İnsan "Elhamdülillâh" dediği zaman hamdin Allah'a âit olduğunu dil ile ikrar ve itiraf ederken; kalbi ile de hamde lâyık olan Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, azametini, O'ndan başka ibâdete lâyık Mâbud-u bil-hak olmadığını, yaratan, yaşatan, öldüren yalnız O olduğunu tasdik etmelidir.
Diğer taraftan rızâsını umarak, ancak O'na yönelerek, emir ve yasaklarına tam bir teslimiyetle kulluk vazifelerine devam etmelidir.
Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Hamd, şükrün başıdır. Allah'a hamd etmeyen O'na şükretmemiş olur." (Deylemi, Feyzü'l-kadir)
İnsan ne kadar hamd ve senâ etmeye çalışsa bile gerçek mânâda senâ edemeyeceği açık bir gerçektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir duâlarında şöyle buyurmuşlardır:
"Ben seni lâyık olduğun gibi senâ edemem. Sen kendini nasıl senâ ettiysen öylesin." (Müslim)
"Seni tespih ve tenzih ederiz, sana hakkıyla şükredemedik ey meşkûr!"
"Rabb" terbiye eden, ıslâh eden, yetiştiren mânâsına geldiği gibi; sahip mânâsına da gelir.
Bu kelime Allah-u Teâlâ'dan başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü bu kelime varlık âlemini yoktan vârederek yaratan, yarattıklarını bir nizam içinde olgunlaştıran, terbiyeden geçiren, her ihtiyacı temin eden, dilediği her şeyi kendi iradesi ile dilediği şekilde yapabilecek kuvvet ve kudrete sahip olan Allah-u Teâlâ'ya işaret eder.
İnsanların yegâne mürebbisi O'dur. Bir şeyi veya bir insanı başlangıcında ele alarak, derece derece yetiştiren, terbiye eden O'dur. Zâhirleri nimet ile, bâtınları rahmet ile terbiye eder. İnsan bu terbiyeden en büyük nasibini almıştır. Bu bakımdan insanoğlu Yaratıcı'sına, nimetlerle donatıcısına hamdetmek, O'nu en güzel övgülerle övmek zorundadır.
Bütün âlemleri yaratan, terbiye eden, her şeye şekil veren Allah'tır. Topraktan yaratıyor, toprağın üzerinde gezdiriyor, topraktan rızıklandırıyor. Bütün nimetlerini ve ziynetlerini tepsisinin üzerinde gezdiriyor.
Nitekim O'nun bir ism-i şerifi de "Vehhâb"dır. Hesaba gelmeyen her türlü nimetlerini, hiçbir karşılık beklemeden gayb hazinesinden daima ihsanda bulunuyor.
Gecesi, gündüzü, ayı, güneşi, insanı, hayvanı, cemâdâtı, nebâtâtı, mevcûdâtı... Hepsi o tepsinin üzerinde.
Biz o sahnede imtihandayız.
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere bizi denemek için gönderdi. Fakat sen tepside kaldın, nimetlere daldın. Yaratan'ı bilmeye ve bulmaya çalışmadın.
Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor. Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)
Bu başkasından murad şeytandır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kullarımdan şükreden azdır." (Sebe: 13)
Maddî mânevî nimetlere gark olduğu hâlde, şükrün hakkını yerine getirmez.