Süleyman bin Hirem’in Muhammed İbnü’l-Münkeder’den, onun ise Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
“Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzuruna çıktık. Bize buyurdu ki:
‘Biraz önce dostum Cebrâil benim yanımdan çıktı, bana şöyle dedi:
‘Ey Muhammed!
Allah, kendi kullarından bir kulunu ‘Allah’ın kulu’ yapmak için onu beş yüz yıl boyunca bir dağın başında tek başına, apayrı bir halde bırakır. O (dağ)ın genişliğinin üçte biri bir milyon zirâ’dır. Onu ayırıp kendisini her yönden çevrelediği yer ise dört bin fersahtır.
Onun aslını ve özünü alabildiğine geniş parmak ucuyla çekip çıkarır. Bu dağın eteğindeki geniş vadinin dibindeki hoş ve leziz bir su ile de onu temizleyip bembeyaz hale getirir.
Burada kırmızı bir ağaç vardır, her gece ondan bir kızıllık meydana çıkar, alacakaranlık olunca da ondan ayrılır. Tutan bu kızıllık kendisine nüfûz ve sirâyet ettikçe; ona mahviyet, tevâzu ve hakirlik de isabet eder.
Sonra onu, kendisine karşı ilâhi namazı yerine getirmeye muvaffak kılar.
Rabb’i katında onun ecel vaktini dileyince de, yine secde halinde iken onun ruhunu kabzetmek ister. Onu yeryüzü için var etmemiştir; tâ ki secde eder halde gönderinceye dek de onu kendi yolunun üzerinde tutup, hiçbir şeyin onu ifsad edip bozmasına izin vermez.
Yapıp-ettiklerine nazaran, bize göre o; biz kendisini indirdiğimiz zaman da, yükselttiğimiz zaman da O’nun emrini ikame eden sert ve keskin bir kaplandır.
O kıyamet günü gönderilerek, ilâhi ilim hususunda üstünlüğü ve cesaretiyle göz kamaştırır bir halde Allah-u Teâlâ’nın huzûr-ı ilâhi’sinde durdurulacaktır.
Nihayet Rabb’i ona hitaben şöyle buyuracak:
‘Ey kulum! Benim rahmetimle cennete giriniz!’
O ise diyecek ki:
‘Bilakis ben amelimle girmek istiyorum ya Rabb!’
Tekrar buyuracak:
‘Ey kulum! Cennete benim rahmetimle giriniz!’
O tekrar diyecek ki:
‘Ben bilâkis amelimle girmek istiyorum, yâ Rabb!’
Bunun üzerine:
‘Kulumun üzerindeki ilâhi lütfumla onun amelini karşılaştırıp ölçün!’ buyuracak.
Sırf onda mevcut kıldığı ilâhi basiret nimeti, beş yüz yıllık ibadetini içine alıp kuşatacak; bedenindeki diğer nimetlerin üzerindeki üstünlüğü geride kalacak.
Bu kez:
‘Ey kulum! O halde şimdi ateşe giriniz!..’ diye hitap edecek.
O da O’na karşı:
‘Rabb’im, öyleyse rahmetinle beni cennete koy!’ diye nidâ edecek.
Ne var ki bunu reddedip, onu huzûr-i ilâhi’sinde tutmaya devam edecek.
Ona:
‘Ey kulum! Sen hiçbir şey değilken seni kim yarattı?’ buyuracak;
‘Sen yâ Rabbi!..’ diyecek.
‘Bu daha önce senin öne sürdüğünle mi, yoksa benim rahmetimle mi olmuştu?’ buyuracak;
‘Senin rahmetinle!..’ diyecek.
Buyuracak ki:
‘Sana beş yüz yıllık ibadet gücünü kim verdi?’
‘Sen yâ Rabbi!..’ diyecek.
Şöyle buyuracak:
‘Seni denizin ortasından dağa, acı ve tuzlu sudan hoş ve güzel suya çıkaran kimdi?
Senin için her gece kızıllık çıkarttıran, kaç sene boyunca ağacı bitirip çıkartan kimdi?
Seni ilâhi kabza (himâye)sinin içinde secde ettiren ben değil miyim? Bunları sana kim yaptırdı?..’
Cevaben diyecek ki:
‘Sen yâ Rabbi.’
Bunun üzerine şöyle buyuracak:
‘Bunlar nasıl ki benim rahmetimle olduysa, seni cennete koyacak olan da yine benim ilâhi rahmetimdir.
Öyleyse ey kulum; kulum için vâr ettiğim ilâhi nimetlerimle giriniz cennete; zira eşya (her şey) ancak benim rahmetimle var olmuştur.’” (Hâkim)