Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- anlatıyor:
Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'le beraber oturuyorduk.
Bir ara şöyle konuşuldu:
– Söyleyiniz! İman edenler arasında en üstün imana sahip olanlar kimlerdir?
– Meleklerdir yâ Resulellah!
– Evet onlar öyledir ve bu haklarıdır. Allah onları öyle bir mertebeye çıkarmışken bu pâyenin onlara verilmesini ne engelleyebilir? Amma ben melekleri sormuyorum.
– Yâ Resulellah! Öyleyse en üstün insanlar, Allah'ın kendilerine risâlet ve nübüvvet ihsan buyurduğu peygamberlerdir.
– Onlar da öyledir ve bu haklarıdır. Allah onlara öyle bir rütbe vermişken bu imtiyazın kendilerine verilmesini ne engelleyebilir?
– O halde yâ Resulellah, onlar peygamberlerin yanında şehid düşenlerdir.
– Şehidler de öyledir ve bu haklarıdır. Çünkü Allah kendilerine şehâdet bahşetmiştir. Ben başkalarını soruyorum.
– Öyleyse yâ Resulellah sen söyle kimlerdir?
– Henüz erkeklerin sulplerinde olan bir takım kimselerdir ki benden sonra gelecekler. Beni görmedikleri halde bana iman edecekler, beni tasdik edecekler. Kur'an okuyup içindekilerle amel edecekler. İşte iman edenler arasında en üstün imana sahip olanlar bunlardır. (Ebu Ya'lâ - Heysemî)
Ebu Cum'a -radiyallahu anh- der ki:
"Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte öğle yemeği yiyorduk. Ebu Ubeyde bin Cerrah -radiyallahu anh- de aramızdaydı.
"Yâ Resulellah! Bizlerden daha üstün kimseler var mıdır? Çünkü biz sen hayatta iken müslüman olduk, maiyyetinde savaştık." diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
"Evet vardır! Benden sonra gelip de beni görmedikleri halde bana iman edecek kimselerdir." (Ahmed bin Hanbel - Heysemî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hârise -radiyallahu anh- Hazretlerine:
"Senin imanının hakikatı nedir?" diye sorduğunda:
"Gecemi uykusuz, gündüzümü susuz geçirdim, nefsimi dünyadan çektim." diye cevap vermişti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bundan sonra ona:
"Ârif oldun, bildin, devam et." buyurdular.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Herşeyin bir madeni vardır. Takvânın madeni de âriflerin kalpleridir." (Câmiu's-Sağîr: 7320)
Âlimin veliye ihtiyacı çoktur, velinin ise âlime ihtiyacı yoktur.
Nitekim Musa Aleyhisselâm'ın, Hızır Aleyhisselâm'ın ilmine ihtiyacı vardı. Çünkü onun ilmi "Ledûn ilmi" idi.
Fakat Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm'a muhtaç değildi. Muhtaç olmadığı için gizli hakikatleri ona açtı ve ayrıldı.
Âlim cahil insanları, veli ise âlimleri terbiye eder.
Veliyi terbiye eden de bizzat Allah-u Teâlâ'dır ve Resulullah Aleyhisselâm'dır.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur." buyuruluyor. (Bakara: 282)
Muallimleri Allah-u Teâlâ olduğu için ilimleri kesbî değil vehbidir. Herhangi bir hocadan medreseden tahsil etmezler. O'nun akıtması, O'nun bildirmesi, O'nun göstermesi ile kâimdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Allah dilediğini yardımı ile destekler." (Âl-i İmran: I3)
İşte bunlar Allah-u Teâlâ'nın tuttuğu, lütfu ile desteklediği kullarıdır.
"Lütuf ancak Allah'ın elindedir. Onu ancak dilediği kimselere verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadid: 29)
Böyle mümtaz kullarını dilediği kemâlâta nâil, ulvî makamlara vâsıl buyurabilir.