Gönüldeki gerçek imanı açığa çıkaran en büyük ölçü, en büyük delil, Allah’ın ve Peygamber’in hükmüne rızâ göstermektir. İnananlar tereddüt etmeksizin boyun eğerler. Bu ise, Allah’a ve Peygamber’ine karşı takınılması gereken edep tavrıdır.
Asr-ı saâdet’te iki kimse huzur-u Nebevî’de hasımlaştılar. Resulullah Aleyhisselam hak sahibi lehine hükmetti. Aleyhine hüküm verilen:
“Râzı olmam! Bir de Hattab oğlu Ömer’e gidelim.” dedi ve Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in yanına vardılar.
Lehine hüküm verilen:
“Yâ Ömer! Biz Peygamber Aleyhisselâm’a giderek hasımlaştık. Benim lehime bunun aleyhine hükmetti. Bu ise râzı olmayıp reddetti.” deyince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:
“Böyle mi oldu?” diye sordu, öteki “Evet” dedi.
Bunun üzerine:
“Ben sizin aranıza gelip aranızda hüküm verinceye kadar yerinizden ayrılmayın.” diyerek evine girdi ve kılıcı elinde olduğu halde yanlarına geldi.
Râzı olmayı reddedeni bir vuruşta öldürdü. Öteki arkasını dönerek Resulullah Aleyhisselâm’ın yanına kaçtı ve:
“Yâ Resulellah! Vallâhi Ömer, arkadaşımızı öldürdü. Eğer müdahale etseydim beni de öldürecekti.” dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Ömer’in bir mümini öldürmeye kalkışacağını sanmazdım.” buyurdu.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ:
“Hayır, öyle değil!... Rabb’in hakkı için, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı yüreklerinde hiçbir sıkıntı, bir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ: 65)
Âyet-i kerime’sini indirdi. (İbn-i Kesir)
Tasavvur buyurun, onlar daha Âyet-i kerime gelmeden, bu hükmü gönüllerinde hissedercesine yaşıyorlar. Çünkü iman etmişlerdi.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-a, Resulullah Aleyhisselâm’ın verdiği hükmü beğenmeyenin bir vuruşta boynunu vurduran iman ve teslimiyetidir.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Allah ve Peygamber’i bir işe hüküm verdiği zaman, mümin bir erkekle mümin bir kadın için artık o işte kendi arzularına göre seçme hakkı yoktur. Allah’a ve Peygamber’ine baş kaldırıp isyân eden kimse hiç şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)
Resulullah Aleyhisselâm’ın verdiği hüküm, Allah-u Teâlâ’nın verdiği hükümdür. Çünkü o, hevâ ve hevesine uyarak konuşmaz.
Bu Âyet-i kerime hususi bir hadise hakkında nâzil olmakla beraber hükmü umumidir. Buradaki emir ve talimat kıyamete kadar geçerlidir.
Hiçbir müslüman fert ve milletin, Allah-u Teâlâ’nın ve Peygamber’inin hüküm verdiği bir hususta kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur. Müslüman kalmak, müslümanca yaşamak ve müslüman olarak ölmek isteyen bir kimse mutlaka Allah-u Teâlâ ve Resul’ünün emir ve arzusuna boyun eğmek, “İşittim ve itaat ettim!” demek zorundadır. Boyun eğmeyi kabul etmezse, ne kadar müslüman olduğunu iddiâ etse de boştur. Bu gibi kimseler İslâm dairesinden çıkmış, kalbinde imandan bir eser kalmamıştır.
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’ın emrine başvurmayı müminlere farz kıldığı gibi, onun verdiği hükümlerden dolayı müminlerin içlerinde herhangi bir sıkıntının yer etmesini de haram kılmıştır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’ine çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece ‘İşittik, itaat ettik!’ demekten ibarettir. İşte saâdete erenler onlardır.” (Nûr: 51)
O itaatkâr müminler, dünya saâdetine, ahiret selâmetine ererler, umduklarına nâil olurlar, korkunç âkıbetlerden emin bulunurlar.
“Kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse, Allah’tan korkar ve ondan sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nûr: 52)
Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmeyen nimetlere erenler ancak bunlardır.