuna bağlı bir küresel mekanizma olduğunu ve İsrail, Batılı ülkeler ile suç ortaklarını sorumlu tutacağını göstermeli."
Görülüyor ki; uluslararası hukuka ve "Soykırım Sözleşmesi"ne göre ortada açık bir suç var, "Suçüstü hâli" var.
Nitekim Avrupa Dış İlişkiler Konseyi ve Londra SOAS Üniversitesi araştırmacısı Dworkin, delillerin İsrail'in savaş suçu işlediğini güçlü şekilde ortaya koyduğunu belirtti.
Ve fakat büyük zorba ABD'nin ve onun yancısı Haçlı Batı'nın arka çıkması sebebiyle kimse İsrail'e ve bu suçu işleyen İsrail'li yöneticilere dokunamıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Karim AA Khan, 17 Kasım 2023 itibariyle, içlerinde Güney Afrika, Bangladeş, Bolivya, Komorlar ve Cibuti olmak üzere beş taraf devletten Filistin'de işlenen savaş suçlarının soruşturulması için başvuru alındığını açıkladı.
İspanya Sosyal Haklar ve 2030 Ajandası Bakanı Ione Belarra yaptığı açıklamada: "Bir asır önce faşist barbarlık Avrupa'da kol gezmişti. Filistin halkının yok edilmesiyle aynı şeyin Filistin'de de yaşanmasına izin vermeyelim. İsrail'le ilişkileri keselim ve hükümetini Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşıyalım." dedi.
Askeri suç var, sivil suç var, katliam var, soykırım var.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde yahudi ve hıristiyanların sapkın zihniyetini şöyle haber veriyor:
"Yahudi ve hıristiyanlar 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz.' dediler." (Mâide: 18)
Büyük bir kibre sahipler, Tanrı tarafından seçilmiş bir kavim olduklarına inanıyorlar.
Bunlardaki kibrin ve nobranlığın, kendilerinden olmayan milletlere karşı uyguladıkları vahşet ve katliamların en büyük sebebi budur.
Bugün Amerikan yönetiminde bir kısmı evanjelik fanatik hıristiyanlar ya da sapkın paganist küreselciler var. Arkalarında ise yahudi var.
Amacına ulaşmak için çocuk öldürmeyi bile bir hak ve gereklilik olarak gören büyük bir hastalıklı zihniyetle, çok sapkın bir inanca sahip tehlikeli bir güruhla karşı karşıyayız.
Kendilerinden olmayanları hayvan gibi görüyorlar, amaçlarının önünde engel gördüklerinin yaşamaya hakkı olmadığını, bütün insanlığın kendilerine köle olarak hizmet etmek zorunda olduğunu düşünüyorlar.
Kendi milletlerinden olmayan insanların elindekileri çalmayı, gasp etmeyi bir hak sayıyorlar. 70 yıldır ve halen bütün dünyanın gözü önünde sürekli Filistinlilerin evlerini, tarlalarını, mallarını gasp ediyorlar. Insanları öldürüyorlar, sürüyorlar.
Daha kötüsü kendi elleriyle tahrif edip bozdukları kitaplarında çocukları, hayvanları, her şeyi öldürmeyi, soykırımı teşvik ediyorlar. Ve bunun gereğini yapmaktan imtina etmiyorlar.
"Yakalananın bedeni delik deşik edilecek. Ele geçen kılıçtan geçirilecek. Yavruları gözleri önünde parçalanacak, Evleri yağmalanacak, Kadınlarının ırzına geçilecek." (İşaya: 15-16)
"Hem yiğidi, hem kızı. Emzikteki çocukla, ak saçlı adamı, Dışarıdan kılıç, ve içeriden dehşet telef edecek. Hasımlarından öç alacağım, ve benden nefret edenlere ödeyeceğim." (Tesniye, 32/25)
Bu hastalıklı zihniyetin en büyük temsilcilerinden birisi İsrail Başbakanı Netanyahu: "Kutsal kitabımız diyor ki: 'Amalek'in sana yaptıklarını hatırlamalısın'" diye konuşuyor. Atıf yaptığı tahrif edilmiş Tevrat ayeti Samuel 15:3: "Şimdi gidin ve Amalek'i vurun. Sahip oldukları her şeyi tamamen yok edin ve onları bağışlamayın; hem erkeği hem de kadını, bebekleri ve emzirenleri, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün."
İsrail ordusu sözcüsü: "Ben şeytanın, karanlığın ve terörizmin oğullarıyla savaşan Yahudiliğin çocuğuyum." diyor.
İsrailli bir televizyon sunucusu, tüm müslümanları ve Arapları öldürmekle tehdit etti ve "ABD ve tüm dünyayla da savaşmaya hazırız" dedi.
Uzun zamandır boş duran ABD Temsilciler Meclisi Başkanlığına seçilen Mike Johnson "Tanrı'nın bize yüklediği önemli görevler var. Bu görevleri yerine getireceğiz." diye konuştu, İsrail hakkında "Hristiyan olarak, İncil'in açıkça İsrail konusunda nerede durmamız gerektiğini söylediğini biliyorum.", "Tanrının, İsrail'i kutsayan milletleri kutsayacağını biliyorum." dedi.
Amerikalı Papaz Jimmy Evans: "Kuşkusuz artık dünyanın son zamanlarını yaşıyoruz. İsrail, son zamanların merkez üssü. İncil, dünyanın sonunda tüm dünyanın İsrail'e karşı geleceğini söyler. İşte iyi haber: İsa geliyor." dedi.
Hıristiyan Siyonist lider Greg Locke: "İsrail Gazze Şeridi'ni otoparka çevirmeli, her şeyi yok etmeli. Büyük bir füzeyle Kubbetüs-Sahra camisini yok etmeli ki üçüncü tapınağı yeniden inşa edelim. Bu İsa'nın gelişinin başlangıcı olacak" diye konuştu.
Amerikalı ünlü Hristiyan Siyonist Evanjelist Franklin Graham, Netanyahu'yu ziyaret ederek "Yahudiler Tanrının seçilmiş insanlarıdır. Bizim görevimiz size yardım etmektir." dedi. Kıyamete yakın İsrail'in Türkiye tarafından yerle bir edileceğine inanan Franklin Graham'a Netenyahu, Erdoğan'ı şikayet etti.
İngiliz Kilisesi Papazı Stephen Sizer'in şu beyanları ne kadar enteresandır: "Her Siyoniste karşılık 20 veya 30 Hıristiyan Siyonist vardır ve Netanyahu'nun Filistin'deki Siyonist gündemini genişletmeye devam edebilmesi için onlara ihtiyacı vardır. ... Ve eğer bir Armagedon savaşının olacağına, bizim tanrının tarafında olduğumuza inanıyorsanız, İsrail Tanrı'nın tarafındadır ve bize karşı çıkan herkes düşmanın tarafındadır. ... İsrail'in varlığına ve geleceğine tehdit olarak görülen ülkeleri ortadan kaldıracaksınız. Yani Hıristiyan Siyonistlerin siyasetinin teolojileri tarafından nasıl şekillendiğini görebilirsiniz. İnandıklarımız davranışlarımızı etkiler. ...Hıristiyan Siyonistler, İsrail'i destekledikleri sürece Tanrı'nın kendilerini ve uluslarını bereketleyeceğine inanıyorlar. Bu yüzden trajik bir durumdayız. ...
Ve bugün Gazze'de gördüğümüz gibi etnik temizliğe ve soykırıma yol açan düşüncenin temeli budur."
İsrailli yahudi gazeteci Gideon Levy yahudilerin ruh dünyasını şöyle tasvir ediyor:
"Tanrı tarafından seçilmiş olduklarına inanıyorlar. Bu, onları diğer halklarla eşit olmadıkları, üstün oldukları psikolojisine taşıyor. Kendileri dışındaki herkese istediği her şeyi yapma hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar.
Yahudiler dünyanın tek mağdur halkı olduklarına inanıyorlar. Bu manipülasyon, buna inandırdıkları diğer halklar nezdinde kendilerine uluslararası güvenlik koruması ve rahatlık sağlıyor."
Bunlarda öyle bir sapkınlık var ki: Bütün dünyayı yakıp yıkıyorlar, her türlü vahşeti, her türlü soykırımı, her türlü savaş suçunu, her türlü insanlık suçunu işliyorlar. Sonra da bütün dünya "Yahu siz ne yapıyorsunuz, bu çağda bu vahşet neyin nesi?" dediğinde; "İşte bak bütün dünya bize karşı, Tanrı'nın kehaneti gerçekleşiyor, mesih geliyor, dünya krallığını kuracağız" diyorlar.
Bunlar daha şimdiden Deccal'in askeri olmuşlar farkında değiller.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Deccal yahudidir." buyurmuşlardır. (Müslim)
Bu sapkınların, bu şeytan taraftarlarının, bu ahmak zihniyete sahip insanların bu ülkelerin başına geçmesi ve bütün dünyaya musallat olmaları Allah-u Teâlâ'nın gadab-ı ilâhî'sinin bir tecellisi olsa gerek.
"Küffar ehli haçlı seferine azimli ve hazırlıklı." (Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz, s. 291)
Haçlı Batı ülkeleri tarafından Doğu Akdeniz'e yapılan yığınak hiç hayra alamet değil. Bir yerde bir askerî yığınaklanma varsa arkasından bir savaş çıkma ihtimali çok büyüktür.
Amerika'nın iki uçak gemisi ve onlara bağlı görev gücünün Doğu Akdeniz'de bulunması bölge için başlı başına bir tehdit unsuru iken, Güney Kıbrıs Amerikan, Fransız, Alman askerlerinin konuşlandığı bir yere dönüştü. İngiltere'nin zaten üsleri Kıbrıs'ta. Bir Alman Fırkateyni Lübnan'a demirledi. Kasım ayının ortalarında İngiliz donanmasının ülkenin güney doğusundaki Portsmouth limanında toplandığı, uçak gemisi HMS Quene Elizabeth'in limana demirlediği, burada HMS Diamond, HMS Iron Duke, HMS Tyne ve HMS Severn gemileri ile görev gücü kurulduğu ve limana mühimmat sevkiyatı yapıldığına dair bilgiler ortaya çıktı.
11 Eylül'den sonra yaptıkları gibi yeni saldırılar ve işgaller yapmaya niyetleri var.
Bunlara asla güven olmaz. Teyakkuzda olmamız lâzım. Durum çok nazik.
