Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (266) - Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (70) - Ömer Öngüt
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (70)
EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI (266)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Mart 2023

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (266)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (70)

 

Allah-u Teâlâ'nın:

"Allâhu Nûru's-Semâvâti ve'l-Ard"

"Allah Göklerin ve Yerin Nûrudur." (Nûr: 35)

Buyruğunun Tefsiri (4)

"Zeminin (yerin) derinliğinde saklı" oluşuna gelince; o ise ilâhi rahmet suyudur.

Şu kadar var ki, "Kalp"in tefsiri de, tüm eşya arasında onun "Sırça" diye isimlendirilmesidir. Burada "kalp", camdan bir "Sırça"ya benzetilmiştir. Çünkü sırça, onun ilâhi nurdan meydana gelen aslının cevheridir ve onun kullanılması da yine nûr-i İlâhi ile gerçekleşir. Bu ise "ateş"tir.

Biz bir araya toplandığımızda, onun içindeki ateşin yakıcı hakimiyetine dahil olduğumuzda nûr-i İlâhi daha da artıp şiddetlenerek ışık verir. Nihayet her ikisinin de harareti sönüp çekilerek, yerini ateşin hararetine bırakır.

Onun harareti seni zaafa düşürüp paramparça kılar.

Onun "Kök"ü de çok mühimdir; o ilâhi nurun galibiyetinden dolayı dokununca kırıp parçalayan bir eldir, onun hararet ve yakıcılığı da yine onun üzerindedir.

İşte bundan ötürü, hikmet ehlinden olan bir Hakîm demiştir ki:

"Allah-u Teâlâ kâmil müminin kalbini sırçaya benzetmiştir. Çünkü onun zorlukla ve cebbarlıkla kırılması çok çabuk ve hızlı bir şekilde gerçekleşir. Kırılsa bile, yine de onun câzibesi ve çekiciliği ölmez. Ateş kendisini isabet alıncaya kadar da ıslâha erişmez. Onun isimlendirilmesi kendi zaafına, inkisârı (kırılması) süratine ve nurunun şiddetine göre meydana gelir."

O'nun sırçasının paklığı ve saflığı da tavsif ettiğimiz şekildedir.

Bir de şu var ki, ilâhi nura benzerliği, saflığı ve temizliği bakımından "Kalp"in tefsiri ise; nurâni şeyler arasından parlak yıldızlarla ateşin dışında kalan O'nun göz kamaştırıcı parlak incisidir.

"Parlak yıldız" benzetmesi de, aslı ilâhi nurdan olan tek bir parlak yıldız için geçerlidir.

O'nun libâsı (elbisesi) ilâhi nurdan ibarettir.

İşte o, mânevi gökyüzüne asılı durur.

O, yeryüzü ehlinin beş yüz yılda ancak yürüyüp geçeceği yolu çabucak geçer.

O, çoğu zaman ateşin dışında kalır. Hatta bilâkis bir nurdur ki; bizzat O'nun ilâhi cevheridir.

Öyle bir nurdur ki, onun elbisesi bizzat O'dur.

Kâmil mümin olan onun kalbi; saflığı ve temizliği, nuru ve kendisini ateşten uzak tutarak, yeryüzü ile semâ ehlinin kendisinin içine sığdırılmasını sağlayan ilâhi marifetinin berraklığı ile teşbîh olunmuştur.

Nitekim Âyet-i kerime'de:

"O sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır." buyurulmuştur. (Nûr: 35)

Kandil bir iple gökyüzüne asılı bulunduğu gibi, parlak yıldız da aynı şekilde gökyüzüne asılıdır.

İşte kalbin ilâhi semâya (gökyüzüne) asılı oluşu da tıpkı bunun gibidir.

Onun (kalbin) semâsı "Arş", ipi de "iman"dan ibarettir; o ise O'nu ikrâr etmektir.

Şu kadar var ki:

"Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir." (Nûr: 35)

Buyruğuna gelince;

Denilmiştir ki:

"Onun aslı zeytin ağacıdır, bu da cennetin içindeki Tûbâ ağacından yetişip bitmiştir.

Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm'ı kendisine tevbe ettiği gün ona yöneltmiş ve kendisini onunla ziyâdeliğe eriştirmiştir.

Ne var ki onun adı 'Tûbâ' değil, 'Zeytûn (Zeytin)'dir."

Lâkin O'nun ilâhi lütuf ve hikmeti de O'nun hurûf (harfler)inden daha başkadır.

Onun her bir harfi son harfine eşdeğerdir ve üstelik onun tamamlayıp bitiren son harfi, ondakilerden daha ziyâde de değildir. Bu ise "Zeytin"in "Nûr"udur.

Bu "Tûba" beş harften meydana gelir ki; onlar "Tâ", "Vâv", "Bâ" ve "Yâ"dır.

"Zeytûn (Zeytin)" de benzer şekilde dört harften meydana gelir ki; onlar da "Zâ", "Yâ", "Tâ" ve "Vâv"dır.

Sonunda ziyadeleşmesine neden olan bir harf daha vardır ki; o ise "Nûr"dur.

"Zeytûn"un tefsirine gelince;

O, bahsettiğimiz gibi, harfler arasındaki beş harften müteşekkildir ve bunlar; "Zâ", "Yâ", "Tâ", "Vâv" ve "Nûn"dur.

Onun her bir harfi O'nun fiiline eşdeğer olup, birer âzâsı hükmündedir:

"Zâ": "Zâd", yani "Ziyade"liğin "Zâ"sıdır;

"Yâ": "Yevm", yani "Gün"ün "Yâ"sıdır;

"Tâ": "Tevbe"nin "Tâ"sıdır;

"Vâv": "Tûbâ" ağacının, Allah'ın kendisini ağaç kıldığı andaki yönlendirmesiyle ilgili "Yönlendirme"nin "Vâv"ıdır.

Onunla neyin kastedildiği inşallah kendi bâbında izâh edilecektir.

"Nûn" ise ilâhi "Nûr"un "Nûn"udur.

Onun farklı harflerinin hepsi bir araya toplandığında, senin için, Allah'ın Âdem'i tevbe ettiği gün onunla nasıl bir ziyadeliğe eriştirdiğine dair bir delil olur.

"Nûn" ise "Zeytûn (Zeytin)"in içindeki ilâhi "Nûr"un alâmetidir; tıpkı:

"Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir." (Nûr: 35)

Buyurulduğu gibi; ateşten çok daha başka bir şekilde O'nun nuru ile kandile geçen içindeki ilâhi nura delâlet eder.

İşte söz burada tamam olur.

Sonra ilâhi kelâm en başa döndürülerek şöyle buyurulmuştur:

"Nûr üzerine nûrdur." (Nûr: 35)

Yani sırça (cam)ın nûru üzerindeki nûr (ışık) "Zeytûn (Zeytin)" olduğu için…

İşte bu "Kalp"tir, "Zeytûn (Zeytin)" ise marifet-i İlâhi'dir.

Nitekim denilmiştir ki:

"Zeytin ağacına göre kandilin yağı nasılsa, tevhid-i İlâhi ağacına göre kalbin yağı da öyledir."

Tevhid ağacı ise şudur ki; Allah onu Kur'an'da:

"Güzel bir söz, kökü (yerde) sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir." diye tarif buyurmuştur. (İbrâhîm: 24)

İşte bu "Tevhid" de, kökü kâmil müminin kalbinde; dalları gökte, yani "Arş"ta sabit olan, her an yemişini, daha doğrusu meyvesini veren, her saat Rabb'inden izinli bulunan, Rabb'inin emri dışında hiçbir şekilde meyve vermeyen bir ağaçtır.

"Mübarek" sözünün tefsirine gelince;

Hiç şüphesiz onun hikâyesi de yine "Tûbâ"nın hikâyesinin bahsi içinde gizlidir. Biz onu da inşallah, onunla isimlendirilişiyle birlikte kendisiyle ilgili mevzunun içinde zikredeceğiz.

"Doğuda ve batıda bulunmayan" ifadesinin tefsirine gelince;

Bu, Azîz ve Celîl olan Allah'ın Âdem'i kendisine yöneltmesine dair; onun yeryüzünün üzerinde, dağların eteğinde bulunan kendi ağacına yöneltmesidir.

O gün etrafında çevreleyen hiçbir şey yokken, güneş herhangi bir gölge bırakmaksızın ondan gizlenmiştir. Dünya kurak ve susuz, yabâni bir zeminden ibaret olmasına rağmen, O'na tevbe ettiği an Tûbâ ağacının meyve tanelerinden bir tane ona yönlendirilmiştir.


  Önceki Sonraki