Farz-ı muhal ki bir tulum var, tulumu O idare ediyor. Herkes tulumu görüyor, içeride tasarruf edeni görmüyor.
Görünmeyen, bilinmeyen bir kişiyle arkadaşlık olmaz. Göreceksin, bileceksin, tanıyacaksın ki sana arkadaşlık yapsın. O sana duyuracak, O sana duyurmadıkça duyamazsın. Bu "Hakk'al-yakin" bir ilimdir, diğerleri ise "Ayn'el-yakin"dir.
Sen maskeden ibaretsin. O sana kendini duyuracak, O sana kendini gösterecek ve bildirecek ki bilmiş ve görmüş olasın. Hep O, hep O'ndan... Maskenin ne hükmü var, bir kağıt parçası. Senin kağıt parçasından ne farkın var? Senin masken etten, onu da halkeden O...
Hallac-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem'ül-evliyâ olan zâta işaret ederek şöyle söylemiştir:
"Allah kullarından bir kulu en büyük dostu yapmayı dilediği vakit; ona zikir kapısını açar, yakınlık kapısını ona aralar, onu Tevhid kürsüsünün üzerinde oturtur, sonra da ondan perdeyi kaldırarak, müşâhade yolu ile ona 'ferdâniyyet' i gösterir. O 'ferdâniyyet'; yani 'teklik' evine girer, O'nun kibriyâ ve cemâlini keşfeder... Fâni olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur. Sübhan olan Allah'ın himâyesinde o, nefsin dâvâlarından uzak olur." (Kitâbü't-Temhîdât, sh. 68)
Bunun sırrını size arzedelim: Farz-ı muhal ki senin en yakın bir dostun var. Fakat Allah-u Teâlâ'dan daha yakın bir dost olamaz. Vallahi olmaz. O'nu bulan dostu neyler? Dost olarak O yeter.
Allah muhabbeti öyle bir muhabettir!
Allah-u Teâlâ ona bin tane can verse, bin tane de cânan verse, o Allah-u Teâlâ'yı tercih eder, bin canından da bin cânanından da vazgeçer. Görülmeyen Allah'a bu yapılmaz. Has odanın sırları buna derler işte.
Bu ifşaatları açmaya kendimi lâyık görmüyorum, çoğunu onun için açmıyorum. Açık amma kapalı. Zâhirini anlıyorsunuz, orada kalıyorsunuz. Aslını bilmeniz mümkün değil. Çünkü O'nu bilmen için o olman lâzım, o işin Hakk'al-yakini olman lâzım.
•
Evliyâullahtan Abdullah-i Bosnavî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûs-il Hikem-i Bosnavî" adlı eserinde, Hâtem-i enbiya'nın ve onun kâmil vârisi Hâtem-i evliya'nın ilmi hakkında mühim izahlarda bulunmuş, bu ilmin ancak ümmetin bu iki Hâtem'inin kandilinden alınabileceğini beyan buyurmuştur:
"Bu ilim asaleten Hâtem'ür-rusül olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-inin ve onun vârisi olan Hâtem'ül-evliya'nın kandilinden verilmedikçe hâsıl olamaz." (Sh: 447)
Onun vârisi demek; onun kademi demektir. Kademi demek o demektir, onun çorabı demektir, onun vardığı yere varmış demektir. Allah-u Teâlâ onu o esrâra mazhar etmiş. Feyiz çoraba iner, halk çoraptan alır. Çünkü çorap ondan ayrı değil, o çoraptan ayrı değil. Bu ayrı bir husustur, mukarreb melekler dahi vâsıl olamaz.