Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - Bu Devleti, Bu Vatanı Yıkmak İsteyenler; Dün Olduğu Gibi Bugün de Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri'ne Saldırmakla İşe Başladılar! - Ömer Öngüt
Bu Devleti, Bu Vatanı Yıkmak İsteyenler; Dün Olduğu Gibi Bugün de Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri'ne Saldırmakla İşe Başladılar!
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Ekim 2022

 

Cenâb-ı Hakk Âyet-i Kerime'sinde Veli Kullarını Bize Tanıtıyor:

"İyi Bilin ki Allah'ın Veli Kulları İçin Hiçbir Korku Yoktur, Onlar Mahzun da Olmayacaklardır."
(Yunus: 62)

"Velilerimden Birisine Düşmanlık Eden Kimseye Ben Harp İlân Ederim."
(Hadis-i Kudsî)

 

Cenâb-ı Hakk Âyet-i Kerime'sinde Kâfirleri Bize Şöyle Tanıtıyor:

"Şüphesiz ki Kâfirler Sizin Apaçık Bir Düşmanınızdır."
(Nisâ: 101)

"Eğer Onların Güçleri Yetse, Sizi Dininizden Döndürünceye Kadar Size Karşı Savaşa Devam Ederler."
(Bakara: 217)

 

Cenâb-ı Hakk Âyet-i Kerime'sinde Münafık Hâinleri Bize Şöyle Tanıtıyor:

"Eğer Onlar Allah'a, Peygamber'e ve Ona İndirilene (Kur'an'a) İnanmış Olsalardı, Onları Dost Edinmezlerdi."
(Mâide: 81)

"Şüphesiz ki Allah Hainlik Yapanları Sevmez"
(Enfâl: 58)

 

Bu Devleti, Bu Vatanı Yıkmak İsteyenler;

Dün Olduğu Gibi Bugün de Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri'ne Saldırmakla İşe Başladılar!

 

"Görüldüğü üzere hakikatleri neşrettiğimiz için bir taraftan dini hükümlere karşı olanlar, diğer taraftan dini kendi menfaat ve zanlarına göre kullanmak isteyen münafıklar aleyhimizde tertipler yapıyor, bizi karalamaya çalışıyorlar. Bu iftira ve yalanı yapanlar en büyük zararı kendilerine yapıyorlar. Zira bizim şahsımıza saldırdıklarını zannediyorlar, ancak bu saldırıyı hükm-ü ilahi'yi neşrettiğimizden yaptıkları için aslında bu düşmanlıkları hükm-ü ilâhi'ye, Allah-u Teâlâ'yadır.

Bu sebeple bunların ikinci en büyük zararı müslüman halkımıza ve bu milletedir. Çünkü hak ve hakikat susturulmaya, yalan ve sahtekârlık yükseltilmeye çalışılıyor. Bir millet için bundan büyük bir zarar düşünülemez. Üstelik bu duruma bir müdahale gelmediği için bu da Cenâb-ı Hakk'ın gadabını celbediyor. Biz vazifemizi yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Ama hayatta ama vefatta."

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

 

Geçen ayki dergimizde Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ne yapılan iftiralara cevap verirken dergimizin başlığında şu suali sormuştuk:

"Siz kimsiniz? Maksadınız nedir? Kime hizmet ediyorsunuz?"

Zira iftira ve hakaret edenler belli ve fakat bunları harekete geçiren, bu kampanyanın arkasındaki sinsi, kripto odaklar belli değil.

Belli değil derken ayak izlerinden biz onları tanıyoruz ve ne yapmak istediklerini tahmin edebiliyoruz.

Dikkat ederseniz gerek memleketimiz gerek bütün dünya mühim bir süreçten geçiyor. Küffarın bilhassa ülkemiz üzerinde çok ciddi planları var. Ortalığı karıştırmak niyeti var. İç-dış bütün piyonlarını, kriptolarını, taşeronlarını, nüfuz ajanlarını, gönüllü hizmetkârlarını, bölücü grupları harekete geçirmeye çalışıyorlar. Dışarıda Yunan, Ermeni, PKK, Güney Kıbrıs gibi taşeronların hareketi dikkat çekerken, içeride de özellikle FETÖ'nün yeniden hareketlendiği, din ve vatan bölücüsü grupları da bu hareketlere dahil etmeye çalıştıkları müşahede ediliyor.

Önümüzdeki süreç bu bakımdan önemli bir tarihi dönem. Küffar memleketimiz üzerindeki amaçlarına ulaşmak, bu devleti yıkmak, bu vatanı parçalamak için var gücüyle, sinsice yüklenmeye çalışıyor.

Bu süreçte Türkiye'yi karıştırmak isteyenler boş durmuyorlar. Yalanlar, iftiralar, kumpaslar olabilir. Devleti ayakta tutan temel taşlara, temel direklere saldıracaklar, yıkmaya çalışacaklar.

Bu günlerde, böyle bir ortamda Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- aleyhinde karalama kampanyası yapılmasını mühim bir işaret olarak görüyoruz. Çünkü bu Zât-ı âli'nin din ve vatan bölücüleri ile, küffarla yapmış olduğu mücadele; dinimizi, vatanımızı ve bu müslüman milleti ayakta tutan en büyük güçtür. Bu Zât-ı âli irşadı ile, yapmış oldukları mücadele ile bu güzel vatanı parçalamak isteyenlerin, bunların arkasındaki küffarın emellerine set vuran çok büyük bir kaledir. Bu mücadele hayatlarında olduğu gibi bugün de devam ediyor.

Nitekim bir beyanlarında şöyle buyurmuşlardı:

"Allah'ım ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla beni destekle, ölünceye kadar değil, öldükten sonra bile mücadelemi devam ettir."

Eserleriyle bu mücadele bu cihad devam ettiği için dün olduğu gibi bugün de saldırılarına devam ediyorlar. Bu saldırıları yapanları, bu iftiraları atarak karalama kampanyası yapanları buradan tanıyın.

Bunlara bu işareti verenler Türkiye üzerinde gizli, açık emelleri, niyetleri olan küfür mahfilleridir. Küffar ve hâinler çalışıyorlar. Başta FETÖ.

Küffar; kriptoculukta, sinsilikte, gizlilikte, istihbarat örgütü gibi çalışmakta, kısaca her türlü hâinlikte ve münafıklıkta ustalaşmış olan FETÖ'yü kullanmaya devam ediyor. FETÖ son günlerde iyice hareketlendi. Gücü azaldı ancak hâinliği, düşmanlığı arttı. Amacı ortalığı karıştırmak, insanlarımızı birbirine düşürmek, devleti yıkmak, vatanı parçalamak. Böylece küffara zemin hazırlamak ve küffarın kuklası olarak bu güzel vatana konmak. Bu amacına ulaşmak için; kendisi gibi münafık din ve vatan bölücüsü grupların içine yerleştirdiklerini, devlet kurumlarında kalan artıklarını, bütün kripto elemanlarını kullanarak karışıklık çıkarmak istiyor, Her türlü terör gruplarıyla, Amerikan uzantısı mahfillerle ve sermayelerle, dinli-dinsiz her türlü hâin grupla işbirliği yapmaya çalışıyor.

Bunların şeytanî niyetlerini, arkasındaki küfür mahfillerinin, yahudinin, Haçlı Batı devletlerinin desteğini küçümsememek lâzım.

"Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)

Çok dikkatli ve uyanık olmamız lâzım.

Küffarın niyetini, düşmanlığını, sinsiliğini bilerek onların işbirlikçilerini hafife almamamız, daha kararlı mücadele etmemiz lâzım. Maddi ve manevî.

Çünkü Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde:

"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." buyuruyor. (Nisâ: 101)

Dikkat ederseniz küffar birçok İslâm ülkesinde bu gibi din ve vatan bölücülerini kullanarak karıştırmakta, bölüp parçalamakta, halkı birbirine düşürmekte, devletlerini yıkmakta muvaffak oldu. Aynı fitneyi, hatta en büyük fitneyi Türkiye'de çıkartmak için çok uğraştı, fitne çıkartan din bölücülerine her türlü desteği verdi, ancak muvaffak olamadı. Allah-u Teâlâ müsaade etmedi. Elhamdülillah!

Bundaki en büyük amil Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin halkı bu bölücülere karşı uyaran, ikaz eden, irşad eden maddi-manevî mücadelesidir. Bu Zât-ı âli bu fitnelerle öyle bir mücadele yaptı, fitnecilerle öyle bir cihad etti ki; bunları adetâ manevî bir kılıçla biçti.

Bu sebeple küffar ve işbirlikçi münafıklar bu Zât-ı âli'yi sevmezler ve her ne kadar ahirete irtihal etmiş olsa da düşmanlıklarına devam ederler. Çünkü ondan ve Allah için yaptığı mücadeleden korkuyorlar.

Nitekim bu düşmanlığın devam ettiğini biz Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ne karşı yürütülen iftira ve karalama kampanyalarında görüyoruz. 2-3 aydır kapsamlı, maksatlı saldırılar oluyor.