Batı; katliam, soykırım, işkence, gasp, hırsızlık, yalan, iftira, kara propaganda ... gibi insanlık suçlarını kurumsallaştırmış, insanlığı yüzyıllardır inim inim inletmiş bir barbar topluluğudur. Bütün bu suçları işlerken de kendisini pirüpak, medeniyetin beşiği olarak göstermek hususunda da büyük bir maharet sergilemiştir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bunlar hakkında bazı beyanları şöyledir:
"Tarih hıristiyanların acımasız soykırımları, katliamları, vahşetleri ile doludur. Batı'yı ve Amerika'yı tanımak için tarihine bakmak yeter." (Hâinlerin İçyüzü, s. 323)
"Batı ülkelerinin tarihinde, vahşet, yamyamlık, katliam, soykırım, işkence, tecavüz, yağmalama, sömürme adeta sıradan eylemlerdir." (Hâinlerin İçyüzü, s. 370)
"Haçlı Batı Devletleri'nin ve bugünkü ABD'nin tarihi, vahşet, katliam, işkence ve soykırımlarla dolu olduğu gibi; müslümanların tarihi, adâlet, merhamet, medeniyet örnekleriyle doludur." (Hâinlerin İçyüzü, s. 403)
"Unutulmamalıdır ki; küfür ehlinin müslümanlara yaklaşması hiçbir zaman iyi niyetli olmamıştır. Daima sinsi niyetler taşımışlar, arkamızdan entrikalar tertip etmişlerdir. Bunun en büyük örneğini Osmanlı'nın yıkılma sürecinde bizzat bu millet yaşamıştır." (Hâinlerin İçyüzü, s. 595)
Bu açgözlü barbarlar 15. yüzyılda Amerika kıtasına ayak bastıklarında bu kıtada (Güney ve Kuzey Amerika'nın tamamında) yaklaşık 90-112 milyon arasında yerli nüfus vardı. Bunların tamamına yakını, % 95'i, yaklaşık 100 milyon kişi öldürülmüştür. Bu tarihte Avrupa'da 60-70 milyon, Afrika'da 40-72 milyon arasında insan yaşıyordu. (Bkz. Amerika'nın Soykırım Tarihi, David E. Stannard)
Öyle büyük bir vahşet vardı ki; çocuklar annelerinin gözleri önünde parçalanıp vahşi köpeklere yem olarak atılıyordu. Yerli kadınlar bunların eline geçmemek için çocuklarını öldürüp intihar ediyordu. İnsanlar madenlerde aç biilaç ölümüne çalıştırılıyorlardı. Kuzey Amerika'da İngilizler yerlilere çiçek hastalarının battaniyelerini dağıtarak toplu ölümlere sebep oldular. Katliam yaparken kadın ve çocukları özellikle yok ediyorlardı. Çünkü kadını olmayan bir milletin yok olmaya mahkûm olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Afrika'da yaptıkları katliamlar, Afrikalılara yaptıkları zulümler ise başlı başına ayrı bir vicdan yarasıdır. Öldürülen, köleleştirilen, hayvan muamelesi yapılan, Avrupa'da insanat bahçelerinde hayvanlar gibi sergilenen, bebekleri timsah avlamak için yem olarak kullanılan Afrikalılar bu barbarlar nezdinde hâlâ insan muamelesi göremiyorlar, hâlâ sömürülüyorlar.
Afrikalılar Amerika'da yakın zamana kadar aynı otobüse binemiyor, aynı tuvaleti, aynı lavaboyu kullanamıyorlardı.
Güya bağımsızlığını kazanan Afrika ülkeleri hâlen sömürülmeye devam ediyor. Meselâ Fransa 1961'den beri 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Ancak bu halklar ve milletler uyanıyor, Afrika'dan bir bir kovalanıyorlar. Ve fakat bunlar İsrail'in Filistin'de yaptığı gibi ellerine fırsat geçince benzer katliamları Afrika'da tekrar yapabilirler. Bunlardan her şey beklenir.
Fransa'sı, İngiltere'si, Hollanda'sı, Portekiz'i, İspanya'sı, Belçika'sı, Almanya'sı hepsi bütün dünyayı sömürmek için yamyam sürüleri gibi saldırdılar. Avustralya, Hindistan, Çin, ulaşabildikleri, modern silahları ile katledip boyunduruk altına alabildikleri her yere girdiler, katliamlar, soykırımlar yaptılar. Sömürge bakanlıkları kurup bu ülkelerin bütün zenginliklerini, ele geçirdikleri kanlı paraları Avrupa'ya taşıdılar.
O kadar büyük altın ve gümüş taşıdılar ki; bazı kiliselerin altarlarını tamamen altından yaptılar. Taşınan altınlar sebebiyle 16. yüzyılda enflasyon oldu. Dönemin en büyük Avrupa devleti İspanya'nın zayıflamasının bir sebebi bu enflasyon idi. Bu kanlı zenginlik Osmanlı'nın zayıflamasının da bir sebebi oldu.
Vahşet ve zulümle elde ettikleri bu zenginliği tekrar dünyayı sömürmek, tahakküm altına almak, çalmak, çırpmak, gasbetmek, insanlığı yalanlarla, kara propagandalarla kandırmak için kullandılar. Sömürge şirketlerinin özel orduları vardı. Bugün katliamları ve acımasızlıkları nam salan Blackwater gibi şirketlerin ataları o zamanki bu özel ordulardı. Bugün hâlen birçok ülkede bu vahşet devam ediyor.
Yakın zamanda Avrupa'nın ortasında Bosna'da 1992-1995 yılları boyunca yaşanan soykırımı hepsi seyretti ve destekledi.
1994 yılında Ruanda'da bir milyona yakın insanın soykırımını yine kılları kıpırdamadan seyrettiler. Fransa ve ABD Birleşmiş Milletler'i işlevsiz kılmaya yönelik girişimleri sebebiyle bütün dünya 100 gün boyunca bu soykırımı seyretti. Fransa soykırımı yapan milisleri 1992 yılından itibaren eğitti ve silahlandırdı. Fransa Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil." şeklinde açıklamada bulundu. (Le Figaro, 12 Ocak 1998)
ABD NÜKLEER SİLAHI İLK VE TEK KULLANAN ÜLKE: ABD, 2. Dünya Savaşı esnasında 6 Ağustos 1945'te Japonya'nın Hiroşima kentine ilk atom bombasını attı. Bununla da yetinmeyen ABD, 9 Ağustos 1945'te ise ikinci atom bombası saldırısını Nagasaki'ye gerçekleştirdi. Toplam 220 bin kişi hayatını kaybetti. Sonrasında milyonlarca insan nükleer saldırı sonrası sakatlık ve kanser gibi hastalıklarla boğuştu.
AFGANİSTAN VE IRAK KATLİAMLARI: ABD'nin dünyadaki insan katli sadece nükleer saldırıyla sınırlı kalmadı. ABD, konvansiyonel silahlarla da binlerce masum insanı hayattan kopardı. ABD'nin 20 yıllık Afganistan işgalinde yüzbinlerce Afgan hayatını kaybetti. ABD'nin Irak'ı işgal etmesiyle başlayan süreçte 1.2 milyon Iraklı öldürüldü.
ALMANYA: İsrail'in bugünkü soykırımını destekleyen diğer bir ülke olan Almanya dünyanın en büyük katliamlarından birine imza atarak 6 milyon Yahudi'yi öldürdü. Almanya, uzun yıllar boyunca Afrika kıtasında Alman Güneybatı Afrikası (Bugünkü Namibya), Alman Doğu Afrikası (Ruanda, Burundi, Tanzanya), Togoland (Togo) ve Kamerun bölgelerini sömürge altında tuttu. Bu ülkelerde yaşayan insanlar vahşete varan uygulamalarla öldürüldü.
FRANSA'NIN GEÇMİŞİ KATLİAMLARLA DOLU: Fransa da yine yüzyıllar boyunca sömürdüğü ülkelerde binlerce insanı katletti. 23 Afrika ülkesini sömürge yaptı. Ağustos 1945'te Fransız ordusu 45 bin masum sivili katledip binlerce Cezayirli kadına tecavüz etti. 1954-1962 yılları arasında Fransa 1,5 milyon Cezayirli'yi katletti. Ekim 1961'de Paris polisi, katliam ve zulmü protesto eden 400 Cezayirli sivili öldürdü.
İTALYA: İsrail katliamını destekleyen ve ateşkesi reddeden İtalya da geçmişte binlerce insanı katleden ülkelerden biri. İtalya'nın Libya'yı işgal ve kontrol etme çabası esnasında ülkede adeta bir soykırım yaşandı. Sirenayka'da işgal sırasında kimyasal silah kullanımı, esirleri öldürmek ve sivil halkı katletmek gibi büyük savaş suçlarına imza atılırken, 60 bin kişi soykırıma maruz kalarak öldürüldü.
İNGİLTERE SÖMÜRGELERİNDEKİ YÜZ BİNLERCE İNSANI KATLETTİ: İngiltere, bugüne kadar Mısır, Sudan, Kenya, Uganda, Güney Afrika, Gambiya, Sierra Leone, Kuzeybatı Somali, Zimbabve, Zambiya, Botsvana, Nijerya, Gana, Hindistan ve Malavi gibi birçok ülkeyi sömürgesi haline getirerek bu ülkelerdeki binlerce insanı katletti.
İngilizler ve Fransızlar Kuzey Amerika'daki milyonlarca yerliyi soykırımla yok ettiler.
Bugün de İsrail'in soykırım yapması için her desteği veriyorlar. Bazıları zaman değişti gibi hülyalar görüyorlar. Halbuki zamanın değişmesiyle bunların, bu küfür ehlinin, bu barbarların, bu zâlimlerin niyeti değişmiyor.
Çanakkale Savaşı'nda da hastane vurmuşlardı.
Kıbrıs'ta fotoğrafları belleklerimizde yer eden olayda; Tabib Binbaşı Nihat İlhan'ın eşi ve üç çocuğu sığındıkları banyo küvetinde Rumlar tarafından katledildi.
Yakın zamanda Bosna'da yapılan zulüm ve tecavüzler ifadeye sığmaz.
Yine yakın zamanda Karabağ'daki Ermeni zulmü, Hocalı soykırımı o kadar aşikâr olduğu hâlde; Azerbaycan'ın topraklarını işgalden kurtarmasını hazmedemeyen ABD Senatosu, Amerika'nın iki yıl boyunca Azerbaycan'a güvenlik yardımını yasaklayan "Ermenileri Savunma Yasası" diye bir yasayı oybirliğiyle kabul etti.
Bunlar fırsatını bulduklarında her türlü adaletsizliği, her türlü katliamı, vahşeti yapmaktan çekinmezler.
"Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
Tarih boyu İslâm Dünyası da Haçlı Batı'nın bu vahşet ve katliamından nasibini aldı. Coğrafi keşifler başlamadan çok önce bu vahşet ve barbarlığı İslâm coğrafyasında denediler. Birçok defa saldırmışlarsa da, onlarca Haçlı Seferi düzenlemiş olsalar da İslâm dünyasının Selçuklu ve Osmanlı gibi hamileri olduğu için diğer kıtalarda yaptıkları kadar büyük soykırımlar yapamadılar. İslâm ve Osmanlı coğrafyasına ancak 19. yüzyılın sonunda hakim olabildiler.
"Haçlı Seferleri hıristiyan Batı Devletleri tarafından Türkleri önce Anadolu'dan, sonra Balkanlardan çıkarmak için düzenlenmiş seferlerdir. Türkleri Anadolu'dan çıkarmadıkça bu niyet ve gayenin kaybolması mümkün değildir."
"Türk'ü Anadolu'dan çıkarıp atmak fikri Haçlı Batı'nın damarlarına, genlerine işlemiştir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
İlki 1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri esnasında yaptıkları katliamlar, Antakya ve Kudüs gibi şehirlerdeki vahşet halen belleklerdedir.
Haçlı Seferleri'nde Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanlar'ı Haçlılara mezar etmemiş olsaydı İslâm dünyasında Amerika kıtasında yaptıklarının aynısını ondan daha önce bu coğrafyada yapacaklardı. Bütün müslümanları yok edeceklerdi. Nitekim Endülüs'te bunu yaptılar. Bugünkü İspanya topraklarında büyük bir medeniyet kuran, Avrupa'lıların eğitim için gittikleri, Avrupa aydınlanmasının kaynağı bu yüksek medeniyeti kuran müslümanların hepsini yok ettiler. Ya öldürdüler, ya sürdüler, ya da din değiştirmeye zorladılar. Burada huzur içinde yaşayan yahudiler de müslümanlarla aynı akıbeti paylaştılar. Haçlı Batı'nın Endülüs'te yaptığı şey, aynı niyetleri bugün Anadolu toprakları için halen devam ediyor.
Bu amaçla Birinci Haçlı Seferi'nde (1096-1099) 600.000 kişilik bir ordu toplamışlardı. Haçlılar o tarihe göre çok muazzam kalabalık bir ordu olduğu için Selçuklu Sultanı Birinci Kılıç Arslan çarpışarak geri çekildi, Anadolu'ya giren Haçlı ordusuna karşı yıpratma savaşlarına başladı. Haçlıları en stratejik bölgelerde yakalayıp, âni baskınlarla imha hareketleri yaptı, pek çoğunu yok etti. Haçlılar Antakya Kalesi önlerine geldiklerinde 500.000 kayıp vermiş, sayıları 100.000'e inmişti. 1097 yılı Ekim ayında Antakya'yı kuşatan Haçlılar, ancak, Haziran 1098'de şehre girebildiler.
Bu barbar vahşi haçlı gürûhu Antakya'ya girdiklerinde yaklaşık on bin Türk'ü boğazlayarak bölgedeki bütün câmileri yakmışlardı. Hâdiseyi bizzat gözleriyle gören papaz Lemoine yapılan yağma ve katliamdan bahsederken; "Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları çocuklarla ihtiyarları paramparça ediyorlardı. Ancak o gün herkes boğazlanamadı. Ertesi gün bizimkiler geri kalanları kestiler." demişti. (Funck Brentano, "Les Croisades", Paris 1934, s. 57)
Hıristiyan târihçilerinden Ch. Mills ise, Fransa kralı I. Philippe'nin torunu olan Bohémond'un iğrenç vahşetini şöyle nakletmişti: "Antakya'da Bohémond, birkaç Türk esirini boğazlattı; herkesin gözü önünde kızarttı. Sonra seyredenlere seslenerek, iştahını tatmin etmek için geldiğini söyledi." (Ch. Mills, "Histoire des Croisades - Haçlı Seferleri Tarihi", s. 66, 183.)
Fransız târihçilerinden Rudolf of Caen de, haçlı yamyamların Halep'in Maarra kasabasını ele geçirdikten sonra yaptıklarını şöyle nakletmiştir: "Askerlerimiz Maarra'da dinsizlerin (müslümanların) yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar; çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve sonra da ızgarada pişirip yediler." (Amin Maalouf, "The Crusades Through Arab Eyes"; London, al-Saqi Books, bas.: 1984, s. 38.)
1098 yılında Antakya'yı alan Haçlılar, sayıları kırk bine düşen kuvvetleriyle Kudüs'e hareket ettiler. Şiî-Fatımîlerin elinde olan şehir, kısa sürede Haçlıların eline geçti. Kudüs, Haçlıların eline geçince, tarihte görülmemiş büyük bir katliama uğradı. Yetmiş bin kişiyi -mabetlere sığınan kadınlar ve çocuklar dahil- acımasızca kılıçtan geçirdiler. Şehrin sokakları, kan ve cesetlerden geçilmez oldu.
Kudüs'ü istilâ eden vahşî haçlı sürüleri, yaptıkları bu büyük katliam yetmezmiş gibi, Hazret-i Ömer Câmii'ne sığınan on bin müslümanı da boğazlayarak şehid etmişlerdi.
Birinci Haçlı Seferi'nde müslümanların katledilmesine öncülük eden Godefroy de Bouillon Papa II. Urban'a yazdığı mektupta: "Kudüs'te bulunan bütün Müslümanları katlettik, malûmunuz olsun ki, Süleyman mâbedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar müslüman kanına batmış olarak yüzüyoruz!" diyordu. (Necati Kotan, "Tarih Fıkraları", İstanbul, 1988, s. 80)
Vahşet, başka bir kaynakta şöyle târif ediliyordu:
"Haçlılar şehri istilâ ederken, Kudüs'te öldürülen müslümanların kanının ayak bileği hizâsına çıktığı söyleniyordu." (Louis Brehier, "Histoire Anonyme De La Premiére Croisade", bas.:Paris, 1924.)
Gaddarlığın ve vahşetin çığırından çıktığı Kudüs katliâmı başka bir eserde şu sözlerle anlatıyordu: "Katliâm korkunçtu!.. Öldürülenlerin kanları sokaklarda akıyor, atıyla gezenlerin üzerine sıçrıyordu. Akşam karanlığında haçlılar, sevinçten haykırarak kiliseye geldiler ve kana bulanmış ellerini âyin için uzattılar." (G. E. Perry, "The Middle East:Fourteen Islamic Centuries Englewood Cliffs", s. 78, bas.: 1983.)
İlk Haçlı Seferi'ne bizzat iştirak etmiş bir şövalye: "Böyle bir katliâmı o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştü! Ölüler piramitler şeklinde yığınlar hâline getirilerek yakıldı. Sayılarının ne olduğunu Tanrı bilir." diyordu. (T. G. Djuvara, "Türkiye'yi Parçalamak İçin 100 Plân", s. 37, bas.:İstanbul, 1979.)
Ortaçağ tarihçilerinden Fulcherius Carnotensis, gerçekleşen katliâmın dehşetinden şöyle söz ediyordu: "Şövalye ve askerlerimiz, öldürdükleri insanların midelerini deşip, bağırsaklarının içlerini boşalttılar ve sağken yuttukları altınları aldılar. Bütün evlere giren askerlerimiz, bir kişinin bile sağ kalmasına izin vermediler. Hattâ bebeklerin ve yalvaran kadınların bile!.."
600 bin kişilik ordudan geriye kalan 40-50 bininin yaptığı katliamlar düşünüldüğünde Sultan Birinci Kılıçarslan önderliğindeki Selçuklu Türklerinin ne kadar büyük bir mücadele verdikleri daha iyi anlaşılmaktadır.
Haçlı Seferleri Osmanlılar Balkanları fethetmeye başladıktan sonra yeniden başladı. Osmanlıyı Balkanlardan çıkarmak niyetiyle gelen birleşik Avrupa orduları bu sefer Osmanlı Türklerinin kılıçları altında eriyip yok oldu.
Nihayet 1915'te Düvel-i muazzama denilen devrin en büyük orduları, zırhlı donanmaları bir olup bize saldırdılar. Kudüs bunların eline geçince savaşta müttefikimiz olan Almanya'da kutlamalar yapıldı. Osmanlı yıkılınca Balkanlarda, Anadolu'da milyonlarca Türk soykırıma uğradı. Yunan'ın, Bulgar'ın, Sırp'ın, Ermeni'nin yaptığı vahşet belleklerde hâlâ tazeliğini koruyor. Yaşanan birçok vahşet, bu düşmanlık ise eğitim sistemimizde anlatılmıyor, yeni nesiller bilinçlendirilmiyor.
Bunların kötü niyeti elan devam ediyor. 40 bin insanın hayatına mal olan PKK terörüne verdikleri destek, Suriye'de PKK devleti kurmaya çalışmaları bu kötü niyetin Haçlı Batı zihniyetinin devamıdır. Önceki Amerikan başkanı Trump'ın bir konuşmasında itiraf ettiği gibi DEAŞ'ı kuran ve besleyenler de bunlardı.
Bugün bile dikkat ederseniz bize karşı bir savaş niyetleri olduğunda en az iki üç devlet bir araya gelmeye çalışıyorlar. Bunların tıyneti böyle.
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
İslâm ve müslüman düşmanlığında bütün küfür ehli bir ve beraberdir.
Amerika bölge ülkelerinin İsrail'e saldırmasını önlemek, İsrail'e karşı yeni bir cephe açmasını önlemek için uçak gemilerini ve nükleer denizaltılarını Doğu Akdeniz'e gönderdi. İsrail'i korumaya aldı ve Gazze'de işini rahat yürütmesi için her türlü desteği veriyor.
İsrail Genel Kurmay Başkanı İsrail meclisinde aşırı sağcı vekil Har-Melech'in, ordunun Batı Şeria'daki faaliyetlerine yönelik eleştirisini, "İsrail ordusunun Batı Şeria'yı sakin bir cephe olarak korumak istediği" ve "zaten yeterince kapsamlı olan savaşta yeni bir cephe oluşturmak istemediği" şeklinde cevapladı.
Görüldüğü gibi baskı ve zulmün arttığı, onlarca Filistinli'nin öldüğü İsrail'in tam kontrol ve işgali altındaki Batı Şeria'da bile çok daha kötü niyetleri var. İsrail Genel Kurmay Başkanı Batı Şeria'da operasyona gerek yok demiyor. Diyor ki: "Çok meşgulüz, yeni bir cephe açmak istemiyoruz."
Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Blinken BM Güvenlik Konseyi'nde İran'ı şöyle tehdit etti: "İran'ın yıllardır Hamas'ı, Hizbullah'ı, Husileri ve İsrail'e saldırı düzenleyen diğer grupları desteklediği bu salondaki hiç kimse için bir sır değil. İranlı liderler düzenli olarak İsrail'i haritadan silmekle tehdit etti. Şunu söyleyeyim: ABD, İran'la çatışma peşinde değil. Bu savaşın büyümesini istemiyoruz. Fakat İran veya vekilleri herhangi bir yerde ABD personeline saldırırsa, açık söyleyeyim. Halkımızı savunacağız. Güvenliğimizi hızlı ve kararlı bir şekilde savunacağız. İsrail'e yeni bir cephe açmayın, İsrail'in ortaklarına saldırmayın."
İsrail Lübnan Hizbullah'ını da yeni bir cephe açmaması için mütemadiyen tehdit ediyor. İsrail Savunma Bakanı Gallant'ın "Gazze'de yaptığımızı Beyrut'ta da yapabiliriz" tehdidine Lübnan Kültür Bakanı Muhammed Murtaza şöyle cevap verdi: "Çocukları ve kadınları katleden siz, suç ve vahşet konusunda şeytanlara ders verebilirsiniz, ancak Lübnan'a dokunamazsınız. Biliyoruz ki eğer yapabilseydiniz, tehdit etmeden yapardınız. Hadi deneyin, aptal müptela. Tel Aviv'de ve tüm şehirlerinizde, Gazze'deki gibi bir yıkımı göreceğinizi garanti ediyoruz."
Şu an yeni cephe istemiyorlar. Ancak İran ve Lübnan hakkında kullandıkları üslup birinci cephe hallolunca yeni cephenin Lübnan ve İran olabileceğini gösteriyor.
Gazze'de büyük bir direniş var. İsrail çok kayıplar veriyor. İsrailli bir gazeteci şu itiraflarda bulunuyor; "Askerlerimiz arasında ölü sayısının 2 bin 985'ten az olmadığı, yaralı sayısının ise 11 bin 600 asker olduğu, yüzlercesinin ağır yaralı olduğu söyleniyor."
İsrail'in durmaya niyeti yok.
İsrail Gazze'de amacına ulaşırsa, İsrail'in, Amerika ve Haçlı Batı'nın gerçek niyetini o vakit göreceğimizden şüphe olmasın.
Bu meyanda Türkiye'yi de sıkıştırmak için başımıza çorap örmek isteyeceklerdir. PKK'yı çok daha ağır silahlarla donatma ihtimalleri var.
Küffarın Türkiye üzerinde emeli ve hayali var.
PKK terörünün kaynağında, Ermeni ve Yunan düşmanlığının temelinde bu var.
İsrail'in haritası var, Yunan'ın haritası var, Ermeni'nin haritası var, PKK'nın haritası var. Hepsinin Türkiye üzerinde emeli var.
Bu düşmanları küçük görüp hafife almak büyük zaafa sebep olur. Çünkü bu düşmanlıkların arkasında Amerika var, İsrail var, Haçlı Batı var. Amerika'nın Karadeniz'de, Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs'ta, Lübnan'da, Suriye'de, İran'da, Rusya'da ve dahi Anadolu'da bir niyeti ve gayesi var.
Bu yüzden çok dikkatli olmamız lâzım. Edilgen tavırlarla, savunmada kalarak hareket edersek düşman çatışmayı Türkiye'ye taşıyabilir. Türkiye bunu bildiği için Suriye'ye defalarca harekât düzenleyip oradaki terör koridorunu tarumar etti. Çok gündeme gelmese de Kuzey Irak'ta en az Suriye'deki kadar önemli büyük emeklerle icra edilen harekâtlar yaptı, yapıyor. Karabağ'da aynı şekilde Azerbaycan'a destek verdi ve büyük muvaffakiyet sağlandı. Küffar bunları hazmedemiyor ve kuduruyor.
Bu düşmanlıkların arkasındaki ülkelerin en başında Amerika geliyor, Amerika'nın üstünde de İsrail var, yahudi var.
İsrail'in hayalleri ve karşımıza çıkartılan "Vadedilmiş Topraklar" haritalarına karşı proaktif, taarruzî bir yaklaşımla Türkiye'nin de haritaları olması gerektiğini söyleyen bir generalimiz, Emekli Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş bir TV programında şu açıklamalarda bulundu:
"Eğer sizin Eski Ahit'e göre veya Tevrat'a göre vaad edilmiş topraklarınız var ve şu anda biraz önce belirttiğim gibi bu vaad edilmiş topraklar benim güvenliğimi ve benim ulusal birlik ve bütünlüğümü tehdit ediyorsa; -yani 'Bu savaşın ucu bize dokunmuyor' falan deyip kenara geçenler için söylüyorum-; emekli bir asker olarak çok iddialı bir şekilde söylüyorum; senin böyle hayallerin varsa, benim de sınırlarım Mescid-i Aksa'yı içine alacak şekilde geçer. Bakın çok net söylüyorum, bakın Mescid-i Aksa'yı içine alacak şekilde geçer. ... Yani o zaman ne olur senin hayallerin ile benim hayallerim üst üste gelir. ... Sen bana haritalar çıkartırsan ben de sana başka haritalar çıkartırım..."
Bir youtube kanalında bu sözlerini biraz daha açan Beyazıt Karataş, buradaki çatışmanın Türkiye'yi tarihsel olarak da zamansal olarak ilgilendirdiğini; terör devleti kurmak isteyen bir ABD olduğunu, bu olaylar sebebiyle, Amerika'nın bölgedeki varlığı ve Türkiye'ye karşı tavrı sebebiyle PKK'nın moral motivasyonunun artacağını, Amerika'nın kayıtsız şartsız askeriyle gemileriyle İsrail'in arkasında durmasının PKK'nın hoşuna gittiğini ve heveslendirdiğini, PKK'nın İranlı milislere karşı gerekirse Amerika ve İsrail'in yanında yer alabileceğini açıkladığını, Amerika'nın coğrafyadaki amansız tutumunun, Türkiye'ye karşı tutumunun terör örgütüne cesaret verdiğini söyledi.
İkinci olarak; bu durumun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilgilendirdiğini, Doğu Akdeniz'i ilgilendirdiğini, Ege'de şımarık Yunanistan'ı ilgilendirdiğini, onların da oradan şımardıklarını, Amerika'nın Karadeniz'i karıştırmak istediğini ve aynı şekilde İran'ı hedef aldığını; sürekli karşımıza haritalar çıktığını, Kürt devleti, Ermeni devleti kurmak istediklerini, Yunanistan'ın Batı Asya dediği İzmir merkezli haritaları olduğunu, işgal niyetleri olduğunu, kendisinin de "O zaman benim haritam da, Mescid-i Aksa'yı içine alacak şekilde geçiyor" dediğini açıkladı.
"İsrail'in nüfus olarak buraları kontrol edecek gücünün olmadığını, proxy (vekil) güç PKK'yı kullanarak bu coğrafyaya gelmek istediklerini, İsrail'in her zaman Irak ve Suriye'deki bu olayların içinde olduğunu, bunu herkesin bildiğini; devamlı savunmada kalarak cevap verilemeyeceğini, bir haritayla gelene iki haritayla gitmek gerektiğini" söyledi.
Binaenaleyh Amerika'nın stratejik çıkarlarına aykırı olarak Türkiye'yi karşısına alıp terör örgütü ile iş tutmasının, Bölgedeki Amerikan ordusu CENTCOM'un başına buyruk hareket etmesinin arkasında İsrail var, yahudi var.
"Bizi ne ilgilendirir?" diyenlerin bir kısmının arkasında da İsrail var, İsrail'in kara propagandasının etkisi var.
Oysa görüldüğü üzere bu çatışma Türkiye'yi direkt ilgilendiriyor.
Filistin'i, Lübnan'ı, İran'ı yok etme niyetlerini gerçekleştirirlerse duracaklar mı? Ondan sonra sıra kime gelecek?
Düşmanımızı bilmezsek, düşmanımızın niyetini bilmezsek; bir gün silah bize doğrultulduğunda hazırlıksız yakalanırsak durumumuz ne olur?
Türkiye bunların bu niyetini görüyor ve biliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Filistin Mitingi'nde yaptığı konuşmada, "Ey Batı! Siz yeniden bir Hilal-Haçlı mücadelesi mi estirmek istiyorsunuz? Böyle bir gayretin içindeyseniz bu millet ölmedi. Bu millet dimdik ayakta." dedi.
Bu konuşma üzerine AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell şu açıklamayı yaptı: "Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerini dinliyordum. Kendisi Batı'ya seslenirken, 'Bir kez daha hilal ve haçlı savaşını mı istiyorsunuz?' diyordu. Bunlar çok güçlü ifadeler. Bu çatışmayı önlemek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız."
ABD eski Başkanı Donald Trump, İsrail-Filistin savaşına ilişkin açıklamalar yaparken, ''Bölgede 4 milyon, 5 milyon askeri olan büyük ülkeler var. Başkan Erdoğan geçen gün İsrail'e karşı çok sert konuştu. Bu hiç iyi değil. Bazıları gelmeye başlarsa sonunda dünya savaşı çıkar. '' ifadelerini kullandı.
Türk Ordusu 29 Ekim kutlamaları esnasında İstanbul Boğazı'nda 100 Savaş gemisi ile bir geçit töreni düzenledi.
Savunma Sanayii uzmanları İstanbul Boğazı gibi dar ve akıntı olan bir su yolundan geçmenin zor olduğunu, bunu yüz gemi ile intizamlı bir şekilde yapmanın büyük bir gövde gösterisi olduğunu, bu durumun hem gemilerimizin hem de askerî personelimizin harbe hazırlık seviyesini göstermesi açısından çok büyük anlamı olduğunu söylediler.
Bu geçit töreninde dikkat çeken diğer bir husus Cumhurbaşkanı'nın gemileri kuvvet komutanları ile birlikte takip etmesi, kuvvet komutanlarının kılıçlarını kınından çıkarmış bir vaziyette oturmaları ve arkalarında siyah bir sancağın bulunmasıydı.
Siyah sancak Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in savaşa çıkarken açtığı sancaktır.
Bu törenden önce 20 Ekim'de Diyanet İşleri Başkanı'nın da, Ayasofya Camii'nde cuma hutbesine kınından sıyrılmış kılıçla çıkması da dikkat çekti.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Ekim'de icra edilen geçit töreni hakkında: "Geçit törenimiz; donanmamızın gücünü göstermenin yanında stratejik önemli mesajlar da içeriyordu." dedi.
Diğer bir konuşmasında da: "Türkiye hayatta kalabilmek için savunma sanayiinde güçlü olmak, sürekli kendini geliştirmek zorundadır. Diğer türlü, çekile çekile 780 bin kilometrekareye sıkıştığımız mevcut vatan topraklarını bile bize çok göreceklerini gayet iyi biliyoruz. Bu gerçeğin farkında olarak; kimseye düşmanlık etmeden, ordumuzu güçlendirmeye devam edeceğiz." diye konuştu.
