Delillerin, alâmetlerin, apaçık kanıtların ve işaret eden şeylerin onun (Elif’in) boşluğunu dolduruşu sırasında, ilâhi marifet ilminden başka onların üzerinde gerçekleşen şey O’nun “Vahdâniyyet”i, üzerlerine delil olan ise O’nun “Ferdâniyyet”idir.
Belirsizleşmiş gibi, “Lâm” hariç olduğu halde çıkan “Elif”, O’nun üzerindeki kendi sıfatlarına delâlet eder.
Belirsiz değilse de, O’nu zaten bilip tanıyor oldukları ve tıpkı O’na görmeden duâ edenler, methedip övenler ve kendi üzerlerinden senâ edenler gibi, O’nun gayb (gözle görülmez) olduğunda karar kıldıkları için, artık o bu ilme ihtiyaç dahi bırakmayan bir ilâhi marifet’tir.
Onların en övgüye değer olanı ise sonuncuları olarak halkedilecek olanıdır.
Nitekim şöyle buyurulmuştur:
“Elif. Lâm. Mîm. Bu kitapta hiçbir şüphe yoktur. O, takvâ sahipleri için bir yol göstericidir. İşte onlar gayba inanırlar.” (Bakara: 1-3)
Onunla konuşan dedi ki: O’nun Âyet’inde bununla ilgili olarak “Hüve = O” buyurduğu kelime, onun boşluğunu doldurmak hakkında değildir. Ben Allah’ın, meleklerinin ve kendilerine ilim verilenlerin şehâdetinin, bu “Hüve = O” üzerine olduğunu işitmiştim.
Nitekim, ey Muhammed (Hakîm et-Tirmizî)!
O İhlâs Sûresi’nde:
“O Allah bir tektir.” buyurmuştur. (İhlâs: 1)
Haşr’ın sonunda da şöyle buyurmuştur:
“O öyle bir Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.” (Haşr: 22)
Başka bir yerde yine şöyle buyurmuştur:
“Bil ki Allah’tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin hem de erkek müminlerle kadın müminlerin günahlarının bağışlanmasını dile.” (Muhammed: 19)
Diğer bir Âyet’te ise şöyle buyurmuştur:
“Benden başka ilâh yoktur. O halde bana kulluk edin!..” (Enbiyâ: 25)
Buyurdu ki: Heyhât, heyhât!.. Bu ilim senin gibi insanlara kolaylık sağlamak hakkındadır. Bu ilim ise ondan çok daha büyük ve çok daha incedir.
Lâkin senin onun hakkında zikrettiğin şey de, “Hüve = O” kavlinin murad edildiği şey üzerinden yine O’na delâlet etmek içindir.
O ancak ilâhi sıfatların, Ferdiyyet’in, Celâl’in, Mülk’ün, İzzet’in, Kudret’in, Sultân’ın ve Ceberût’un boşluğunu doldurabilecek bir kelimedir.
O, “Hâ” ve “Vav” olmak üzere iki harften ibarettir:
“Hâ”; O’nun, yani Allah’ın hidayetidir; O “Hâdî”dir, hidâyet edendir.
“Vâv” ise “Veleh; Şaşkınlık”tır ki, bu ise çözülmesi mümkün olmayan şaşkınlık demektir.
Allah’ın “Hâ” (Hidâyet) hakkında, tüm Zâtî sıfatlarında ve yükselinebilecek isimlerinde karar kılıp da, bizzat O’nunla vasıflanmış olandan başka hiç kimse onu hak etmez.
O, O’nun halk içindeki Delîl’idir.
Kendisine işaret ettiğidir.
Kendisinden yana yol açtığıdır.
“Elif”in mânâsının en ilkini ve en eskisini yerine getirendir.
Allah’ın, işte ancak ona hitâben:
“De ki: O!..” buyurduğunu görmez misin? (İhlâs: 1)
“O, doğurmamıştır.” ise (İhlâs: 3) O’nun ilâhi sıfatları üzerinedir, tâ ki Allah buyursun, “Elif”i ibraz etmiş olsun…
Sonra:
“Ehad’dir, yâni Bir tektir.” buyurmuştur. (İhlâs: 1)
Daha sonra:
“Allah” (İhlâs: 2)
Buyurarak “Elif”i ibrâz kılmış;
“Samed’dir.” (İhlâs: 2)
Buyurarak da, ilâhi sıfatlardan önceki ülfetlerini ve teliflerini gün yüzüne çıkarmıştır.
Nitekim O’nun bununla ilgili olarak:
“O öyle bir Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.” buyurduğunu görmez misin? (Haşr: 22)
Şimdi sus!..
Sonra da O, şöyle buyurmuştur:
“O Melik’tir, Kuddüs’tür, Selâm’dır, Mümin’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir.” (Haşr: 23)
Daha sonra ise şöyle buyurmuştur:
“O Allah; Hâlık’tır, Bârî’dir.” (Haşr: 24)
İşte bu yerlerde, Allah’tan sonrası da zikredilmediği sürece “Hüve = O” ile kifâyet edilmez.