Amaçları bu devletin, bu vatanın, bu milletin temel direği vazifesi gören bu Zât-ı âli'nin mücadelesini değersizleştirmektir. Bu iftiralar ilk olmadığı gibi, son da değildir.

Gerek küfür mahfilleri, gerek FETÖ, gerek diğer din ve vatan bölücüleri bu Zât-ı âli aleyhinde her fırsatta iftira ve karalama yapmaya çalıştıkları gibi büyük kumpaslar da tertip ettiler.

Bunlardan birisi bu Zât-ı âli'nin hıristiyan misyonerlerini ve Haçlı Batı'nın nüfuz etme niyetini yenilgiye uğratmasından sonra 2004 yılında yaşandı.

Şöyle ki;

2000'li yılların başlarında FETÖ'nün "Diyalog ve hoşgörü" adı altında çıkartmış olduğu "küfrü hoşgörü" fitnesinden ve ülkemizin "AB'ye girme" hülyalarından yol bulan hıristiyan misyonerleri köylere kadar incil dağıtıyor, her mahallede kilise evleri açıyorlardı.

O günlerde Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hem FETÖ'nün fitnesine, hem de misyonerlere karşı öyle büyük bir cihad yapmıştı ki, kitaplar neşretti, broşürler çıkarttı. Aylarca dergimizde makaleleri yayınlandı. Ve talebelerini, sevenlerini seferber ederek bu fitnenin söndürülmesi için bütün Türkiye'de bu neşriyatın yayılmasına öncülük etti.

Misyonerlerin vatanımızda bozuk inançlarını yaymaya, bu güzel vatanı ele geçirmeye çalışmasına karşılık olarak karşı taarruza geçti, İslâm'ı anlatan, hıristiyanları İslâm'a davet eden "Hıristiyanları Hidayet ve Gerçek Kurtuluşa Davet" broşürlerini ücretsiz olarak Türkiye'de ve bütün dünyada yaydı. Bütün ecnebî dillerine çevirterek Amerika ve bütün Avrupa devletlerinde kilise papazlarına, hıristiyan halka dağıtılmasına öncülük etti. Bu broşürler Vatikan'a kadar gitti.

Bu broşürlerde İslâm'ın Tevhid inancı, bütün peygamberlere inanmanın İslâm düsturu olduğu, hıristiyanların "İsa Allah'ın oğludur", "Üç ilâhtan üçüncüsüdür" diyerek şirke ve küfre düştükleri, bu inançların hıristiyanlığa sonradan sokulduğu, tahrif edilmiş İncil'deki tenakuzlar vb. konular Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah edilmiş, hıristiyanlar tevhide, Allah-u Teâlâ'yı noksan sıfatlardan tenzih etmeye, gerçek kurtuluşa, İslâm'a davet edilmiştir. Nitekim bu broşürler sayesinde birçok hıristiyan İslâm'la şereflenmiştir.

O günlerde bir seri halinde yayınlanan dergilerimizde de Haçlı Batı'nın gerçek niyeti, küfürde olduğu, İslâm'a asla dost olmayacakları, içlerinde nasıl bir kin ve düşmanlık besledikleri yine Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle, örneklerle izah edilmiştir.

Bu öyle bir cihaddı ki;

FETÖ Amerika'da hoşgörü semineri veriyor; Papa, papazlar gelmiş, kolkola dışarı çıkıyorlar, ama dışarıda bu Zât-ı âli'nin hazırladığı broşürler dağılıyor.

Nasıl bir cihad, nasıl bir mütekabiliyet, nasıl bir galibiyet!

Tâ Amerika'da, Avrupa'nın her yerinde küfür, hoşgörü toplantılarında, kilise önlerinde bu broşürler dağıtıldı.

Halkımız bu neşriyat sayesinde misyonerlerin gerçek niyetini, Haçlı Batı'nın içyüzünü gördü. Halktan korktular ve nihayetinde Türkiye'deki misyonerler geri çekildiler, kiliselerin çoğu kapandı.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyurmuşlardı:

"Kilise açmalar, incil dağıtmalar bitti. Elhamdülillah. Biiznillahi Teâlâ bu cihadcılar çıkınca bitti. Ve inanki birinci hedef biziz. Amerika'nın birinci hedefi biziz. Çünkü onların bu planlarını Cenâb-ı Hakk durdurttu.

Fakat bize Allah-u Teâlâ'nın izin verdiği kadar biz gideceğiz. İncil de bitti, kilise açılmalar, onların faaliyetleri de bitti, hep bitti.

Ey ulu Allah'ım! Sen her şeye kadirsin."

"Allah-u Teâlâ tüketti işte. Halktan korktular. Allah razı olsun Siyah Bayraklılar'dan, onlara Siyah Bayraklı denmiş."

O günlerde Zât-ı âlileri ile karşılaşan bir emniyet müdürü "Amerika'dan sizi soruyorlar, kim bu diye?" demişti.

Ve nihayet bütün bu mücadelenin yapıldığı günlerin hemen arkasından 2004 yılının Kasım ayında bir kumpas kurdular, karalamak için o günün kartel medyası tabir edilen en büyük bir televizyon kanalında ve en yaygın bir gazetesinde röportaj vermiş gibi bir mizansenle aleyhinde tezvirat kampanyası yaptılar.

Bu yayından sonra bu Zât-ı âli soruşturma geçirdiği gibi, bu yalan ve iftira kampanyasını yapanlarla hukuki bir mücadele yürüttü; gazetelerinde tekzip yayınlamak zorunda kaldılar. Bu gazetenin genel yayın yönetmeni FETÖ'cü çıktı ve firar etti.

Bir başka büyük kumpas FETÖ tarafından 2009 yılında yapıldı.

Küffarla ve küffarın işgaline zemin hazırlayan misyonerlerle yukarıda bahsedilen mücadele yapıldı. Ancak dikkat ederseniz bu misyonerlere zemin hazırlayan esas unsur 90'lı yıllarda başlayan FETÖ'nün "Küfrü hoşgörü" fitnesi idi.

Görüyorsunuz küffarla işbirliği yapan, vatan haini din ve vatan bölücülerinin vatanımıza verdiği zararı dış düşman veremiyor. Bunlar küffara zemin hazırlıyor.

İşte Muhterem Ömer Öngüt'ün esas mücadelesi bu gibi din ve vatan bölücüleri ile oldu. FETÖ ile bu fitneyi çıkarmaya başladıkları o tarihlerden başlamak üzere gerek dergilerimizde yayınlanan makaleleri ile gerek çıkarmış olduğu eserleri ile mücadele etti.

Sonra ne oldu? FETÖ 2009 yılındaki Ergenekon adı altında hazırlamış olduğu kumpasa bu Zât-ı âli'nin de ismini karıştırmak istedi, Sahte olduğu mahkeme kararı ile tescil edilen ve "Islak imza" tartışmalarına konu olan belgede ismini vererek askeriye tarafından kullanılan bir kimse gibi göstermeye çalıştılar. Büyük bir iftira ile aleyhinde bir kampanya yürüttüler. Birçok gazete, internet sitesi bu yalan ve iftiralara alet oldu ve günlerce karalama kampanyaları yapıldı. Kendileri ömrünün son yılını gerek hukuki yolla, gerek yayınlar yaparak bu iftira ile, bu sahtekârlarla mücadele etmekle geçirdiler.

Kumpasların gayesi onu gözden düşürmekti.

Buna rağmen o ne buyurmuştu?

"Bir canım değil, bin canım olsa feda olsun."

Bu zât böyle idi. Ömrünü Allah ve Resul'ünün yoluna adadı. Allah ve Resul'üne dayanıyordu. Allah ve Resul'üne dayanan, O'nun adına iş göreni kim yıkabilir? Yıkamadılar.

Bizatihi kendileri yıkıldı. Allah-u Teâlâ saltanatlarını, düzenlerini, her şeylerini başlarına geçirdi. Çareyi kaçmakta buldular. Kaçamayanlar hapislerde süründü.

Âyet-i kerime'de:

"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." buyuruluyor. (Fâtır: 10)

Tuzaklarının hepsi başlarına döndü. Şimdi neredeler?

"Bir bak zâlimlerin sonunun nasıl olduğuna!" (Kasas: 40)

Cenâb-ı Hakk Hadis-i kudsî'de şöyle buyuruyor:

"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:

'Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî)

Aralarındaki yumuşak başlılar şaşa kalmadı mı? Kaldı. Bu ağır musibeti bunlara veren Allah-u Teâlâ'dır.

Bu kumpasların, bu hadiselerin ve diğerlerinin ayrıntılarını daha tafsilatlı şekilde aşağıdaki sayfalarımızda arzedeceğiz.

Ve bu iç düşmanlar FETÖ'den ibaret değildir.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise surruh- Hazretleri bunların hepsiyle mücadele ettiği için, bunların hepsi küffarı da arkasına alarak bu Zât-ı âli'ye düşmanlık yapıyorlar. Gerek bu düşmanlıkta, gerek bu vatana ihanette FETÖ'yle birlikte hareket ediyorlar.

