Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (3) - Ömer Öngüt
NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (3)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ağustos 2023

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (3)

"Resul'üm de ki: 'Allah'a ve Peygamber'e İtaat Edin.' Şayet Yüz Çevirirlerse Şüphesiz ki Allah Kâfirleri Sevmez." (Âl-i imran: 32)

 

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bütün âlemlere hayat veren bir rahmettir, kâinatın çekirdeği ve mayasıdır, hakikatın özüdür, her şey ondan yaratılmıştır.

Âyet-i kerime'de:

"Ey Peygamber! Biz seni bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah'ın izniyle Allah'a çağıran ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik." buyuruluyor. (Ahzap: 45-46)

 

Bir şahid; Bu şehadeti Âdem Aleyhisselâm'dan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e kadar gelen bütün ümmetleri içine alır. Gerek peygamberlerin getirdiği tebligatı, gerekse ümmetlerin durumlarını Allah-u Teâlâ'nın bildirmesiyle bilir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz peygamberlere ve onların yaptığı tebligatlarına ve ümmetlerin durumlarına şahitlik yapacaktır.

 

Bir müjdeleyici; Aynı zamanda ümmetine ise bir müjdeleyicidir. Ebedi saadet ve selâmet yollarını gösteren, hidayet nûrlarına erişmeleri için onları gaflet uykusundan uyaran bir müjdeleyici.

 

Allah'ın izniyle Allah'a çağıran; Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ'nın izniyle Allah-u Teâlâ'nın hidayet verdiği kimseleri Hazret-i Allah'a dâvet ediyor.

 

Nûr saçan kandil; Bu öyle bir nûr ki, bu nûr Allah-u Teâlâ'nın nûrudur. Bu öyle bir kandil ki bütün âlemleri nûrlandıran bir kandildir.

Sen o nûru nasıl bilebilirsin ve o nûrdan nasıl haber verebilirsin?

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Hadis-i kudsi'de buyurur ki:

"Kubbelerimin altındaki velilerimi benden başka kimse bilemez."

Bunu Allah ve Resulü buyuruyor.

İsmi, cismi bilinir. Bilinmeyen ruhâniyeti ve nûrâniyetidir.

Allah-u Teâlâ kendi veli kulunu kendisinden ma'da hiç kimsenin bilemeyeceğini beyan buyurduğu halde, -ki O'nun nûrunu, ruhaniyetini, nûraniyetini ancak Yaratan bilir- ya bir peygamberi bilmek ne mümkündür.

O ki bir velîyi kimse bilemez buyururken, kâinatın Efendisi'ni sen nasıl bilebilirsin?

Bir insanın resmini görür, ismini bilirsin. Yaptığı işlere de vâkıf olabilirsin. O kimsenin iç âlemini, said mi, şâkî mi olduğunu bilebilir misin? Hâl böyle iken bir kimsenin çıkıp da Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i bildiğini iddia etmesi ne derece doğru olur? Çekirdeğin içini bilmeyen, kâinatın çekirdeğini nasıl bilebilir?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitaben:

"Onların sana baktıklarını görürsün. Oysa onlar görmezler." buyuruyor. (A'râf: 198)

Yani senin hakikatini göremezler ve bilemezler. Onların bakışı Abdullah oğlu Muhammed'den ibarettir. Oysa Allah-u Teâlâ onu kendi nûrundan yaratmış, âlemleri o nûr ile donatmış. İşte bunu bilmezler. Onun aslı nûrdur.

Zâhirini görenler onun hakikatini göremediler. Ona bir beşer gözüyle baktılar.

Onu methetmek isteyenler, methederken âcizliklerini itiraf etmişlerdir.

Biz her şeye itiraz ederiz de nefsimizin bize yaptığı oyunlara itiraz etmeyiz. Bunun için de Hakk'ı bilemiyoruz, hakikati de bulamıyoruz.

Aklın dereceleri var. Kişinin ilmi ve aklı tekâmül etmediği için hakikati kendi zan ölçüsü ile ölçmeye kalkar. Halbuki aslında kişi kendisinden haberdar değildir.

