"Nitekim sizin heva ve hevesleriniz, şehvetleriniz bizzat sizin terkibinizin içinde mevcuttu. Dünya arzından (yeryüzünden) bir şey sizin için toprak kılındığı zaman; onun fâni artıklarını, döküntü ve kırıntılarını bıraktınız, elinize geçemeyecek nimet ve nevâlelere göz dikip tama ettiniz!
Sizden herhangi birinize eğer onun hakkında:
'Elindeki bu dirhemi bırak, seni sünnete ulaştıracak olan dinarı tut!' denilse bile; bu ancak, buna süratle ulaşmayı sağlayacak hakiki zenginliğe ziyadesiyle sahip olan sadâkat sahibi kişi için garanti olabilir."
Ve buyurur ki:
"Hakiki zenginliğe ziyadesiyle sahip olan filân kimse, içindeki itminan ve güven sayesinde dirhemi kolaylıkla bırakıp, onun yerine dinarı tercih edebilir. Ben de işte ancak bunun ölçü ve hesabını yaparım!
Bu dinarın arzu ve şehveti, dirhemin arzu ve şehvetine galip gelir; dirhemin arzu ve şehveti de ona göre anlaşılıp bilinir.
İşte dünya günlerinizde, aslında her şeyde size uygulanan muâmele ancak bundan ibarettir.
Sizin bırakıp terk etmediğiniz arzu ve şehvetler, size haram kılınıp sizin için yasaklanan şeylerdir.
Geriye kalan bu çeşit çeşit şehvetlere karşılık da, arz (yeryüzünün toprağı)ndan uzaklaştırılıp, onun içindeki zenginliklere ulaştırılırsınız!"
Allah'ın kendilerine [bununla] âmil olmasını sağladığı kimseler, yarın Allah katında yaptıklarıyla ancak bu şekilde öne geçerler; bu gösterilen şekil üzere ona ulaşıp işitecekleri şeyi işitirler.
O'na icâbeti de, kendileri adına borçlu oldukları itâat çerçevesinde, O'nun kendilerini dâvet edip çağırdığı şeye ulaşarak gerçekleştirirler.
Nitekim şöyle buyurmuştur:
"İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın!" (En'âm: 153)
"Rabb'inin dosdoğru yolu işte budur!" (En'âm: 126)
Kendilerine takvâsını ve kendisinden korkmalarını emredip, onlara onu arkalarında bıraktırarak şöyle buyurur:
"Ateşten sakının, itâat-i İlâhî'yi mûcip işler yapın!
Avuçlarınızın içinde duran sevap istek ve arzusunu kalplerinizin üzerine yerleştirmeye bakın!
Ona göre yasaklardan sakının ve onlardan kaçının!
Kalplerinizi ve nefislerinizi ancak O'nunla meşgul edin!
Onları arkanızda bırakıncaya dek yapmanız gerekenleri yapın!
Bir an önce Gafûr (Mağfiret sahibi), Kerîm (Lûtf u kerem sahibi) ve günahları bağışlayıcı olan gerçek Hükümdâr'a varmaya çalışın!
Kusurlarınız yüzünden sakın haddi aşmayın!
İyilikleri benimseyip kabul etmekle uğraşın!
Kötülüklerinize karşılık af ve mağfiret dileyin!.."
Onlardan herhangi biri yine şekâvet ve kötülüğe kalkışırsa, hakkındaki önceki bilgisi nedeniyle artık helâk olur.
Onun ameline iltifatı, ancak ilâhi adâlete göre ölçülüp tartılır.
Bu fiili onu helâke sürüklediği zaman da, âkıbeti neyi gerektirmişse sadece ona müstehak olur.
Çünkü bir kulun kendi başına itaatle gelebilmesi mümkün değildir, onun masiyetinin son bulması ancak O'nun yardımı ile gerçekleşir.
O'na tevfîki (yardımı, desteği) ve ismeti (doğruya iletmesi) hususunda O'nun üzerinde minnet sahibi olan yalnızca Rabb'idir.
Onun amelleri bu ikisine göre kıyas edildiğinde de, yine hepsi dibe batarak yok olmaya; hem üzerindeki nimetlerden, hem de dünya ve âhiret nimetlerinden uzaklaştırılmaya, onunla darmadağın olup savrulmaya mahkûm olur.
Özetle; O'nun ilâhi fazl ve rahmetinin dışındaki her şey, onu sadece ayrılığa düşürüp darmadağın eder.
Nitekim açıkladığımız şeyden yana, bir kimsenin körlük etmesi halinde, bunun aynen tahakkuk edeceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den birtakım haberler gelmiştir.