Biz sizi tanıyoruz. Arkada kimin olduğunu biliyoruz. Çeşitli tetikçiler kullanabilirsiniz, çeşitli kılıklara girebilirsiniz, ama biz arkanızdakileri biliyoruz.

Bu cihad Hazret-i Mehdi'ye kadar devam edecek. Bu azim ve kararlılıktayız. Bize vasiyet edilen de budur.

Bu Zât-ı âli kitaplarındaki vasiyetlerinde:

"Hazret-i Mehdi'yi gözleyin, o niyette olun, o niyetle ölün." buyurmuşlardır.

Nitekim Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bu Zât-ı âli hakkında şöyle buyurmuştur:

"Âhir zamanda Mehdî yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken, aradaki boşlukta (fetrette) Hâtemü'l-velâye'den başka adâleti ayakta tutan kimse olmaz. O kıyamet gününe kadar bütün velîlere Allah'ın bir hücceti olur.

Nasıl ki peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e 'Hâtemü'n-nübüvve' verilmişse ve o kıyamet gününe kadar bütün peygamberler üzerine Allah-u Teâlâ'nın bir hücceti ise, velîlerin sonuncusu olan bu velî de âhir zamanda öyle olacaktır." (Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh-, "Hatmü'l-velâye"; 168b vr.)

Bu Zât-ı âli'nin gayesi Allah ve Resulullah idi. Allah ve Resul'ü için çalıştı. Allah ve Resul'ü için, dinin ve vatanın muhafazası için mücadele ve mücahede etti. Bugün de onun cihadı yürüyor.

Onun için geçtiğimiz ay Vehhâbîlerin içyüzüne dair dergi çıktığı zaman halk gittiğimiz yerlerde:

"'Vehhâbîlere cevap verse verse Ömer Efendi verir.' diyorduk. Allah razı olsun vermiş." diyorlardı. Elhamdülillah.

Halkımızda bu Zât-ı âli'nin cihadı sayesinde bütün bölücülere karşı bir uyanış oldu hamdolsun. Eğer bu irşad, bu mücadele olmasaydı, küffar çoktan amacına ulaşmış olurdu.

15 Temmuz'da olduğu gibi bunların bir fitnesi ortaya çıktığında halk "Bunları bu Zât-ı âli haber vermişti" diyor ve bunlara karşı hemen tedbirini alıyor. FETÖ'nün fitnesine, darbe teşebbüsüne karşı halkın, devletin harekete geçmesinde bu irşad ve mücadelenin hazırladığı zeminin katkısı çok büyük olmuştur.

Bu sebeple bu Zât-ı âli'ye büyük bir kinleri ve düşmanlıkları var.

Ey din ve vatan bölücüleri!

Ey yalan ve iftira ile, kumpas ile hak ve hakikati susturmaya çalışanlar!

Ey Allah dostu bir zâtı karalamaya çalışanlar!

Allah-u Teâlâ'nın gadabı karşısında çok cesaretlisiniz. Sizin âkıbetinizden korkulur!

"Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını, hangi deliğe tıkılacaklarını yakında bileceklerdir." (Şuarâ: 227)

Bu hâinler bu cüreti nereden alıyorlar?

İmansızlıklarından.

Eğer iman etmiş olsalardı, küffarla işbirliği yapmayı bırakırlar, yalan söylemezler, sahtekârlık yapmazlar, insanları aldatmaya çalışmazlardı, Allah ve Resul'ünün hükmüne teslim olurlardı.

Oysa bunlar dinden çıkalı çok oldu, geri de dönemiyorlar:

"Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)

Onlar Kur'an da okuyacaklar fakat Kur'an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar bir şey göremez, yelesine bakar orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez." (Buharî, Tecrid-i sarih: 1783)

İşte Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri bunlarla, bu imansız münafıklarla mücadele etti ve mücadelesi devam ediyor.

Bu yüzden onun aleyhindeki karalama kampanyaları, iftira, hakaret ve yalanlar her dönem ve devirde başka şekil, başka yollarla değişik isimler altında yapıldı, yapılmaya devam ediyor.

Bu kampanyaların içyüzünü, geçmişte yapılan karalama kampanyalarını; bu Zât-ı âli'nin ve yaptığı mücadelesinin bu millet, bu devlet ve bu vatan için ne anlama geldiğini; bu hâinlerin, bu kumpasçıların, bu sahte müslümanların gerçek niyetini dikkat nazarlarınıza arzediyoruz..

Ki hem bu mücadelenin ehemmiyeti anlaşılsın, hem bu iftiraları yapanların niyetleri ortaya çıksın, hem de müslüman halkımız uyansın, bunlara karşı dikkatli olsun ve Allah ve Resul'ünde, "İlâhî Görüş Birliği"nde birleşsin.

Onun için bu Zât-ı âli "Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan." buyurmuşlardır.

İşte bugün İslâm dünyasının içine düştüğü durumu seneler öncesinden gören Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri dinde ve vatanda bölücülük yapan gruplara karşı en şiddetli bir lisanla ikazda bulundu, eserler yazarak mücadele etti.

Bundan küffarın rahatsız olmasından daha tabi ne olabilir.

Ey Müslüman!

Küffar bu zâtı biliyor, tanıyor ve ondan rahatsız oluyor. Niye? Dini, vatanı müdafa ediyor, yıkılmasının önüne set çekiyor, müslümanları uyandırıyor diye.

Ey halk!

Küffar tanıyor, sen ne zaman tanıyacaksın?

 

Bu Devleti Ayakta Tutan Manevî Direği:

Binaenaleyh bu Zât-ı âli bu devleti ayakta tutan manevî direğidir. Ona yapılan saldırının esas amacı da bu direği yıkmaktır. Manevî direk yıkılırsa bina da yıkılır.

"Öyle zannediyorum ki, Sahib'im tuttukça Türkiye'yi tutacak, alırsa bilmiyorum. Bu da nereden geliyor? "O Türk'e gönderilecek." mevzuatı. Binaenaleyh manevî destektir bu, desteği tuttukça tutacak. Desteği çekerse bilmiyorum ne olacak? Onun için ortalık karışıyor. İslâm'ı hedef alıyor. Küffar İslâm'a göre hedef alıyor." buyurmuşlardı.

Bir beyanları da şöyledir:

"Türkiye'nin zahiri ıslahat, ordunun da manevî desteğe ihtiyacı var. Nasıl ki Osmanlılar hep maneviyat ehli ile destek gördülerse, bugün ortalık bitmiş durumda. Manevî destek olmasa bu çadır yıkılır. Onun için bin küsur sene evvel Hazret-i Allah'ın Türk'e gönderileceği beyan edilmiş, bir taraftan ıslahat, bir taraftan destek ile."

Nitekim "Hatmü'l Evliyâ" hakkında müstakil bir eser neşreden Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Büdüvv-ü Şe'n" adlı risâlesinde de "Kırkların henüz tamamı mevcud değilken; emrolunan kişinin bunların üzerine, Türk'e geleceği" nin haber verildiğini beyan etmişler ve "Halkın, mâ'iyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu." buyurmuşlardır.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri birçok beyanlarında önümüzde yaşanacak büyük harpleri, büyük hadiseleri, küffarın İstanbul başta bu memleketi işgal etme niyetini, büyük insan zayiatlarını haber vermişler, ve fakat: "Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak." buyurarak bu badireleri bu devletin atlatacağını müjdelemişlerdi.

Zât-ı âlileri memleketimizin hem içteki hem dıştaki tehlikelerine karşı devletin birliği, dirliği ve bekası için hem çalışmışlar, hem duâ ve niyaz etmişlerdi:

"Yâ Rabb'i! Halilullah Mekke için duâ etti,

Yâ Rabb'i! Resulullah Medine için duâ etti,

Yâ Rabb'i! Fakir bu devlet için duâ ediyor, bu devlete zevâl verme!"

 

Manevî Ordu, Manevî Kumandan:

Büyük Selçuklu'nun büyük veziri Nîzâmü'l-mülk bir gün Sultan Alparslan'a şöyle demişti:

"Sultân'ım! Horasan'da yüksek zâtın için öyle bir ordu hazırladım ki; bunların yardımı seni hiçbir zaman yalnız komaz, uğrunda hedeften şaşmayan oklar atıp dururlar. Bu ordunun neferleri ulemâ ve evliyâdır ki; bunlar dünyaya meyletmezler, sana ve orduna her dâim duâ kılarak yardım ederler!"

Bu ordunun varlığını en iyi bilen küffardır. Zira küffar nasıl ki gözle görünmeyen şeytanla işbirliği yapıyorsa, karşısında gözle görünmeyen manevî bir ordunun varlığından da haberdar. Birçok kimse bunu bilmiyor ancak emin olun ki küffar biliyor. Bu yüzden bu manevî orduyu yıkmaya, sahtekârları, sahte din önderlerini, din ve vatan bölücülerini bu manevî ordunun yerine ikame edip içeriden yıkmaya çalışıyor. Nizamü'l-mülk'ün tabiri ile "Dünyaya meyletmeyenler" in yerine holding kuranları, para toplayanları, cihadı ceplere açanları ikame etmeye çalışıyor.

Binaenaleyh her müslüman kisvesi giyeni bu ordunun neferi zannetmeyin. Bilakis bunlar bu ordunun içindeki çürükler, içine kurt girmiş bozuklardır. Bunlar değil manevî ordunun neferi olmak, bilakis temizlenmesi gereken, mücadele edilmesi gerekenlerdir. Bozuk bir meyvenin kasada diğer sağlamları da bozması gibi, bozuklar bu milletin bu devleti içten içe kemiren kanserli hücrelerdir.

İşte Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- bunlarla mücadele etti, iç cepheyi sağlamlaştırmak için bozukları, kanserleri hücreleri manevî kılıcıyla kesip attı.

Sa'deddîn el-Hamevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye" adlı eserinde bu vazifeye bizzat işâret etmiş, şöyle haber vermiştir:

"Bil ki, onun alâmetlerinden birisi de; onun kılıcının, mukâbele ettiğinde kendisini gâlip getiren 'kalem'i olmasıdır.

Peygamber Aleyhisselâm kâfirlere kendi kılıcıyla vurup onları öldürürdü; Hâtemü'l-velî de onlara bâtında kendi kalemiyle vurur ve onları helâk eder. Böylelikle Allah onu, Zât'ıyla mukâbelede bulunan bir 'kılıç' kılar." ("Risâle fî Zuhûr-ı Hâtemü'l-Velâye", Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya, nr.: 2058, vr. 207b)

Nitekim Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuştur:

"Bize kalemle mücâdele verilmiş, Hazret-i Mehdî'ye ise kılıç ile biçerek ifsâdı kaldırma verilse gerek."

Bu Zât-ı âli bu manevî vazifeyi yaptı.

Önümüzdeki müzayakalı günler için ise şu nasihatta bulundu:

"Önümüzde çok hadiseler olabilir. İhvanın ümmet-i Muhammed'e ve orduya çok dua etmesi lâzım. Önümüz çok karışık olabilir. Tedbir alın. Dua ederken 'Allah'ım ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et.' deyin. 'Allah'ım ordumuzu affet, muhafaza et, muzaffer et.' Bunu daima yad edin. Çünkü ortalık çok vahim. Bize şöyle buyurdular: 'Hadisata dikkat et, karışma, seyret, ama hiçbir işe karışma.' Yani içeri girme, dışarıdan nazar et. Bize düşen dua oldu, müdahale değil. Çünkü zamanında her şeyi yaptık. Anladım ki, vahim hadiseler olacak. Tedbirli olmamız lazım. Ümmet-i Muhammed için hep bir ağızdan dua. Çünkü vatan da çok mühimdir. Vatansız iman da muhafaza edilmiyor. Allah'ım Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et, askerimi de öyle. Bu güzel vatanımızı da bize bağışla." (26 Haziran 2005)

Binaenaleyh dış cepheyi savunan askerimiz olduğu gibi iç cepheyi savunan, ayakta tutan manevî bir ordu da var, o ordunun kumandanı var. İç cephe, manevî cephe çökerse dış cephe de çöker, vatan da gider, devlet de yıkılır. İç cephe, manevî cephe sağlam olduğu müddetçe; dış cephede kayıp olsa bile bu kayıpları telafi edebilirsiniz, tekrar üstünlük sağlayabilirsiniz. Ancak iç cephe, manevî cephe yıkılırsa dış cephe de yıkılır ve telâfisi mümkün olmaz.

Bu yüzden küffarın en büyük amacı iç cepheyi yıkmak olmuştur. Bugün de Amerika'nın önderlik ettiği küffar, iç manevî cepheyi yıkmak istiyor, Bunun için şeytanla işbirliği yapıyor, içimizdeki münafıklara, din ve vatan bölücülerine gizli-açık destek veriyor, onları kullanmaya çalışıyor. Yıllardır bunun için, iç cepheyi yıkmak için çalıştılar, halen çalışıyorlar.

Binaenaleyh içeride görünmeyen ancak en az dış cephedeki kadar büyük bir savaş var, bu savaşı yürüten manevî bir ordu var. Bu manevî ordunun manevî kumandanı var.

İşte Allah-u Teâlâ'nın bu ahir zamanda bu millete büyük bir lütfu olan Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bir beyanlarında şöyle müjde vermişlerdi:

"Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Bunun sebebi Resulullah Aleyhisselâm'ı iki defa Türk kıyafetiyle gördüm. Anladım ki Allah-u Teâlâ'nın Türkiye'ye bir nazarı, bir lütfu var. Onun hürmetine Allah-u Teâlâ bu gemiyi batırmayacak. Her ne kadar batırmak istedilerse de bu gemiyi batırmayacak, gene yüzdürecek. Denizaltı batıyor, ama dilediği zaman çıkarıyor.

Onun için biz bunlarla çok meşgul olmak zorundayız. Bir tabir var: Ordu kumandanı ordudan mesul, nefer ise bir kendinden mesul."

Bu Zât-ı âli'nin bu bölücülerle yapılan cihadın önemini beyan eden bir beyanları da şöyledir:

"Ve bunlar mânen biçilmiştir. Kelime itibariyle de susturulmuşlardır."

Nasıl ki bir kumandan atının üstünde yalın kılıç düşmanına dalıp, düşman saflarını tarumar ediyorsa, manevî sahada da böyle büyük bir cihad var.

"Hani Rabbin meleklere: "Ben sizinleyim, haydi inananlara destek verin!" diye vahyetmişti. Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım. Artık siz de vurun boyunlarının üstüne! Doğrayın parmaklarını!" (Enfâl: 12)

"Onu sizin görmediğiniz askerlerle desteklemişti." (Tevbe: 40)

Nitekim Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretlerimiz "Mesnevî" isimli eserinde Hatemü'l-evliyâ'nın hiçbir kimseden çekinmeden, korkmadan ahkâm-ı ilâhi'yi açıklayacağını, bunu yaparken ölümü dahi göze alıp tüm hakikatleri beyan edeceğini, yalnız ve yalnız Hazret-i Allah'ı düşünüp, O'nun emir ve hükümlerini ne pahasına olursa olsun âleme duyuracağını beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

"Ne mutlu o Türk'e! Yani kâmil insana ki, çekinmeden, korkmadan konuşmasına devam eder ve atını ateşle dolu hendekten sıçratıverir. Yani ölümü göze alarak çok tehlikeli bir iş olan hakikatleri söylemeyi başarır.

O, heyecanla, ilâhi aşkla atını öyle hızlı sürer, öyle şahlandırır ki, onu ötelere, göklerin üstüne çıkarmayı düşünür!

O yalnız Allah'ı düşünür. Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur. Ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da..." (Mesnevî Tercümesi, 3613-3615 beytler, trc.: Şefik Can, sh: 286)

Hakk'a sığınır, Hakk'a dayanır ve Hakk ile hüküm verir. Hiç kimsenin kınamasından çekinmez, hasedinden, fesadından, tuzağından korkmaz. Hakikatleri söyler, yayar, neşreder. O Hazret-i Allah ile yürür. O'nunla hareket eder.

"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)

Kıbrıs Harekatı'nın olduğu gün bir ihvanı küçük bir cep radyosu getirmiş, haber dinlemek için açmışlar. Zât-ı âlileri o anda işi bırakmış, sağ elini alnına koymuş, gözlerinden şapır şapır yaşlar gelmiş. Oradakiler de duygulanmışlar. O esnada bir yakını kapıdan girmiş, telâşlı telâşlı: "Hacı Efendi! Savaş başladı!" demiş. Zât-ı âlileri oradakilere şöyle buyurmuşlar:

"Hacı Celal Efendi'nin telâşını size şöyle arz edelim: Bu sene Hacc'da Kâbe-i Muazzama'ya bakıyorduk. Bir ara perde açıldı, Allah-u Teâlâ Türk-Yunan savaşı sahnesi gösterdi. Yanımızda Hacı Celal Efendi vardı, ona bu harbin olacağını ifşâ etmiştik."

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ikinci bir Türk-Yunan Savaşı'nı haber vermişler, Yunan'ın elinde yakıcı silahlar bulunduğunu, bize zarar vereceklerini, fakat Allah-u Teâlâ'nın zafer bahşedeceğini, Selânik'e kadar olan toprakların elimize geçeceğini müjdelemişlerdi. Mânevî bir işaret üzerine başladıkları su riyazeti esnasında bırakmak istediklerinde yine mânen "Eğer su içersen Selanik'i vermeyiz." buyurduklarını haber vermişlerdi.

"Farz-ı muhal ki kumandan harbeder ve harbi kazanır. Halbuki onun harbi kazanmasına vesile olan seccâdededir. Harbi o kazanmıştır, onun yüzü suyu hürmetine olmuştur. Onu kimse görmez ve bilmez, kumandanı görür. Onun da hükmü yoktur, onda tecelli edende hüküm vardır.