Yine bir başka konuşmasında İsrail'i eleştirirken "Bununla da yetinmiyor, ülkemiz topraklarını da içeren vadedilmiş topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar. Sahip oldukları teknolojik üstünlüğe ve uyguladıkları ahlaksız zorbalığa rağmen daha Filistin'in masum çocuklarıyla, kadınlarıyla ve yaşlılarıyla baş edemeyenlerin bu ham hayalden uyanacakları günler yakındır" dedi.
Almanya'ya yaptığı ziyaret sırasında da: "13 bin Filistinli çocuk kadın yaşlı öldürülmüştür. Neredeyse Gazze diye bir yer kalmadı. Her taraf yer ile yeksan oldu. Hastaneler vuruluyor. Çocuklar vuruluyor. Tevrat'da bunlar yoktur. İnsan hakları beyannamesinde yoktur." diye konuştu ve "Holokost"u hatırlatarak Almanların yüzüne karşı şunları söyledi: "Bir borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemek gerekir. Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail'e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar, rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik. Öyle bir durumumuz da yok. Çünkü insana saygımız bizim çok çok farklıdır."
Bu açıklamalar Avrupa'da ve dünyada çok yankı buldu ve bazıları bunu "İkinci van minut" olarak yorumladı.
Bu gibi açıklamaları ve hareketleri bireysel çıkışlar olarak değil, Türk devlet aklının büyük bir teyakkuza geçtiği şeklinde yorumlamak daha isabetli olacaktır.
Nitekim Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu 18 Kasım'da yaptığı bir konuşmasında Yunanistan, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Karadeniz'deki gelişmeler hakkında çok mühim şeyler söyledi:
"Yunanistan ile 8 temel sorun var ve bunların 7'si Deniz Kuvvetleri ile ilgili."
"Yunanistan sürekli olarak gerginliği artırıcı faaliyetlerde bulunuyor. Örneğin savunma bütçesini gittikçe artırıyor. Fransa'dan Belharra Sınıfı 4 tane fırkateyn alıyor. ... 24 tane Rafale uçak alıyor. ABD, batıda komşumuz oldu. 3 büyük üssü var şu an Yunanistan'da. Gayri askeri statüdeki adalar var. 23 adet bu adalar, bunun 19 tanesini silahlandırdı. ... Yunanistan batısındaki karasularına 2020 yılında 12 mile çıkarttı. Şu mesajı vermeye çalışıyor. Fırsatını bulursam Ege'de de 12 mile çıkaracağım. Sürekli tacizde bulunuyor. Deniz karakol uçaklarımız, uçaklarımız, helikopterlerimize, gemilerimize. ...
"Kıbrıs bizim için çok önemli. Bildiğimiz gibi Akdeniz'in en büyük üçüncü adası. Çok stratejik bir yerde. Süveyş kanalına yakın olması, tüm Doğu Akdeniz'i kontrol etmesi açısından çok önemli. Biz Kıbrıs'ın herhangi bir parçasına Türkiye'ye tehdit oluşturabilecek bir gücün gelmesini istemiyoruz. Türkiye'ye karşı satıhtan satha füze sitemlerinin konuşlanmasını, yine hava savunma sistemlerinin konuşlanmasını istemiyoruz."
"Magosa'nın kuzeydoğusunda İskele Boğaz bölgesinde yeni bir üs yapıyoruz ve bundan sonra daimi olarak bu üste konuşlanacağız."
"Yaptığımız faaliyetlerde çok kararlıyız. Doğu Akdeniz, Karadeniz'deki hak menfaatlerimizi Deniz Kuvvetleri olarak koruyoruz"
"Libya olaylarıyla ilgili olarak gemilerimizi Libya'nın önüne yolladık. İlk baştan 4 fırkateynimizi yolladık. Bunlar Hafter'in büyük İHA'ları var, ... bizim fırkateynlerimizden attığımız güdümlü mermilerle 3 tanesini bunların düşürdük. Şu an itibariyle 2 gemimizle Libya bölgesinin hava savunmasına destek sağlıyoruz."
"Doğu Akdeniz'de Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail ve Mısır, Türkiye'nin karşısında bir blok oluşturmuş durumda. Bu bloğa da en büyük desteği Fransa ve Amerika veriyor."
"İtalya'yı da kullanıyorlar. İtalyan gemileri geldi, Eastmed Projesi çerçevesinde çalışma yapmak istiyoruz dediler ancak engelledik... Çünkü bunun Yunanistan'ın projesi olduğunu biliyoruz. Kendi deniz yetki alanlarımız içinde buna müsaade etmedik. Burada hiç kimseye müsaade etmeyiz. Buradaki bütün zenginlikler Türkiye'ye aittir diyoruz. ... Şu ana kadar toplam 35 gemiyi engelledik. Bu engellemeleri zaman zaman basından takip ediyorsunuzdur. Bazıları da basına verilmiyor. Çok ciddi olarak bizi savaşın eşiğine getiren engellemelerdir."
"NATO, Karadeniz'de bazı tedbirler almaya çalışıyor. Ancak Karadeniz'de bu tedbirleri biz kendimiz alacağımızı ifade edip NATO'yu veya Amerika'yı Karadeniz'e istemediğimizi beyan ediyoruz"
"Karadeniz'i bir Orta Doğu'ya çevirmesinler. Herhangi bir ülke veya NATO'nun girmesini istemiyoruz"
"İnsansız Deniz Araçları'nda da çok iyiyiz. "Bu yılın sonunda 4 tip İDA'yı teslim alacağız. Salvo da önümüzdeki yıl envantere katılacak. Kamikaze İDA'lar üzerinde de çalışıyoruz."
"Parasını verdiğimiz halde güdümlü mermi vermiyorlar. Biz de kendi güdümlü mermimizi kendimiz yaptık Atmaca güdümlü mermimiz, Harpoon güdümlü mermisinden çok daha iyi ve envantere aldık. Seri üretim devam ediyor."
"Osmanlı İmparatorluğu'nun en kuvvetli olduğu dönem, denizciliğin en kuvvetli olduğu dönemdi. Osmanlı denize ve denizcilere verdiği önemi azalttığı için toprak kayıpları başlamış oldu. Güçsüz bir donanma olduğu için tek bir kurşun atmadan Ege'de adalarımız Yunanistan'a verilmiş oldu."
Deniz Kuvvetleri Komutanı'mızın bu sözlerinden birkaç gün sonra ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Liz Allen Bulgaristan'a gitti, Karadeniz'in kıyısında bir video çekti. "Burada, Bulgaristan'ın Varna Limanı'nda gerçekten önemli bir mesajla bulunuyorum." dedi. Karadeniz'in kendilerince öneminden bahsettikten sonra: "Açık, güvenli, müreffeh ve birbirine bağlı bir Karadeniz bölgesinin değerleri için mücadele etmeye hazırız." diye konuştu. Bu video ABD Dışişleri Bakanlığının resmi X hesabından yayınlandı.
Bu tehdit ve tehlikelerden birisi de nükleer silahlar. İsrail'li bakanların "Gazze'ye nükleer silah atalım" hezeyanlarını açıkça kusmalarından imtina etmedikleri bir ortamda, Türkiye'ye düşmanlık yapan Amerika'nın elinde binlerce nükleer başlık olduğu bir ortamda bu tehdit asla küçümsenemez.
Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu tehdide vurgu yaparak şunları söyledi:
"İsrail'in nükleer silah sahibi olması nükleer silahla ilgili yarışı artıracaktır. Bu durum, bölgemizin ve dünyanın çıkarına olan bir durum değildir.
Bölgemiz ya tamamen nükleer silahlardan arındırılmalı ya da diğer ülkeler de bu konuda kendilerini daha güvende hissetmek için adım atmak zorunda kalacaklar, bu konuya bir çözüm bulmamız gerekiyor.
İsrail'in nükleer silahlara sahip olması, bizim önümüzde duran ve muhakkak çözmemiz gereken önemli stratejik konulardan biri ve bu konuda çalışmaya devam edeceğiz."
Bu beyanların satır aralarında aynı zamanda bir hazırlık yapıldığına dair işaretler bulabiliriz.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başka bir konuşmasında İsrail'in Gazze'deki kuşatmasını kırmak için diplomatik yollara başvurduklarını kaydederek, "Bu yollar işe yaramazsa başka yollar da var" dedi.
Çin yavaş yavaş Amerika'nın karşısına ikinci bir süper güç olarak çıkmaya hazırlanıyor.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping 15 Kasım'da ABD'yi ziyaret etti. "Dünya, ABD ve Çin'e yetecek kadar büyük." dedi. "Çin-ABD ilişkilerinde iki yol var. Biri dayanışma ve işbirliği içinde küresel güvenliği ve refahı teşvik etmek, diğeri, 'sıfır toplamlı oyun' mantığına saplanarak düşmanlığı ve cepheleşmeyi kışkırtmak, dünyayı kargaşaya ve bölünmeye sürüklemek. Bu iki yol, insanlığın ve gezegenin geleceğine karar verecek iki farklı doğrultuya işaret ediyor." diye konuştu.
Çin Devlet Başkanı Haziran ayında Amerikan Dışişleri Bakanı'nın Çin'e yaptığı ziyaret esnasında da "Dünya, Çin ve ABD'nin kalkınmasına ve ortak refahına yetecek kadar büyük." demişti.
Çin ABD ile çatışma ortamına girmeden yükselişini sürdürmek istiyor. ABD ise bu yükselişe dur demediği takdirde Çin'in hızla küresel hakimiyeti ele geçireceğinin farkında ve bunu büyük bir tehdit olarak görüyor. Bu yükselişi durdurmak istiyor.
Çin'in küresel siyasetinde iki temel konu öne çıkıyor.
Enerji arz güvenliği ve güvenli bir ticaret yolu inşası.
Çin'in İran ile çok önemli anlaşmaları var. İran'ı enerji arz güvenliği için kendisine partner seçmiş durumda. Ayrıca körfez ülkeleri ile de iyi ilişkiler geliştirmeye ve yanına çekmeye çalışıyor.
Çin Amerika'nın İran'a saldırma niyetini görmüş olacak ki İsrail'in Gazze Savaşı'nda net bir pozisyon aldı.
Çin Dışişleri Bakanlığı bir açıklamasında: "BM Genel Kurulu'nun Gazze ateşkes kararı yeterince güçlü. Hemen uygulanmalı. Çatışma, Filistin topraklarının illegal işgalinden ve Filistin devletinin yıllarca ihmal edilmesinden kaynaklanıyor. Malum ülke (ABD) kendi çıkarlarını ve jeopolitik hesapları bırakıp barışa yönelmeli." dedi.
Amerika İran'a vurursa hem İsrail'in istediğini yapmış, hem de Çin'in önemli bir patrnerine darbe vurmuş olacak.
Rusya'nın duruşu baştan beri İsrail'in karşısında ve Rusya da İran'a saldırılmasını istemiyor. Rusya'dan yapılan bir açıklamada "İsrail işgalci bir devlettir, meşru müdafaa hakkı yoktur." denildi.
Diğer yandan Kuzey Kore kendini savaşın tarafı ilân eden açıklamalar yaptı. Hamas'a ve İran'a silah desteğinde bulunma kararı aldı.
Bu cepheleşmeler, bu yığınaklar pek iyi bir yere gitmiyor. Bir dünya savaşı artık iyice yaklaştı.
Önceki ABD Başkanı Trump Kasım Süleymani'yi öldürmeye İsrail ile birlikte karar verdiklerini ve sonra Netanyahu'nun biz vazgeçtik demesine kızgınlığını dile getirmişti.
Başka bir konuşmasında İran hakkında şunları söyledi: "İranlılar bizi aradılar ve "Dinleyin, başka seçeneğimiz yok" dediler. Sizi vurmalıyız. Çünkü bizim kendimize saygımız var. ... Sahip olduğunuz belli bir askeri üsse 18 füze fırlatacağız dediler. O geceyi hatırlıyorsunuz. İlginç bir gece. Gergin olmayan tek kişi bendim çünkü ne olacağını biliyordum."
İran'ın dış politikası öteden beri kontrollü bir gerginlik üzerine bina edilmiştir. Ve İran ne kadar kavgalı görünse de Amerika ile sürekli iletişim ve pazarlık halinde olmuştur. Bölgenin karışması ve şii milislerin alan kazanması Amerika (İsrail) ve İran'ın niyetler farklı olsa da ortak amacı haline gelmiş ve İran bu durumdan nemalanmak için kendince Türkiye'yi karşısına alarak fırsatçı bir siyaset gütmüştür.
Amerika'nın amacı bir şii-sünni, İran-Türkiye savaşı çıkartmaktı. İsrail zaten senelerdir 1993 yılındaki suikastlerden beri bunun için uğraşıyor. Ancak çok şükür Türkiye bu oyuna gelmedi. Ortadoğu çok acılar çekti.
Geldiğimiz noktada İsrail ve Amerika kendi elleriyle büyüttükleri; Suriye ve Lübnan üzerinden bir nevi İsrail'e komşu olmasına yol açtıkları İran tehdidi ile kendileri yüzleşmek zorunda artık. İran da Hamas ve Lübnan Hizbullah'ına verdiği destek sebebiyle İsrail ve Amerika açısından limiti doldurmuş durumda.
İran destekli Yemen'deki Husilerin Amerika'yı, Amerikan çıkarlarını hedef alması, en son İsrail'e doğru füze fırlatması da cabası.
İran Devrim Muhafızları "Doğrudan Hayfa'ya füzeler fırlatacağız ve Amerikalıları ateşle yakacağız." diye açıklama yapıyor.
Kasım ayının ilk haftasında İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ile Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye Tahran'da bir araya geldi. Hamaney'in bu görüşmede "İran Hamas'a siyasi ve manevi destek vermeye devam edecek ancak savaşa doğrudan müdahil olmayacak." dediği basına yansıdı.
Daha önce de Hamaney'in sözcüsü: "İran hiçbir ulus için başkalarıyla savaşa girmez." demişti.
Ayetullah Ali Hamaney'e bağlı olan Keyhan gazetesi de: "İsrailli karar alıcılar bilmeliler ki, işledikleri suçun devam etmesi halinde yeni cepheler açılacak ve nihayetinde İsrail, haritadan silinecek. Ancak bu savaşa katılmayacağız. Bunun nedenini soruyorlar. Çünkü İran, ilkesel olarak bütün mazlum milletleri destekliyor ama başka halklar için savaşmıyor."
İran Hamas'ı İsrail'e yeni bir cephe açmak için kullandı ve yüzüstü bıraktı.
İran ortalığı karıştırıyor ve kendini yine çekebileceğini zannediyor. Bugüne kadar böyle oldu. Bu sefer de böyle olmasını umuyor. Ve fakat durum İran'ın umduğu gibi değil.
2006 yılında Lübnan'a saldıran İsrail ummadığı bir direnişle karşılaşmış ve çok kayıp verip geri çekilmişti. O tarihte BM Güvenlik Konseyi kararına uyup saldırılarını durdurmuştu. İsrail işine gelen BM kararlarını dinliyor. Mağlup olduğu için, geri çekilmek istediği için BM kararına uydu ve savaş sona erdi. Bu savaşta da İsrail binden fazla sivili katletmiş ve dünyanın tepkisini çekmişti. Sivil katletmek İsrail için normal bir hadise. Bu yüzden bu devlete "Terör Devleti" sıfatı tam yakışıyor.
Savaştan sonra İsrail'de halk hükümeti protesto etti.
O günlerde Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ne; "İsrail'de otuz bin kişinin hükümete karşı gösteri yaptığı" arzedildiğinde şöyle buyurmuşlardı:
"İran Hizbullah'ı boyuna destekliyor, silahlandırıyor. İsrail'in üç cephesi var: Lübnan, Filistin, Türkiye. Hizbullah her an oraya saldırabilir. Çünkü o saldırdı. İran teşvik edecek. Ondan sonra böyle böyle büyük harp olacak. İsrail orada mağlup oldu. Mağlup olmasa katiyyen harbi durdurtmaz. Birleşmiş Milletleri falan hiç dinlemez. Amma orada mağlup oldu, tankları imha oldu, askeri kayboldu. ileriye gitse batağa düşecek. Amma iyi oldu, burnu kırıldı, dolayısıyla Amerika'nın.
Suriye, bilhassa İran çok sert konuşuyor Amerika'ya karşı. Yani Amerika'yı hiçe sayıyorlar. Eh, Allah-u Teâlâ'nın dediği olur. onda da çok kuvvetli silahlar var, patlayınca dünya alev alır. Fakat hüküm, takdir yerine gelecek. İsrâ 58 ne zaman tecellî edecek?" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Eylül 2006)
Bugün Arap yönetimlerinin iktidarda kalabilmek için Amerika ile, Avrupa ile, hatta İsrail ile birlikte hareket ettiklerini, onlara karşı ellerinin kollarının bağlı olduğunu görmekteyiz.
Oysa Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadiminde şöyle buyuruyor:
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
Bu savaş Arap ülkelerinin durumunu ve yöneticilerinin vaziyetini tekrar gözler önüne serdi. Hepsi koltuğunu korumanın derdinde.
Nitekim Netanyahu açıkça bunları şöyle tehdit etti: ''Arap liderlerine söylüyorum. Eğer iktidarınızı ve çıkarınızı korumak istiyorsanız, yapabileceğiniz tek şey var. O da sesinizi kesmek.'' ifadelerini kullandı.
Bu sözlerin açıkça söylenebiliyor olması ne kadar acı bir durumdur.
Bu acziyet görüntüsü içinde özellikle Suud-i Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn dikkat çekiyor.
Bunlar; Gazze'de yaşanan katliamın kendi halkları nezdinde oluşturacağı isyan duygusundan ve bunun iktidarlarına zarar vermesinden korkuyorlar. Yoksa müslümanlar katledilmiş o kadar umurlarında değil.
Meselâ Kâbe İmamı Sudeysi Gazze ile ilgili açıklamalar yaparken "Yöneticilerinize itaat edin." diye ekliyor. Sudeysi daha önce de gittiği ABD'de "Bugün Suudi Arabistan ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah'a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar" demişti.
2017 yılında Suudi Arabistan Baş Müftüsü ve Ulema Heyeti Başkanı Vehhabi Abdülaziz Al-i Şeyh'i de "İsrail'e karşı savaşmak caiz değil" şeklinde bir fetva yayınlamıştı.
Bahreyn Kralı Hamed bin İsa el-Halife, "Hamas'ı açıkça kesin bir dille kınıyorum. Ben siyasi duruşun değil, sivillerin ve masumların yanındayım" dedi.
Bunların da göreceği var. Allah-u Teâlâ düşmanları boşuna musallat etmiyor.
"Allah'ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi? Onlar ne sizdendir, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.
Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!" (Mücâdele: 14-15)
Bunların yüzünden İslâm İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği gibi kuruluşlar toplanıyor ve kınama ve çağrı yapmaktan öte kararlar alamıyor.
Türkiye'nin iteklemesi ile bir şeyler oluyor. 11 Kasım'da Riyad'da toplanan İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Ortak Zirvesi sonrası oluşturulan ve Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Endonezya, Filistin Dışişleri Bakanı ile İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri'nin yer aldığı heyet, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi 5 ülkeye ziyaretlerinin ilk durağı Çin'de temaslarda bulundu. Çin Dışişleri Bakanı desteklerini ifade etti ve "Gazze'deki durumu hızla yatıştırmak ve Orta Doğu'da barışı bir an önce tesis etmek için birlikte çalışalım" dedi.
"Hazreti Muhammed (sav) daha bebek iken süt annesi Halime'ye emanet edildiğinde kendisini öldürmek isteyenler, yine yahudilerdi.
İbn Sa'd bu konuda şunları yazmaktadır:
"Hazreti Muhammed (sav)'in annesi onu süt annesine emanet etmişti.
Süt annesi Halime Hatun yolda giderken bir grup yahudi ile karşılaştı. Yahudiler bu çocuk hakkında bize bilgi verir misin diye Halime'ye sorunca o da, çocuğun annesinin anlattıklarını, yani bazı olağanüstü hallerini anlattı.
Bunun üzerine yahudiler birbirlerine bakıp söylenmeye başladılar, "Onu öldürelim" dediler.
Sonra Halime'ye sordular: "Bu çocuk yetim mi?"
Halime durumu anlayınca, "Hayır yetim değil", eşini işaret ederek, "Şu adam babası, ben de annesiyim" dedi.
Halime'nin bu cevabı üzerine yahudiler şöyle dediler:
"Eğer yetim olsaydı onu öldürürdük."
Yahudilerin böyle bir çocuğu öldürmek istemelerinin sebebi yakında bir peygamberin geleceğini bilmeleri, Halime'nin yanında gördükleri bu çocukta beklenen peygamberdeki vasıfların bulunması ve nihayet çocuğun yahudi ırkından olmayışıydı.
Çünkü yahudiler, beklenen peygamberin kendilerinden birisi olmasını istiyorlardı.
