[Ebû Abdullah Muhammed bin Ali et-Tirmizî -rahimehûllâh- buyurdu ki:]
Onlar ki, içlerindeki şu şehvetler nedeniyle sağlı-sollu onlara meyledip onların peşinde koşarlar; işte onların içinde bir karışıklık ve isyankârlık meydana gelir.
Onlar O'nun rahmeti içlerine derk edilip, onu idrak ettikleri vakit ise O'nun ilâhi nusret ve yardımına mazhar kılınırlar; O'na karşı tevbelerini arz eder ve ubûdiyet hali içinde bulunurlar.
Ne var ki yine de içlerinde bir şehvet kalır. Ancak onu iyice zaafa uğratırlar ve içindeki ateşi söndürürler; parıldamasını üfleyerek bastırırlar ve artık kulun âzâ ve organları yerli yerinde kalır.
Artık onda külün perdesi bir hücre gibi kalır, damarlarında ve organlarında şehvetin hararet ve ateşi namına hiçbir şey kalmaz. Ateşi çabucak parıldayıp sönmüş ve sakinleşmiş bir tennûr (tandır/fırın) gibi onun ışığı ve parıltısı sönmüş olur; külün kızartısı gibi tâ ki sönünceye kadar da böyle olmaya devam eder.
Onunla bir araya gelince, hamurun harareti hafifleyerek, onunla özdeşleşmez ve pişip ekmek haline gelmez.
İşte şehvetinin harareti soğuyunca sadr (göğüs) de böyle olur.
O'nu her zikir edişinde, her defasında bir nehy (yasak) ondan düşer, onunla herhangi bir bağı kalmaz. Onunla bağlantı kurmasını sağlayan her şey ise kıpkırmızı bir fırın haline getirerek, kulun içinde süratle ilerleyişini dindirip yatıştırır. Tevbe ile zafer kazanmasını sağlayan, kalbinin üzerine vârid olan ilâhi nurla artık şehvetlerinin ateşini söndürür.
Bu ilâhi nur, Allah'ın kuluna olan rahmetindendir ve ilâhi rahmet ruh içindir, nerede olursa olsun ateşini söndürüp kendisinden uzaklaştırarak onu soğutur. Şehvetten dolayı fırında bu meydana gelince, gerisindeki ateşi perdeleyecek bir örtü meydana getirir.
Kul, nehy edilen şeyi sonlandırınca yerine emrolunan şey gelir ve artık bunun içinde yürür, ancak içindeki şehveti arzu etmekten de geri kalmaz.
O arzu ki, ona "Hevâ ve heves" denir; işte emr olunan şey gelir ve bu emir onu içindeki şehvetlerini hafifletmeye muvaffak kılar.
O şehvetlerine muhalefet edince onun üzerinde bir ağırlık meydana gelir, ona ağlamaklı bir hâl verilir ve (muhâlif) herhangi bir şeyi kolaylıkla nihâyete erdirir.
İşte bu nehy (yasak) şehvetlerine karşı onu muvaffak edip, nihayet buluşunu dahi onun üzerinde gizler; şehvetine karşı bir muhalefet meydana getirip, nihayete erdirişini de üzerinde ağır bir hale getirir.
İçlerinde kalan bu şehvetler, onlara ister istemez içlerindeki bu amel ile amel ettirir.
Allah bunu daha onları yaratmadan önce bilmekteydi ve onların bunun üzerinde olduklarını zikretmişti. Zira nimetler ve keremler diyarını da, sakıncalar ve hevalar diyarını da yaratan O'dur.
Biz, içlerindeki bu şehvete dair onların nefislerinin içindeki heyecanla ilgili bu haberi resullerin sünneti üzere izâh ettik ki; bu heva ve heves bu diyarın şehvetidir ve onları ona karşı heva ve hevese meylettirir.
İsyân edenler yarın kaçınılmaz olarak ziyadesiyle şöyle diyeceklerdir:
"Ey Rabb'imiz!
Şüphesiz bizim içimize bu şehvetleri yükleyen de, haram gelip çattığı vakit bu heva ve hevesleri alıkoyup önleyen de Sen'sin!.."
O ise onların üzerine bir hüccet (delil) olmak üzere buyurur ki:
"Ben ondan sakınma hususunda bunun telâşını çekmeyeceğiniz, içinde ilâhi nimetler bulunan bir diyar yarattım; sonra da nefislerinizin heyecana gelişi ile ilgili olarak, resullerin sünneti üzere sizi bundan haberdar edecek bir şekilde gönderdim ki, bu diyara ulaşmanın rağbeti ve şevki onunla sükûna erip dinsin. Gözlerinizin bakışını buna hazır bulundurun ve bu gayenin sonuna kadar ulaşın!..
Nitekim ben, beşerin sonu gelmeyen bunalımı hakkında da ilmen aralarında farklılıklar meydana getirdim. Sizin nefisleriniz şehvetlere ulaşmaya nasıl ihtiyaç duymaz ve ona rağbet etmez ki? Onun şehveti sizin bu dünya şehvetlerinizle sönmeseydi, kulaklarınız resullerin sünneti üzere, iki diyarla ilgili bu haberlerin göz kamaştırıcılığı hakkında da hiçbir şey işitemez ve kalpleriniz hakkındaki beklentiniz gerçekleşmezdi.
Hiç şüphe yok ki ben kullarımı bu birleşme ile huzuruma aldım ve onları kendimle beraber kıldım.
Kalplerinizin içinde bu haberin tesirini meydana getirip, hakkında rağbet ettiğiniz ve içindekilere rağbet duyduğunuz dünyanızı umumen size terk ettirdim.
Şu halde siz de, size verdiğim haberler ulaştığı vakit onları tasdîk edip bana sadâkat gösterin; tâ ki geceleriniz aydınlık, akşamlarınız gündüz olsun!..
Benim emrimi üstün ve yüce tutun, benim katımda rağbet etmeniz gereken şeye onu denk tutturarak size nüfûz etmesine engel olun ve onların (hevâların) hepsini terk edin!.."