Akşemseddin -kuddise sırruh- Hazretleri'ne İstanbul'un mânevi fâtihi denilmesi bu sebepledir. Allah-u Teâlâ onu çok sevdiği için ona vermiştir. O da başkasına vermiştir. Ona vermeseydi onda hiç hüküm yoktu. Bu böyle oluyor. Bunu böyle bilin. Bu nokta kavranırsa çok şeyler çözülmüş olur."

Akşemseddin Hazretleri İstanbul'un manevî fatihi olduğu gibi bu Zât-ı âli de böyleydi ve hâlen böyledir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Kim Allah'ı, onun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mâide: 56)

 

Tehlikeli Bir Süreçten Geçiyoruz:

İnsanoğlunun azgınlığı, küffarın kibri, düşmanlığı dünyayı büyük bir ateşe sürüklüyor.

Görüyorsunuz her yerde bir huzursuzluk, bir karışıklık, bir ateş var.

Küffar dünyanın birçok yerinde bir ateş yakmaya çalıştığı, dünyayı büyük bir savaşa sürüklediği gibi, Türkiye'ye karşı da büyük bir kibir ve düşmanlık içinde.

"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i imran: 120)

Bu düşmanlığı sadece niyetinde kalmıyor, etrafımıza büyük bir ateş çemberi örüyor, sınırlarımıza her türlü silahı yığıyor. Ve içimizde karışıklık çıkarmak için mütemadiyen FETÖ'sünü, PKK'sını her türlü aparatını kullanıyor.

Hem küresel gelişmeler, hem etrafımızda yaşananlar, hem de içerimizde yapılmaya çalışılanlar sebebiyle çok kritik, çok tehlikeli bir süreçten geçiyoruz. Her türlü tedbirimizi almamız lâzım.

Binaenaleyh yukarıda baştan beri üzerinde durmaya çalıştığımız husus; bu iftira ve kampanyalar bütün bu tehlikeli düşmanlıkların, düşmanın bizi içeriden vurma stratejisinin bir parçası, yapılmak istenenlere dair fikir veren bir işaret fişeğidir.

Dünyada söz sahibi olan bütün küfür devletleri adeta şeytanın askeri olmuş, "Dünya ya benim olsun, ya da yansın" diyor. Her tarafı yakmaya çalışıyor. Gidişat hiç iyi değil.

Ukrayna'da yaşanan gelişmeler hızla bir dünya savaşına doğru gidiyor.

Rusya Ukrayna'da istediği başarıyı gösteremedi, çok büyük kayıplar verdi. Hatta Batı silahları ile teçhiz edilen Ukrayna ordusu karşısında hezimet yaşamaya başladı. Ancak ele geçirdiği Ukrayna topraklarını bırakmamak için gerekirse nükleer silah dahi kullanmaya kararlı olduğunu açıkladı ve seferberlik ilân etti. Cepheye 300 bin yeni asker süreceği söyleniyor. İşgal ettiği bölgelerde sözde bağımsız devletler kurup, Ukrayna'nın kendi topraklarını almak için saldırmasını savaş sebebi sayması bekleniyor. Bu durum bütün dünyada tepkiye ve büyük tedirginliğe sebep oldu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, "Rusya hükümeti referandumları destekleyecek. Toprak bütünlüğümüz tehdit edilirse Rusya mevcut tüm askeri silahları kullanacak, bu bir blöf değil." dedi.

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve eski Devlet Başkanı Medvedev "Rusya'nın gerektiğinde nükleer silahlarını kullanacağını" açıkladı.

Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic "Bir veya iki ay içinde dünya, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş bir çatışmaya girebilir. Batı'nın Rusya ve Çin ile ilişkilerinin kötüleşmesi ve çatışmanın küresel düzeye yayılması çok mümkün" diye konuştu.

Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko, "Durum çok ciddi. Tehlikeli." dedi ve ordusundaki bazı askeri birimlere savaş zamanı standartlarına göre alarma geçilmesi talimatı verdi.

Kazakistan Devlet Başkanı Tokayev, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada Kazakistan'ın geçmişte nükleer denemelerden önemli ölçüde zarar gördüğüne işaret etti ve "Nükleer güçlerin artan rekabeti ve söylemlerinden endişe duyuyoruz.. Dünya, iki kuşak sonra ilk kez nükleer silah kullanma ihtimaliyle karşı karşıya." diye konuştu.

Rusya ile Amerika'nın öncülüğündeki Batı arasındaki gerilim gittikçe büyüyor. Rusya gazı kestiği için Avrupa kara kara kışı nasıl geçireceğini düşünüyor, enerji maliyetleri arttığı için Avrupa'da fabrikalar birbiri ardına kapanıyor.

Rusya ise her şeyi göze almış görünüyor.

Rus askeri doktirininde Rusya'nın tehdit altında olması durumunda nükleer silah kullanılacağı yazıyor. Ve Rusya Ukrayna'daki işgaline karşı hareketleri Rusya'ya karşı bir tehdit olarak görüyor. Bu durum nükleer silah kullanma ihtimalini çok artırmış durumda.

Rusya'nın akıl hocalarından Aleksandr Dugin Ukrayna savaşı hakkında: "Bu askeri operasyon bizim için varlık yokluk meselesi. Ya var olacağız ya da yok olacağız. Şu anda her şey sallantıda duruyor. Yenilgi ihtimalini düşünmüyoruz. Çünkü bu olamaz. Olursa Putin, Rusya ve bildiğim kadarıyla dünya da olmayacak." diye konuşuyor. Açıkça üzerimize gelirseniz dünyayı yakarız demeye getiriyor.

Putin de Batı'nın Sovyetleri parçaladığını, şimdi de Rusya'yı parçalamak istediğini söylüyor ve "Vatanı koruma zamanı geldi" diyor.

ABD başkanı Biden ise "Rusya'nın kimyasal ya da taktik nükleer silah kullanması durumunda hiç olmadığı kadar parya olacağını" söyledi.

ABD Dışişleri Bakanı BM Güvenlik Konseyi'nin her üyesini Rusya'ya karşı Ukrayna'daki savaşta nükleer tehditlerini durdurması gerektiği konusunda açık bir mesaj göndermeye çağırdı.

İngiltere, Almanya hepsi bir şey söylüyor, kimse geri adım atmaya niyetli değil.

Sadece Ukrayna değil, dünyanın birçok yerinde kazan kaynıyor.

Zor durumdaki dünya ekonomisi pandemi ile iyice çıkmaza girmişken yaşanan Ukrayna Savaşı dünya ekonomisinin dibine baltayı vurdu. Yaşanması muhtemel daha büyük savaşların çok daha büyük sıkıntılar doğuracağını tahmin etmek zor değil.

Kendileri zarar görse de Rusya'nın petrolüne ve gazına bir darbe vurdular, daha büyük savaşlarla öldürücü darbeyi vurmanın peşindeler. İran, Arap ülkeleri aynı sebeple hedefte. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Irak, İran, Arabistan ve Mısır'ın Amerikan işgal ve saldırısına uğrayacağını haber vermişlerdi. Yaşanan süreçte bu tehdit ve tehlike iyice ayyuka çıkıyor. Doğu Akdeniz'den Türkiye'yi çıkartabilirse bu büyük planın sonunda bütün enerji bölgelerine kendisi konmuş olacak.

Yunan'ı, Ermeni'yi, PKK'yı silahlandırıyor, Güney Kıbrıs'a silah ambargosunu kaldırdı, etrafımızı üsleriyle çevrelemeye çalışıyor.

Binaenaleyh çok tehlikeli, çok büyük harplere gebe bir süreç artık başladı. Hatem-i veli'nin ahirete irtihal etmesinden sonra, "Arap Baharı" ismi verilen tertiple beraber gün gün artan ateş bugüne geldi, bundan sonrası ne olur Allah bilir.

Dünyayı ateşe atmaya çalışanlar, ellerinden gelse Rusya'yı ateşe düşürdükleri gibi, Çin'i de, Türkiye'yi de bütün dünyayı da ateşe düşürecekler. Ancak bu ateşin büyük bir dünya savaşına doğru gittiğini görmüyorlar, ya da görüyorlar fakat bile bile bu ateşi yakıyorlar. Çin kendisini sona saklıyor. Rusya tuzağa düştü, saldıran ülke oldu. Hemen tepesine bindiler. Türkiye'yi de Yunan'a karşı tuzağa düşürmek, saldırgan ülke durumuna düşürmek istiyorlar. Yunan bunu bilerek sürekli kaşıyor, Türkiye'yi tahrik ediyor. Bu yüzden hazırlıklı ve teyakkuzda olmamız ancak bu tuzağa da düşmememiz gerekiyor.

Türkiye'nin maruz kaldığı düşmanlık ve etrafında yükselen çatışma sinyalleri iyice artmış durumda. Terör saldırıları olsun buna mümasil türlü yöntem ve şekillerle küffar öteden beri bizi rahatsız etmek, mümkün olursa parçalamak istemiştir.