Halbuki Hazreti Muhammed (sav) yahudi değil, Araptı."(İhsan Süreyya Sırma, "Hz. Peygamber Devrinde yahudi Meselesi")
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler." (Bakara: 146)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz henüz çocuk yaşta iken amcası Ebu Tâlib'in yanında bir ticaret kervanına katılmıştı. Suriye'de Busra'ya gittiklerinde, orada bir manastırda yaşayan Bahira adındaki rahip, Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in beklenen peygamber olduğunu anlamış ve yahudilerin onu öldürmesinden korkarak amcası Ebu Talib'e onu hemen Mekke'ye geri götürmesini söylemiştir.
"Bu çocuk son peygamber olacaktır. Şam yahudileri arasında onun vasıflarını ve alâmetlerini bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa ihanet ederler. Sen onu Şam'a götürme!" dedi.
Çünkü Bahira, yahudilerin bazı peygamberleri nasıl öldürdüklerini ve Hz. İsa'ya da neler çektirdiklerini biliyordu."
Nitekim Resulullah Aleyhisselâm peygamberlik vazifesine başladıktan sonra da yahudiler kendisine suikastler tertiplemişlerdi.
Bu mülkün tek sahibi Hazret-i Allah var; O'nu unutuyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"De ki: 'Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin.'" (Âl-i imran: 26)
Mülkün sahibi olan Allah ne murad ederse o olur ve olacaktır. Nasıl isterse öyle yapar, nasıl dilerse öyle olur.
Yalnız kullarını imtihan eder. Kimisini sabırla imtihan eder, şehadet rütbesiyle mükâfatlandırır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Afganistan'da Ruslar'a karşı verilen savaş esnasında şöyle buyurmuşlardı:
"Dikkat ederseniz orada bulunan bir avuç müslümandaki güç kimsede yok. Dünya Rusya'dan korkuyor, Rusya onlardan korkuyor. Bunun sırrı budur.
Bize de Cenâb-ı Hakk bir ibtilâ verirse, biz de Cenâb-ı Hakk'a sığınırsak bize de yardım edecek. Çünkü kuvvet ne bir millette ne bir devlettedir. Kuvvet ruhsattadır.
Âyet-i kerime'lerinde:
"Bütün kuvvet ve kudret Allah'a âittir." (Bakara: 165)
"Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah'a güvensinler." (Âl-i imrân: 160)
O kime, hangi millete, hangi devlete ne kadar ruhsat verdiyse, ruhsat kadar kuvvetleri olur. Ruhsat alındığı anda bir adım atamazlar.
Milletler ve devletler arasında galibiyet ve mağlubiyet nöbetleşe deveran eder." (Ömer Öngüt, Sözler ve Notlar 2, sh: 302-305)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar.
Kâfirlere gelince, onlar da yüzüstü sürünsünler! Allah yaptıklarını boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 7-8)
Bunların medeniyet adı altında, demokrasi adı altında bütün dünyaya pazarladıkları "Batı" imajı yerle yeksan oluyor. Çünkü dünya eski dünya değil, bir yerde yapılan bir vahşet anında duyuluyor ve görüntüsü ortaya çıkıyor.
Büyük bir propaganda ve yalan düzeni işletiyorlar ancak öyle büyük bir vahşet işliyorlar ki üzerini örtemiyorlar. Bütün insanlık bunların içyüzünü görüyor. Ve daha da görecek.
Böyle böyle bunlardan bütün dünya ikrah edecek. Bunlar kendilerini en güçlü zannettikleri bir zamanda kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlıyorlar, ancak farkında değiller.
Zira bir taraftan vicdan sahibi bütün insanlar bu vahşete karşı tepkisini dile getirirken, aynı zamanda Batı'yı, yahudi ve hıristiyanlık inancını sorguluyor, İslâm'ı merak ediyor. Müslümanların tevekkül ve teslimiyetini, tevrat ve incildeki tenakuzu görüp Kur'an-ı kerim okumaya başlayan, içlerinde müslüman olanlar var.
Böyle böyle nihayetinde Allah-u Teâlâ hem madden hem mânen muzafferiyeti İslâm'a verecek.
"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)
"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff: 8)
İnsanlık, insan hakları, medeniyet, demokrasi, adalet gibi kavramları bayraklaştıran ancak kendisinden başka milletler için bunları bir hak olarak görmeyen Batılı ülkelerin bu vahşete destek vermeleri bütün dünya halkları nezdinde büyük bir kırılmaya ve bilinçlenmeye sebep oluyor.
Artık yahudinin ve Haçlı Batı'nın sonunun başlangıcındayız. Çünkü yahudi ve hıristiyan yobazlarının hastalıklı zihniyetleri İsrail'de ve Haçlı Batı ülkelerinde iktidar olmuş durumda. Bu hastalıklı yobazlar mesihin gelmesi için bütün dünyayı ateşe atmak gerektiğine inanıyorlar ve bu yolda ilerliyorlar. Öyle büyük bir zulümle, öyle büyük bir zorbalıkla, öyle bir sapıklıkla ortaya çıktılar ki, bütün dünya bunların gerçek niyetini gördü ve bunlardan ikrah etti. Daha neler görecek ve kim bilir bunlardan daha ne kadar ikrah edecek?
Artık suret-i haktan görünerek ülkeleri ve insanları kendi taraflarına çekme imkânları azaldı. Bu yüzden zorbalıkla, tehditle, korkutma ile, güç kullanarak hegemonyalarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Birkaç istisna dışında hemen bütün ülkeler Amerika'nın, yahudinin, Haçlı Batı'nın şerrinden çekindiği için sessiz kalıyor, çekimser kalıyor.
Ancak bu sefer Haçlı Batı ülkelerinin yasaklarına, engellerine rağmen Amerika ve Avrupa'da birçok insan bu zulmü, bu vahşeti sorguluyor, gösteriler tertip ediyor, birçokları İslâm'ı, Kur'an'ı araştırıp müslüman oluyor. 1500 civarında Batılı sosyal medya içerik üreticisinin müslüman olduğunu açıkça beyan ettiği söyleniyor.
Paylaştığı videoda Gazze halkına seslenen bir Amerikalı şöyle söyledi: "Filistinli dostlarım beni dinleyin. Toplama kampında bulunan Gazzeliler; bırakın İsrail'i yenmeyi, siz ABD'yi, dünyayı bile değiştirdiniz. Bunun için çok acı bir bedel ödediniz ve dünya size borçlu. Şu anda özgürlük ve hürriyet için savaşan tek toplum sizsiniz. Tanrı sizleri korusun kardeşlerim. Şimdiden özgürleştiğimi hissediyor ve eskiden söyleyemediğim şeyleri söyleyebiliyorum. Bizim politikacılarımız korkuyor."
İrlanda'da yeni evlenen bir çift, düğüne katılan herkesi alıp Gazze'ye destek yürüyüşüne götürdü.
Gazze hastanelerinde gönüllü olarak görev yapan Japon hemşire, Japonya'ya döndükten sonra basın toplantısı yaptı: "Gazze halkı neyi yanlış yaptı? Hayatın ağırlığı herkese eşit değil mi? Bu dünya bir türlü adil olamadı. Bütün dünya onlara saldırıyor, birey olarak hiçbir hakları yok… Hem topraklarını işgal ediyorsunuz hem de onları öldürüyorsunuz. Belki bu sözler bile dünyaya ulaşmayacak, hatta görmezden gelinecek… Filistin halkı varoluş mücadelesi veriyor… Gazze halkının sesini dünyaya duyurmaya çalışacağım…"
Bu savaş bir vechesiyle yahudi ve Haçlı Batı'nın gerçek yüzünü, yüzlerindeki "demokrasi", "ifade özgürlüğü", "adalet" gibi maskelerin altında içlerinde çok büyük bir kötülük barındırdıklarını dünyanın görmesine vesile oluyor.
"Demokrasi" götürüyoruz diye Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da yaptıkları vahşetleri; işgal ettikleri ülkelerde nizam, intizam kurmak yerine, bu ülkeleri bile isteye kaos, kargaşa, iç savaşa sürükleyip parçaladıklarını bütün dünya gördü. Çünkü niyetleri kötü. Amaçları; sömürmek, katletmek, gasbetmek, parçalamak.
Ve fakat DAEŞ gibi terör örgütlerini peydahlayarak bu vahşi yüzlerini ve kötü niyetlerini perdelemekte başarılı olmuşlardı.
Ancak bugün hiçbir perde bunların kötü niyetini örtemiyor.
Kur'an-ı kerim'e, Resulullah Aleyhisselâm'a yapılan hakaretleri, İslâm'a ve müslümanlara yönelik her türlü alçaklığı "İfade özgürlüğü" adı altında desteklediler. Oysa bugün insanların Filistin'e destek gösterisi yapmasını bile hazmedemiyorlar, engelleyebildikleri kadar engelliyorlar.
Filistin'e destek veren gazetecileri, medya çalışanlarını kovuyorlar, hatta futbolcuları kulüplerinden atıyorlar.
Sahiplikleri yahudi olan Google, instagram gibi platformlar gönüllü olarak İsrail lehine sansür uyguluyor.
Bu sansüre katılmayan X platformunun sahibi Elon Musk'tan çok rahatsızlar. Bu platformun sansüre katılmamasının insanların gerçekleri öğrenmesinde çok katkısı oldu. Siyonistlerin X'in kapatılması için kampanya yapmaya başladığı söyleniyor. Beyaz Saray "İsrail karşıtı haber yayma" iddiası ile Elon Musk'u kınadı. İsrail destekçisi Apple, Comcast, Disney, European Commission, IBM, Lionsgate, Paramount, Warner Bros gibi şirketler de X'e reklam vermeyi kestiler. Avrupa Birliği Komisyonu'nun da sosyal medya platformu X'te reklam vermeme kararı aldığı ortaya çıktı. Elon Musk reklamların kesilmesi hakkında bir soru üzerine "Umurumda değil, bunun sonucu para kaybetmekse, öyle olsun." diye cevap verdi. Daha sonra "X'in (Twitter) elde ettiği reklam gelirlerini İsrail'deki hastanelere ve Gazze'deki Kızılay'a bağışlayacağız. Irkına, inancına, dinine ya da başka bir şeye bakmaksızın masumları önemsemeliyiz." diye açıklamada bulundu.
Bunlar "İfade özgürlüğü" gibi kavramları silah gibi kullanmaktan çekinmeyen alçaklardır. Meselâ İslâm'a saldırmak için, PKK gibi terör örgütlerinin Türkiye'ye zarar vermesi için bu gibi durumlarda yalanın, terörün yayılması için bu kavramı silah gibi kullanırlar. Ama işlerine gelmeyen bir hak ve hakikate karşı her türlü engellemeyi yapmaya çalışırlar.