Onun içindir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"Nefsini bilen Rabbini bilir." buyurdu. (K. Hafâ)

Amma kendini bilmen için yaratılışını, nimetlerle donatılışını, bidayetten nihayete kadar terbiye ediliş şeklini ve sana suret vereni bilmen ve görmen gerekir. Ve fakat sen bunu bilemiyorsun, kendini göremiyorsun.

Bize düşen Allah ve Resulü'ne kayıtsız teslim olmak ve itaat etmektir.

Allah-u Teâlâ'nın sevgisine mazhar olabilmek, ancak ve ancak Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e kayıtsız ve şartsız tâbi olup itaat etmekle mümkündür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Habibim! Onlara söyle; Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.

Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir." buyuruyor. (Âl-i imran: 31)

Bu Âyet-i kerime'nin hükmü, Resulullah Aleyhisselâm'ın yolunda olmadığı halde Allah-u Teâlâ'yı sevdiğini iddia eden herkese şamildir. Bir kimse bütün söz ve fiillerinde ona uymadıkça bu iddiasında yalancıdır.

Bu Âyet-i kerime nâzil olunca münafıkların başı Abdullah bin Ubeyy "Bakınız Muhammed kendisine itaati Allah'a itaat gibi tutuyor ve bizlere hıristiyanların İsâ'yı sevdikleri gibi kendisini sevmemizi emrediyor." dedi.

Bunun üzerine ikinci Âyet-i kerime nâzil oldu:

"Resul'üm de ki: 'Allah'a ve Peygamber'e itaat edin.' Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez." (Âl-i imran: 32)

Nitekim:

"Sünnet-i seniyyeme tâbi olmayan benden değildir." (Münâvi)

Hadis-i şerif'i mucibince; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in her emr-i şerif'ine ittiba etmek gerekir.

Bunları yapmayıp kayıtsız şartsız teslim olmayan, sünnet-i seniyye'ye riayet etmeyen ümmetlik dâvâsını kaybetmiştir. Çünkü "Onlar benden değil" buyurduğuna göre onları ümmet olarak kabul etmiyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i canımızdan fazla sevmedikçe,

Yaşadığını ruhen yaşamadıkça,

Nefse tatbik ettirmedikçe; gerçek ümmeti olduğumuzu nasıl ispat edebiliriz?

Şunu çok iyi bilelim ki Hadis-i şerif'te:

"İlmini arttıran fakat dünyaya karşı zühdünü arttırmayan kişi, ancak Allah ile arasındaki uzaklığı arttırmış olur." buyuruluyor. (C. Sağir)

Bir insanın zahiri ilimde çalışması ve ilimde ilerlemesi ona ancak kalbin katılığını temin eder. İlimle beraber amel ve takvâ gerekir, ibadet ve itaat gerekir. Böylece iç âlemine geçebilsin, kalbin kilidini çözebilsin.

Resulullah Aleyhisselâm aynı zamanda ebul-ervah'tır, bütün ruhların babasıdır. Hazret-i Allah kendi ruhundan ona ruh verdi, o ruhtan bütün ruhları yarattı.

"Ey insan!" (Yâsin: 1)

Hitabının muhatabı Muhammed Aleyhisselâm'dır. İnsan-ı kâmil, hulâsa-i insan odur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri ona kendi lütf-u kereminden "Yâsin! = Ey insan!" buyurdu.

"Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tin: 4)

Aslında bu hitab-ı ilâhiye'ye mazhar olan ve Âyet-i kerime mucibince en güzel bir biçimde yaratıldığı belirtilen insan da yine odur.

 

"Asluhu nûr cismuhu âdem,

Velekad kerremnâ benî âdem."

Aslı nûrdur, görünüşü beşerdir. Öyle bir benî âdem ki;

"Biz insanı mükerrem kıldık." (İsrâ: 70)

Âyet-i kerime'sindeki mükerrem insan hitabının mazharı da yine odur. İnsan bütün yaratıkların en mükerremi, o ise bütün insanların en mükerremidir. Onun yüzü suyu hürmetine bütün bu faziletlerden insanoğlu da istifade ediyor...


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR