Nitekim denilmiştir ki:
"Yağ; ne doğuda, ne de batıda bulunmayan bir ağaca çok yakın gösterilecek şekilde geçmiştir."
Yine denilir ki;
"Kandil'in tutuşturulamaz bir ateşi varsa, ateşle ilgili olmayıp daha başka bir şeydir."
Tekrar denilmiştir ki;
"Şu halde burada geçen ışığın da 'ateş' olmazsa, ancak 'Nûr" olması mümkün olur."
Yine denilir ki:
"Ona, yani zeytine ait olan o nurun üzerinde bir nûr vardır; onun ise bir 'Sırça' (cam fânûs) üzerinde bulunduğu söylenir."
"Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur." (Nûr: 35)
Onun "Misâl"i hakkında ise şöyle denilmiştir:
"O'nun misâli 'Mişkât'tır; bu 'Mişkât' ise 'Kandil' hakkında kullanılmıştır ve suyun hakkında da kullanılan 'akış'la alâkalıdır. O'nun fevkinde (üstünde), ışıldayıp parlamasını mümkün kılmaya sevkeden bir 'yağ' ile yağlanma vardır.
Onun içinde ise, dışı (onunla) kaplanmış, kılıflı bir fitil bulunur. Onun daha da içinde, yağın ışığı ile evin Sâhib'ine geçişi sağlayan bir 'Kandil' mevcuttur. O zeytinyağı ateş değil, yıldızlar ve saçılan ışıkların şiddeti de içindeki pasparlak bir yıldız gibidir."
"Kandil"in misâl olarak gösterilişinin tefsirine gelince;
O bacası bulunan bir mişkâttır; sadr (göğüs) evidir, kandilin yakıcılarıdır. Yakıcılar ise "fitil"den daha başkadır.
Sırça, kandilin parlatıcısıdır. Parlatıcısı da, yine kandilin kendisinden daha başkadır.
Tutuşturucusu ise ne doğuda, ne de batıda bulunmayan; ateşi olmayan o yağla yağlanmıştır.
Şu kadar var ki, "Kandil"in temsil getirilmesi hiç kuşkusuz ağzı bacalı bir "Mişkât" mânâsındadır; o öyle bir evdir ki, içinde bir baca vardır ve o da "Sadr" (göğüs)tür. İlişiğindeki tutuşturucular ise onun yanmakta sürekliliğe ulaşmasını sağlar.
İlişiğinde bulunan diğer tutuşturucular ise, dilin içindeki "fitil"e kadar ulaşır.
Onun beraberindeki "sırça" da, göz kamaştırıcı parlaklığa ve oradan da yaratılanlara kadar ulaşır. Hatta yanındaki bu "sırça", kalp kandilinin bizâtihi kendisine ulaşır.
Onun tutuşturulması öyle bir şeydir ki; zikredilen zeytinden gerçekleşir, o da marifet-i İlâhi'dir...