Ancak son yıllarda gerek açıktan gerek sinsi olarak yapılan saldırılar çok arttı. İş öyle bir boyuta vardı ki, Amerikan askeri sınırımızın dibinde terör örgütü PKK ile ortak askerî tatbikat yaptı. Bundan daha büyük bir düşmanlık, bundan daha alenî bir çirkeflik olabilir mi?

Yunan öteden beri düşmandı, son zamanlarda Amerika'nın pohpohlaması ile, verdiği silahlar ile iyice gemi azıya aldı. Uçaklarıyla S300 gibi hava savunma sistemleriyle bizim uçaklarımıza radar kilidi atmak suretiyle, uluslararası sulardaki Türk bayraklı ticaret gemilerine ateş açarak aleni harp sebebi olacak işler yapmaya devam ediyor.

Ermenistan boyunun ölçüsünü aldı, oturdu ancak rahat durmuyor, Azerbaycan'a yeniden saldırdı, ortalığı karıştırdı, elinden gelse yeniden işgal yapacak. Mütemadiyen Azerbaycan'a karşı bir saldırı, bir terör peydahlıyor.

Azerbaycan Ermeni saldırılarını hemen tepeliyor ancak hemen oradan İran çıkıyor ve Ermenistan'ı müdafaa eden açıklamalar yapıyor.

İran Genel Kurmay Başkanı Azerbaycan Ermenistan sınırı değişirse İran'ın müdahale edeceğini açıkladı.

Ancak İran'da da halk huzursuz, gösterilerde insanlar öldü. Bakalım sonu nereye varacak?

Türkiye'nin gün geçtikçe güçlenmesi; sınır ötesinde, hatta deniz aşırı harekât yapabilecek imkâna erişmesi; kendi silahını yapabiliyor olması; bağımsız hareket etmeye çalışması; bütün bunlar küffarın korkusunu ve kinini artırıyor. Zaten tarihten gelen bir kin ve düşmanlıkları var, korkuları var. Bu yüzden hiçbir rasyonel akla gelemiyorlar, Amerika Yunan'ın adeta büyük bir kopyası gibi hareket ediyor. Sınırımıza askerî üsler kuruyor. Öteden beri bir deprem, bir kargaşa, bir ihtilâl durumunda Amerikan askerlerinin Türkiye'ye gireceği, Dedeağaç gibi üslerin bu maksatla tahkim edildiğine dair haberler çıkıyor.

Küffar her türlü niyetini kurmuş. Allah'ım bunlara fırsat vermesin.

Bunlar dünyada ve çevremizde cereyan eden dış tehditler.

Ancak küffar bunlarla yetinmiyor, bizi dıştan yıkmanın zor olduğunu biliyor ve içten yıkmak için büyük gayret içinde. Her türlü karışıklığı, her türlü iç aparatı kullanmaya çalışıyor.

Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ bizi şöyle ikaz ve emir buyuruyor:

"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)

Önümüzdeki aylar olsun, sonrasındaki yaklaşık 10-15 yıllık süreç olsun çok büyük hadiselere gebe.

Bu tehlikeli devirleri aşabilmemiz için Allah ve Resul'ünde birleşmemiz, vatanımızda birliğimizi, beraberliğimizi muhafaza etmemiz, din ve vatan için gerekirse canımızı feda etmemiz lâzım. FETÖ ve benzeri din ve vatan bölücülerine asla taviz vermememiz lâzım. Yoksa 15 Temmuz'da olduğu gibi büyük zararlar görebiliriz. Önümüzde çok büyük hadiseler var. Çok dikkatli olmamız lâzım.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." (Enfâl: 46)

Allah-u Teâlâ "Birbirinizle çekişmeyin, yoksa kuvvetiniz elden gider." buyuruyor. Ve fakat PKK gibi FETÖ gibi en büyük düşmanlarımız hakkında bile birbirimizle çekişiyoruz, savunma sanayii gibi en temel millî bir mevzuyu bile kısır siyasî çekişmelere alet etmeye çalışıyoruz. Hiç iyi bir vaziyette değiliz.

İşte küffar buralardan bize vurmaya çalışıyor. İçimizde fitne çıkartmaya çalışıyor.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever." buyuruyor. (Saff: 4)

Bu zaman diliminde Muhterem Ömer Öngüt'ün mücadelesi, din ve vatan bölücülerini ifşa eden beyanları her zamankinden daha büyük önem arzetmektedir.

Yine bu Zât-ı âli'nin gitmesi ile büyük depremler, seller, kuraklıklar, yangınlar, afatlar, salgın hastalıklar, karışıklıklar, ekonomik buhranlar, gıda sıkıntıları, savaşlar zuhur etti, etmeye devam ediyor. Çünkü "Bizden sonra her şeyi bekleyin." buyurmuşlardı. Hepsi çıkıyor.

 

Küffar Niçin Bu Milleti Yıkmak İstiyor:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 217)

Küffarın Türkiye'ye karşı birlik olmasının ve Türkiye'yi yıkmak için büyük bir gayret göstermesinin sebebi şudur:

Bu necip millet tarih boyu İslâm'ın en güzel numunesi, medeniyetin, adaletin, ahlâkın, hakkın temsilcisi, mazlumların hamisi olmuş; İslâm'ı yıkmak, mazlumları öldürmek, kan ve vahşetle dünyaya hakim olmak isteyen küffarla öyle bir cihad etmiştir ki; küffar yediği tokatların acısını hâlâ unutabilmiş değildir.

Bize karşı besledikleri Haçlı kini, Türklere olan düşmanlıkları buradan gelmekte ve Osmanlı'nın intikamını almak niyetleri bugün de devam etmektedir. Türkiye'nin kuvvet bulmasını kesinlikle istemezler. Ellerinden gelse yıkıp parçalamak isterler.

Tarih boyunca birçok millet dünya saltanatı için, insanların elindeki zenginlikleri gaspetmek için gayret etmiş, büyük savaşlar vermiş, kimisi de büyük devletler kurmuştur. Oysa bizim atalarımız tâbi oldukları yüce değerler uğrunda, din ve vatan için mücadele etmişler, kanlarını Allah yolunda sebil etmişlerdir.

Bu sebeple bu necip millet tarih boyu devam eden iman-küfür mücadelesinin mücessem bir temsilcisi olmuştur. Atalarımız savaşlarına "Gaza" demişler, padişahları sultanlık yerine "Gazi" ünvanını kullanmışlar ve bununla iftihar etmişlerdir. Hak ve adalet için vuruşmuşlar, savaş hukukuna riayeti, masumlara zarar vermemeyi en büyük düstur edinmişlerdir.

Ne güzel bir miras, ne büyük bir gaye, ne ulvî bir mücadele.

İşte bütün kabahatimize, bütün eksiklerimize rağmen bu millet, bu necip milletin necip olanları hâlâ atalarından gelen bu mirası taşımaya devam ediyor. Gazalarında hak ve hukuka riayet ediyor, mazlumlara yardım niyetini daima önde tutuyor, haksız bir cana kastetmektense şehit olmayı göze alıyor.

Allah yolunda, Allah için yapılan mücadelede Allah-u Teâlâ'nın desteği, evliyaullahın tasarrufu, şehitlerin yardımı ile öyle büyük bir manevî kuvvet ortaya çıkıyor ki, küffar elindeki o kadar silahlara rağmen bizden çekiniyor, en az birkaç devlet bir araya gelmeden saldırmaya cesaret edemiyor. Tarih boyu Haçlı Seferi adı altında bir araya gelip saldırmaları bundandır.

Diğer yandan dikkat ederseniz ordumuz daima hakka ve hukuka dayanarak hareket ettiği hâlde, sınır dışına her adım attığımızda, en haklı bir terörle mücadelemizde bile bütün küffarın ve İslâm görünen münafıkların karşımıza dikildiğine şahit oluyoruz. Birkaç ülke ve bize gönülden destek veren İslâm halkları dışında bütün dünya karşımıza dikiliyor.

Bunun sebebi insanlık tarihi boyunca devam eden iman-küfür mücadelesidir. Bu necip millet imanın, İslâm'ın, hak ve adaletin temsilcisi olduğu için niyeti bozuk olan küffarın, münafıkların, bize düşman kesilmesi, bizim bir gram iyiliğimizi istememeleri bu yüzdendir.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Birbirine hasım iki zümre!" (Hacc: 19)

"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)

Dikkat ederseniz Suriye'deki teröre son vermeye kalktığımızda sadece Amerika'sı, Yunan'ı, Ermeni'si, Avrupa'sı, Rusya'sı değil, İran'ı, Esed'i, bazı Arap ülkeleri hepsi karşımıza geçiyor.

Hadi küffar icraatını yapıyor, peki müslümanım diyen ülkeler neyin peşinde?

Osmanlı zamanında da saltanat davası uğrunda küffarla işbirliği yapıp bu millete silah çeken, düşmanlık yapan İslâm hükümdarları olmuştu, bugün de oluyor.

