"Zeytûn" (Zeytin)'in güneşi işte bizim bu güneşimizdir.
Marifet ağacının güneşi; her gün sabah-akşam Cemîl olan Allah'ın onu kendisine nazar ettirmesidir, artık o hususta kendisiyle onun arasında, onun kendisine nazar etmesine mâni olacak hiçbir şey bırakmamasıdır.
O'nun bu nazarı meydana gelince, kuşkusuz onunla hevâ ve hevesin ya da başka bir şeyin ağacı arasında meydana gelir, yoksa ağaca karşı herhangi bir nazar vuku bulmaz.
Nitekim ağaçla güneş arasında herhangi bir duvar ya da perde olmayınca da, güneş kendini ona karşı göstermeye yol bulamaz.
Şu halde sen duvarın gölgesini sürüp aşağıya it, düşürüp zelil hale getir ve onun (ağacın) yapraklarını darmadağın et!
Çok çalışıp çaba harca, ona karşı halini değiştir!
Meyvelerini sakın koparma; onu, tadına bakmaksızın üzerine yüklenerek kopar!
Onun üzerinden korkunu eksik etme!
Sana "Zeytûn" (zeytin)le ilgili olarak bu söylenilenler, tâ ki içindekini kusup dışarı çıkarıncaya kadar münâfığın bâtınında (içinde) yer tutmaz.
Temiz ve pak bir mümin olmadığı sürece, onu[n meyvesini] yemeye de tâkat bulamaz.
Çünkü o "Tûbâ"dandır, "Tûbâ" ise cennettendir; münâfığın içinde cennete ait bir meyve aslâ yetişip barınmaz.
O
"Tûbâ ağacı"nın tefsirine gelince;
İşte "Zeytîn" ondandır, sen onu onun ismiyle tefsir edebilirsin.
Nitekim "Bereket" de onun hakkındadır.
Allah-u Teâlâ Tûbâ ağacını bitirmeyi murad ettiği zaman bir cevher yaratmış, sonra onu parçalayıp ondan özünü çıkarmıştır.
Daha sonra onu sıyırmış; ondan da Bereket'i, iyiliği ve güzelliği soyup çıkarmıştır.
Onu rahmet elbisesinin içinde dolaştırmış ve:
"Şüphesiz ki ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur." (Tâ-Hâ: 14)
Veçhesiyle mühürleyip damgalamıştır.
Sonra da ona cennetlerin, onun şehirlerinin ve durulacak yerlerinin vasıtalarını hazırlamıştır.
Onda ele geçirdiklerini, verdiği uğraş ve mücadeleleri neşredip yaymıştır.
Onu bir günlüğüne eline geçirip, onun içinden fidanlar çıkarmıştır.
Sen de onu bir saatliğine kurut, ondan yeni yapraklar ve dallar çıkar!
Onu sapının üzerine dikip yeşert ve çiçekler çıkarmasını sağla!
Cennet derecelerinin sayısınca onun dallarında bitirdiği şeyleri topla! Zira onun her dalında bir derece vardır.
İşte onun kökü kırmızı yakuttan, dalları da sarı bir cevherdendir.
Yaprakları yeşil zümrüddendir.
Meyveleri ise saf birer inci gibi üzerine dizilmiştir. Onun göz kamaştıran parlak beyazlığı miskten daha hoş bir koku saçar; tadı baldan daha tatlıdır.
Onun yiyen tatlılığı, helâlliği, hoş meyveleri ve saran lif ve kabukları nedeniyle, her saat "Mâşallah!" demekten kendini alamaz.
Hizmetçiler onun her bir yaprağının üzerine:
"Şüphesiz ki ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur." (Tâ-Hâ: 14);
"Rahmetim her şeyi kuşatmıştır." (A'râf: 156)
Arapça kelâmını nakşetmişlerdir.
Onu yazdıkları kimseler ise ancak iman edenler ve Hâtemü'l-enbiyâ olan Muhammed Aleyhisselâm'ı tasdik edenlerdir.
Celîl olan Allah onlara nazar kıldığı vakit, onun nedeniyle kendilerinden râzı olur.
Bütün ağaçları ve meyveleri ondan ötürü kıymetlendirip değerlendirerek şöyle buyurur:
"Rahmetim senin üzerine olsun!
İlâhi nazarım sana dönük olsun!
Seni ben yaratıp meydana getirdim; sana mertebe veren benim!
Seni rahmet elbisesi içinde dolaştıran benim!
Sana güzellik verip de güzelleştiren benim!
Üzerine uğur ve bereket yağdıran; iyilik, güzellik ve bolluk-bereketle huşûyu bulduran benim!
Senin fidanını yed-i kudretimle diken de benim!
Benim kudret elimle diktiğim ağacım, ağaçlar arasından özenle yaratıp seçtiğim sensin…
Seni meydana getirdikten sonra, isimlerden bir isimle ayırt edip farklı kılan da benim!
Sendeki huşû ancak bendendir; ne mutlu sana, ne mutlu!.."
İlâhi rahmetinin içinde dolaştırması bakımından "Tî", şüphesiz "Tûbâ = Müjdeler olsun!"un "Tî"sıdır.
Simâsını güzelleştirmesi nedeniyle "Vâv"; "Vesm = Güzelleştirme"nin "Vâv"ıdır.
"Bâ"; "Birr = İyilik", "Bereket = Bolluk" ve "Bahâ = Kıymet"in "Bâ"sı; "Yâ" ise "Senin ağacını Yed-i kudretimle diktim!"in "Yâ"sıdır.