Bu sansür eylemlerinin yanında her türlü yalanı da söylemekten ve yaymaya çalışmaktan da çekinmezler.
İsrail başları kesilmiş 40 bebek diye yalan söyledi. Yalan olduğu ortaya çıktı. Ancak hâlâ Amerikan başkanı bu yalanı söylemeye devam ediyor.
İsrail sivil katliamı diye yanmış arabalar ve cesetler gösterdi. Bunun da yalan olduğu, tam tersine İsrail helikopterlerinin ve tanklarının ayırım gözetmeden açtıkları ateş sonucu kendi vatandaşlarını öldürdüğü ortaya çıktı.
İsrail Haaretz gazetesi "Polis soruşturması, Nova festivalinde Hamas'a ateş açan askeri helikopterin, görünüşe göre festivale katılanlardan bazılarını da vurduğunu ortaya çıkardı" diye yazdı. Bu, Apaçi helikopterlerinin etkinlikten kaçan festival katılımcılarının çoğunu öldürdüğünü gösteren, ortalıkta dolaşan videoyu doğrulamış oldu.
7 Ekim'de İsrail ordusunun kendi sivillerini öldüren en büyük kasap olduğu ortaya çıktı.
Yine benzer yalanları hastane bombalamalarına gerekçe üretmek için uyduruyorlar. Şifa hastanesinde Hamas'ın karargahı var, tünelleri var dediler. Tanklarla girdiler, beyaz bayrak açıp hastaneden çıkmak isteyen sivilleri öldürdüler. Hastanedekiler hastanenin içine toplu mezarlar kazmak zorunda kaldı. Fakat hiçbir delil bulamadılar. MR cihazının yanına iki tüfek koyup "İşte Hamas" dediler.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise dedi ki:
"Tam olarak neden bir MR makinesinin yanında tüfeklerin bulunması gerektiğini anlamıyorum. Bu da Hamas'ın şu ya da bu şekilde sivil altyapıların içine yerleştiğinin ikna edici bir kanıtı. Operasyon tamamlandığında İsrail'in daha fazla kanıt göstereceğini umuyorum çünkü tüneller orada."
Bunlarda her türlü yalan, her türlü dolan, her türlü düzenbazlık var. Eskiden de böyleydi, ancak gizlemeyi başarıyorlardı. Oysa artık gizlemek ne mümkün.
"Adalet"leri de buraya kadar. O da kayboldu. Filistin'de katliam var diyenlere hapis ve para cezaları getirmeye çalışıyorlar. Ancak açık savaş suçu ve insanlık suçları işleyen İsrail'e arka çıkıyorlar.
Bunların gerçek yüzü budur.
Malezya Başbakanı Enver İbrahim San Francisco kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Zirvesi'nde ABD Başkanı Joe Biden'ın yüzüne: "Bizden Rusya'yı Ukrayna'da kınamamızı ama İsrail'in Gazze'de kadınları ve bebekleri öldürme zulmüne sessiz kalmamızı istiyorsunuz." dedi.
Brezilya Devlet Başkanı Lula Brezilya vatandaşı Filistinlileri havalimanında bizzat karşıladı, İsrail'in bir ceşit terör eylemi gerçekleştirdiğini söyledi ve gözleri buğulu, duygulu bir şekilde şu beyanlarda bulundu:
"78 yıllık ömrümde çok fazla vahşet gördüm, çok fazla şiddet gördüm, çok fazla mantıksızlık gördüm. Ama masum insanlara karşı bu kadar vahşi, insanlık dışı şiddet görmemiştim."
"Yani şu anda bir soykırımla karşı karşıyayız. Üstelik her gün 'demokrasi demokrasi' diye konuşanların gözü önünde bu olay yaşanılıyor. Bu uluslararası hukuk değildir. Uluslararası hukuk öldü."
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Pedro:
"Kolombiya, Filistin'in tam devlet olarak kabul edilmesi için Birleşmiş Milletler'e öneri sunacak"
"Ayrıca; Birleşmiş Milletler'de, Gazze'de ateşkes talebine karşı oy kullanan veya çekimser kalan üretici ülkelerden artık silah satın almayacağız." dedi.
Gustavo Petro, bir başka paylaşımında İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'in Filistin devletini tanıma konusundaki sözlerine destek vererek, "İspanya'nın Avrupa Birliği (AB) dönem başkanlığı vesilesiyle Filistin'e yönelik barbarlığı ve savaşı sonra erdirecek ittifakı kurabiliriz." değerlendirmesinde bulundu.
ABD ve Avrupalı güçlere rağmen İsrail'in Gazze'deki katliamına tepkiler artıyor.
Belçika savaş suçlarının soruşturulmasını istedi ve Filistin Devleti'ni tanıma hazırlığına başladı.
Norveç hükümeti, Filistin Devletini tanımaya hazır olunması için teklif sundu.
İspanya Başbakan, yeni kurulacak azınlık hükümetinde önceliğin Filistin Devleti'ni tanımak için çalışmak olacağını duyurdu.
Dünya genelindeki AB delegasyonlarında çalışan yaklaşık 850 kişinin imzaladığı; Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in ofisine gönderilen mektupta; İsrail hükümetinin, Gazze Şeridi'nde sıkışıp kalan 2,3 milyon Filistinli sivile yönelik orantısız tepkisini şiddetle kınadıklarını, AB Komisyonu'nun "devam eden sivil katliamına karşı gösterdiği görünür kayıtsızlıktan" rahatsızlık duyduklarını ifade ettiler.
Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak: "Avrupa'da kamuoyunu kaybetmeye başladık ve bir ya da iki haftaya Avrupalı hükümetlerin de desteğini kaybedeceğiz, sonra Amerikalılarla sürtüşmeler başlayacak. Süremiz azalıyor." dedi.
ABD'nin Vermont Senatörü Bernie Sanders, "Şu anda karşı karşıya bulunduğumuz durum, modern tarihin en korkunç anlarından biri. Buna bir son verilmeli." dedi.
Fransa'nın en deneyimli avukatlarından birisi olan Gilles Devers, İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği savaş suçlarından dolayı dava açmak için sadece 10 gün içinde dünyanın her kıtasından avukat ordusu topladı ve "Sizi savunacak kimseniz yoktu ama artık uluslararası ve ulusal mahkemelerde sizi savunacak bir ordunuz var." dedi.
Hollanda'daki Oxfam Novib, Uluslararası Af Örgütü, PAX ve The Rights Forum gibi insan hakları örgütleri, İsrail'e desteği ve Gazze'deki savaşa yönelik tutumu nedeniyle Hollanda devletine dava açmaya karar verdi.
ABD'de Dışişleri Bakanlığı ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansından (USAID) 100 diplomat imzaladığı bildiride, İsrail'in Gazze'de "savaş suçları" işlediği belirtilerek, Biden'a İsrail'in eylemlerini daha fazla sorgulaması tavsiye edildi.
Birçok ülkede İsrail'in zulmünü telin, Filistin'e destek gösterileri yapıldı.
Umman'daki ABD Maskat Büyükelçiliği'nden Washington'a hitaben yazılan diplomatik bilgi notunda "Arap kamuoyunu bir nesil boyunca kaybediyoruz" denildi.
Güney Afrika Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Bakanı Pandor, UCM'ye Filistin'de kadınların, yaşlıların ve çocukların öldürülmesinden sorumlu olan İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkarması çağrısında bulundu.
Belçika Başbakan Yardımcısı Petra De Sutter: "İsrail'e yaptırımların zamanı geldi. İnsan ayırt etmeden bomba yağdırmak insanlık dışıdır. Belçika Federal hükümetini acilen İsrail'e yaptırım uygulamaya çağırıyorum. İsrail'den gelen tüm ürünlere ticaret yasağı gelmeli. Avrupa Birliği, İsrail'le olan ortaklık anlaşmasını derhal askıya almalı" dedi.
Uzun süredir Filistin sağlık hizmetlerinde gönüllü olarak çalışan Norveçli Dr. Mads Gilbert, Gazze'deki bomba ve çığlık seslerini açarak yaptığı konuşmasında Batı'ya seslendi: "Başkan Biden, Avrupa ülkelerinin başbakanları ve cumhurbaşkanları... Şifa Hastanesi'nden, Al Awda hastanesinden gelen çığlıkları duyabiliyor musunuz? ... Bunu ne zaman durduracaksınız ? Hepiniz suç ortağısınız."
ABD'li hemşire Emily Callahan, Gazze'de yaşadıklarını ve saldırı altındaki meslektaşlarıyla aralarında geçen diyalogları Amerikan CNN kanalında anlattı: "Kalbim Gazze'de hep Gazze'de kalacak. Birlikte çalıştığım Filistinliler, ofiste ve Endonezya Hastanesinde, hayatımda tanıdığım en inanılmaz insanlardı. ... Tahliye emri aldığımızda mesaj attım. Güneye giden, çıkan bu yöne gelen oldu mu?' diye sordum. Aldığım cevap, 'Bu bizim toplumumuz, ailemiz, arkadaşlarımız. Eğer öleceksek, kurtarabildiğimiz kadar kişiyi kurtarıp öleceğiz.' Onlara 'Sizdeki kalbin bir gramına sahip olursam mutlu öleceğim.' dedim."
Fransa'da LFI Partisi Meclis Grup Başkanvekili Mathilde Panot, "Kimse, 'Gazze'de ne yaşandığını bilmiyordum' diyemeyecek" dedi.
ABD merkezli insan hakları örgütü "Anayasal Haklar Merkezi (CCR)", Gazze halkına yönelik "soykırımı" önleyemedikleri gerekçesiyle ABD Başkanı Joe Biden ve yönetimine dava açtığını bildirdi.
İsrail'e açık destek veren Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB olarak 3 konuya "hayır" dediklerini aktardı: "Birincisi, Gazze'nin dışına zorla göçe izin verilemez. Filistinlilerin sürgün edilmesine izin veremeyiz. İkincisi, Gazze toprakları küçültülemez. Gazze toprakları, İsrail tarafından işgal edilemez. Üçüncüsü ise Gazze'deki durum, Filistin meselesinin çözümünün bir parçası olmak zorunda."
Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel "Ukrayna'daki savaşta uluslararası hukukun uygulanmasını savunduğumuzda olduğu gibi AB'nin çifte standart içinde olmadığını göstermemiz önemli." dedi.
Böyle böyle bütün dünya bunlardan ikrah edecek.
Zulümleri devam ediyor ama bu zulümleri yanlarına kalmayacak. Nihayetinde Allah-u Teâlâ'nın Vaâd-i Sübhanisi tecelli edecek.