Binaenaleyh bu milleti yıktığı zaman, İslâm'ı yıkacağını, İslâm dünyasındaki bütün ülkelerin ve orduların -birçoğu pek farkında olmasa da- Türkiye'nin varlığından kuvvet aldığını gören ve hesap eden küffar; bu devleti yıkmak için büyük bir kin ve niyet besliyor. Çünkü gayesinin önündeki en büyük kalenin bu devlet olduğunu görüyor.

 

Küffar Bu Memleketi Dıştan Yıkamadığı İçin,

İçten Yıkmaya Çalışıyor:

Dıştan yıkmak için çok çalıştılar, çalışıyorlar. Ancak dışarıdan vurdukları her darbe beklediklerinin tam tersi bir netice veriyor; mütemadiyen bize zafer üstüne zafer hediye etmiş oluyorlar ve ordumuzun harbe hazırlık seviyesi, milletimizin cihad azmi artıyor.

Bu yüzden içten yıkmaya çalışıyorlar. Bunun için 300 yıldır çalışıyorlar. Birçok mevzi kazandılar ancak tamamen yıkamadılar. Allah-u Teâlâ'nın lütfu ile bu millet hâlâ ayakta, hâlâ küffarla cihad ediyor.

Bu niyetlerini hiçbir zaman değiştirmediler, ancak son zamanlarda düşmanlıkları ve faaliyetleri iyice arttı.

"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)

Bu yüzden dış düşmanlara elbette hazırlıklı olmamız lâzım ve fakat esas iç düşmanlara karşı uyanık ve teyakkuzda olmamız gerekiyor. Çünkü dıştan vurarak yıkamadılar ancak içeriden yıkarlarsa, bir Suriye, bir Irak, bir Yemen, bir Libya olursak halimiz ne olur?

İçeriden yıkmak için çok uğraştılar. Öteden beri uğraşıyorlar.

FETÖ'yü kullandılar, onunla küfrü ve kâfiri hoş gösterdiler. Müslümanların hem imanını, hem parasını aldılar. Nihayet vakti gelince de en büyük darbeyi indirmek istediler.

Onun için en büyük tehlikeyi FETÖ'den atlattık. Küffar bunu görüyor ve benzer tehditler kurmak için sinsi sinsi çalışıyor. Kriptoları ile, nüfuz casusları ile türlü dolaplar çeviriyor. FETÖ'yü yeniden canlandırmaya, FETÖ'nün sızdığı grupları kullanmaya çalışıyor.

Küffar FETÖ'yü kullanarak bu memleketi ele geçirmeye, karıştırmaya çalıştı, 2016 yılında FETÖ darbesi ile devleti teslim almak istedi. Fakat Allah-u Teâlâ müsaade etmedi.

Peki vazgeçti mi? Hayır!

Su uyur, düşman uyumaz.

Şundan hiç şüphe olmasın ki; kâfirler ne FETÖ artıklarını, ne de diğer din ve vatan bölücülerini kullanmaktan vazgeçmiş değildir ve her an bu hainleri nasıl kullanırım, nasıl bu vatanı karıştırırım diye planlar yapmaktadır.

Binaenaleyh küffarın saldırısı ve fitnesi bitmiş değildir. FETÖ'sü ile, bütün din ve vatan bölücüleri ile, PKK'sı ile, misyonerleri ile, masonları ile, nüfuz ajanları ile, ismi yerli aslı yabancı sermaye odakları ile, zihnini ve gönlünü küffara teslim etmiş güruhları ile bütün orduları ile saldırıyor.

Ve şimdi de birileri yine harekete geçti. Yeni bir plân, yeni bir oyun var.

Bu saldırıların devamının gelme ihtimali var. Türkiye'yi karıştırmaya matuf faaliyetlerin çoğalma ihtimali var. Bunlara karşı devletimizin ve milletimizin hazırlıklı olmasında büyük fayda var. Memleketi ve milleti birbirine düşürmek için bu ve buna mümasil her türlü karışıklığı çıkartma ihtimalleri var.

Daha evvel bu tezgâhı görmüştük. Aynı plân aynı kumpas yine kuruluyor ve oynanıyor. Devletimiz, milletimiz uyanık olsun.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardı:

"Bugün Türkiye'nin etrafında ateş çemberi vardır. ABD müttefik göründüğü günlerde dahi dâima düşmanca niyetler ve gayeler taşımıştır."

"AB de benzer maksatlarla maddî-manevî değerlerimizi elimizden almak istiyor. Zira bunların tarihten gelen Haçlı zihniyeti hiç sönmemiştir. Tepki çekmemek için öz niyetlerini gizlerler. 1000 yıldır İslâm'ın bayraktarlığını yapan Türk milletini sevmezler. Mümkünse soyunu kurutmak ya da Anadolu'dan kovmak isterler. Mümkün değilse cihad ruhunu ve savaşçı hasletini köreltmek için çalışırlar. Zira hâlâ "Türk"ten korkarlar. Korkarlar çünkü bunların zihninde ve siyasetinde harp, katliam önemli bir mevki işgal eder. Bu zihniyetin önünde yüzlerce yıl bir dağ gibi duran, küfür saldırılarını göğsünde parçalayan bu millet bu zihniyetin ve sömürgeci akbabaların önündeki en büyük engeldir.

Bu sebeple bu milletin din ve vatan duygularını yok etmek, halkımızı dinden uzaklaştırmak ve birbirine düşürmek istiyorlar." (İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden Hâinlerin İçyüzü, s.596-597)

Hazret-i Allah bu haçlı küffara karşı bizi muhafaza ve muzaffer etsin. Âmin!

 

Din ve Vatan Bölücülerinin Bu Devleti Yıkmak İçin

Küffarla İşbirliği Yapması:

Suriye, Irak, Yemen, Libya gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler olsun, 15 Temmuz'da atlattığımız büyük badire olsun, bütün bu hadiseler "Devlet"in önemini ve ne demek olduğunu herkese gösterdi.

Bütün bölücüler dini ve vatanı parçalamaya, devleti yıkmaya çalıştıkları halde Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardı:

"Bizim bütün gayemiz iman kurtarmaktır.

Vatanımı, bayrağımı çok ama çok seviyorum. Dinime ve vatanıma düşmanlık edenlerin de karşısındayım. Hem dinimizi, hem de vatanımızı muhafaza ve müdafaa için bu cihadı yapıyoruz.

Devletin ittifaktan, devletsizliğin nifaktan olduğunu belirtiyoruz. Zira devletsiz olunca dinini yaşayamıyorsun.

Dinimizde, devletimizde bir ve beraber olalım. Her tarafımızı düşman kaplamış, ittifaksızlık sebebiyle devleti kaybedersek, küffârın idaresinin altına girersek durum ne olur? Allah'ımız muhafaza buyursun."

Bu Zât-ı âli özetle; "Din" dedi, "İslâm" dedi, "İman" dedi, "Vatan" dedi. "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." dedi.

"Ben size imanı, Allah'a ve Resul'üne bağlılığı, bu güzel vatanımızda da birlik ve beraberliği korumayı tavsiye ediyorum." buyurmuşlardı.

Bu yüzden "Keşke Yunan kazansaydı" diyenler bu Zât-ı âli'ye düşmanlık yaptı, iftira attı.

Ve bugün gerek Türkiye'de gerek İslâm dünyasında yaşananlar, din ve iman için, küffar ordularına karşı koyabilmek için; bir taraftan devletin, bayrağın, Allah ve Resul'ünde birlik ve beraberlik içinde bulunmanın ne kadar önemli olduğunu; diğer taraftan iç düşmanların küffardan daha tehlikeli olduğunu ve küffarın veremediği zararı müslümanlara verdiğini bizlere ayan beyan gösteriyor.

İşte Muhterem Ömer Öngüt'ün bu iç düşmanlarla, bu din ve vatan bölücüleri ile yaptığı mücadele bunun içindir. Müslümanları uyandırmak, küffara karşı dinimizi ve vatanımızı korumak içindir.

Bu mücadele yapılmamış olsaydı, bu bölücülerin hiçbir çekincesi olmayacaktı ve memleketi baştan sona bunlar istila etmiş olacaktı.

Bütün din ve vatan bölücülerinin bu devleti yıkmayı dini bir vazife imiş gibi kabul ettikleri devirlerde bu fitnelerle tek başına mücadele etti.

2004 yılında kendisine kumpas kurma niyeti ile gelen ancak ziyaret için geldik diyerek yalan söyleyen iki muhabire yaptığı nasihatin bir yerinde şöyle söylemişlerdi:

"Daha doğrusu iki gayemiz var bizim; iman ve vatan. Anlatabildik mi? Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. O bayrak var ya, siz bayrağın şerefini bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Anladınız mı? Bayrağın şerefini bilmezsiniz. Amma yabancı bir bayrak altında büyüseydiniz o zaman bayrağınızın kıymetini bilirdiniz. Ben bunu çok iyi bildiğim için..." ("İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli", s. 347-348)

Bu zât böyle söylerken din ve vatan bölücüleri ise İslâm sembolü ile müzeyyen bu güzelim bayrağımıza bile küffar bayrağı muamelesi yapıyorlar, taraftarları askere gitmekten kaçınıyorlar, bu vatan için şehit olanlara şehit nazarı ile bakmıyorlardı. Hâlâ böyleler.

Oysa Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri askere gidenleri "Orası peygamber ocağıdır." diyerek gönderiyordu.

Bir defasında askere gidecek olan bir kimseye şöyle söylemişti:

"Allah'ım manevî ve maddi askerlerden yapsın. Manevî asker; dini, imanı ve vatanı korumak için azmeden kimseye derler. Maddi askerlik vatanı korumak için yapılandır. Onun için Allah'ım dini, imanı ve vatanı koruyanlardan etsin."

Bir beyanları da şöyleydi:

"Askerlik bir peygamber ocağı ve hakikaten çok hassas bir yer. Derler ki: 'Askerlikte suyu getiren de testiyi kıran da birdir.' Asla! Orası o kadar incedir ki... Çünkü emanetullah var, milletin parası var. Onun için baktım askerlik çok inceymiş, çok inceymiş. Allah-u Teâlâ'nın ayrı bir güç verdiğini, ayrı bir âlemin olduğunu gördüm. Çünkü evden ayrılıp Hakk'a teslim oluyorsun. Oradaki bu vatan vazifesi insana çok şeyler duyuruyor."

Eğer ortalık bu bölücülere kalsaydı, canını Allah için vatan için feda eden Mehmetçiğin arasında bu fitne yayılmış olsaydı bugün, harplerin çoğaldığı bu zamanda hâlimiz nasıl olurdu?

Bunlardan, bu bölücülerden bazıları bugünlerde bayrağa, devlete sahip çıkıyormuş gibi hareket ediyorlar, ancak buna kananlar büyük hata eder. Zira nasıl ki FETÖ küffarın ajanı olmuşsa, küffarla işbirliği yapıp bu devleti ele geçirmeye, yıkmaya çalışmışsa ve hâlen bunun için çalışıyorsa bütün din ve vatan bölücülerinin fıtratı da budur. Zira bunların gayesi kendi kurmuş oldukları dini, düzeni, kendi menfaatlerini gözetmektir. Gayeleri menfaat olduğu için küffar, şeytan bunları rahat ele alıyor, kendi safında rahat kullanıyor.

"Kim Rahman olan Allah'ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır.

Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda bulunduklarını, hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler." (Zuhruf: 36-37)

Bunların kendilerinin doğru yolda bulunduklarını zannetmesinin bir hükmü yoktur. Bunların arkadaşı şeytandır, küffardır.

Bunların biz "Allah diyoruz" demelerinin de hükmü yoktur. Çünkü bunların gayesi Allah değil, kendi kurmuş oldukları dindir, menfaattir.

İşte Âyet-i kerime'ler:

"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde benden korkun.

Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller." (Mü'minun: 52-56)

Binaenaleyh her bir bölücü hâindir, fırsatını buldukları an ihanet edeceklerdir. Çünkü ihanet bunların sıfatı olmuştur. İslâm dini'ne ihanet ettiler, vatana mı ihanet etmeyecekler?

"Hâinlerden taraf olma!" (Nisâ: 105)

İslâm dini'nde yapılan bölücülüklerin İslâm'a ve müslümanlara ne kadar büyük zarar verdiğini son yıllarda ayan beyan müşahede ediyoruz. Tarih boyu gerek şeytanın iğvası ile olsun, gerek İslâm'ı yıkmak isteyen küffarın desteği ile olsun birçok fitneler ortaya çıktı. Bunlardan bazıları İslâm'a vurduğu darbenin yanında İslâm devletlerine de büyük zararlar verdi. İslâm'ın ilk yıllarında başlayan Haricilik fitnesi olsun, şiilik fitnesi olsun, Vehhâbî fitnesi olsun bu gibi fitneler İslâm devletlerinin dolayısı ile halkın büyük zarar görmesine, imanların tarumar edilmesine sebep oldu.

Bugün de bütün İslâm dünyasında bu gibi fitneler iyice ayyuka çıktı. Birçok İslâm ülkesi bu fitneler yüzünden ya zarar gördü, ya küffar işgaline uğradı, ya da iç harbe sürüklendi.

DEAŞ olsun, FETÖ olsun, PKK olsun, DHKPC olsun her ne kadar ideolojik olarak birbirleriyle alakasız görünseler de arka planda küffarın maşası oldukları için İslâm'ı ve müslümanları ve özellikle Türkiye'yi yıkmak için bir ve beraber hareket ediyorlar. Haşd-i şabi gibi şii örgütler olsun, Vehhâbîsi olsun, el-Kaidesi olsun, kendisine Selefî diyenlerin içindeki bazı gruplar olsun diğer fitne grupları hepsi el birlik bu ülkeyi yıkmaya çalışıyor.

Şimdilik FETÖ gibi isimleri ön plana çıkmamış olsa da Muhterem Ömer Öngüt'ün haklarında kitap çıkarttığı sahte müslümanlar, sahte mutasavvıflar, din ve vatan bölücüsü gruplar ve diğer örgütler de küçük çıkarları için, dünyevî saltanat arzuları için, FETÖ'den gördükleri küfür taktiklerine heves ediyor ve küffarla işbirliği yapmaktan, onlardan menfaat devşirmekten, halkı yolmak için türlü sapkınlıklar icat etmekten çekinmiyorlar. Bugünden sonra bunlardan da bir zarar gelme tehlikesi var. Dikkatli olmamız lâzım.

Aklı vicdanı olan herkesin dediği gibi Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri FETÖ'yü bilmiş, tehlikesini otuz yıldır haber vermişti, diğer bölücüleri de kitaplarıyla, dergileriyle bildirmişti.

Onları iyi tanımamız lâzım. FETÖ ve bütün bölücüleri.

Böyle zamanlarda ve ortamlarda, neşv-ü nemâ buluyorlar. Müzayakalı, kargaşalı vakitleri, konjonktürü kolluyorlar.

Devletimiz, halkımız uyanık bulunsun.

Ey müslümanlar! Uyanık bulunun.

 

Bu Aziz Vatanı Parçalamak, Devleti Yıkmak İsteyenler;

Manevî Direğine, Muhterem Ömer Öngüt'e Saldırıyorlar:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ömrünü iman kurtarma cihadına adamış bir Zât-ı âli idi. Allah-u Teâlâ'nın vazifedar kılması ile din ve vatan bölücüleri ile mücadele etti. Bir taraftan ıslah ile uğraştı, diğer yandan bu yıkıcılarla mücadele etti.

Bu bölücülerin hepsi devleti yıkmak sanki bir vazife imiş gibi yıkıcılığa giriştikleri bir zamanda bu Zât-ı âli iman dedi, vatan dedi, bayrak dedi. Cemalettin Kaplan Almanya'da tahta tüfeklerle halifeliğini ilân ettiğinde "Türk bayrağına paraçvra diyen bir kimse nasıl müslüman olabilir?" demişti. Buna mümasil bu bölücüler Türkiye'yi sanki müslüman devleti değilmiş gibi yıkmak için çalışırken bir yandan da küffarın kucağına sığınıp, küffardan her türlü desteği almaktan çekinmediler. Bunların müslümanlığı ve imanı küffarın menfaatini celbedip parasını alıncaya kadardır. Buna mümasil bu gibilerin hepsinin durumu böyledir.

İşte bu Zât-ı âli bu bölücülerle mücadele etmemiş olsaydı, meydan bunlara kalacaktı, halk bunları müslüman zannedecekti ve her birisi bir bölücünün peşinden gidecekti, böylece halk bölüm bölüm bölündükten sonra devleti yıkmak, vatanı parçalamak da çok kolay olacaktı.

Bunda muvaffak olamadılar ancak çok da zarar verdiler. FETÖ'nün verdiği zarar gibi diğerlerinin de zarar verme tehlikesi var, FETÖ artıklarının tekrar ortalığı karıştırmak için bunlarla işbiriği yapma tehlikesi var.

Binaenaleyh bunlar Muhterem Ömer Öngüt'ün beyanları sebebiyle ortada rahat hareket edemiyorlar. Birçok insanı kendi taraflarına çekmiş olsalar da halk bunlara temkinli yaklaşıyor. Amaçlarına istedikleri gibi vasıl olamıyorlar. Bunları kullanan küffar da bu durumun farkında.

İşte bu yüzden önce bu direği yıkmaya çalışıyorlar. Ki istedikleri gibi at koşturup rahat hareket edebilsinler, rahat bölüp parçalayabilsinler ve küffara rahat zemin hazırlayabilsinler.

Allah-u Teâlâ onlar hakkında:

"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir." buyuruyor. (En'am: 159)

Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt'e yapılan bir saldırıyı münferit bir saldırı olarak görmek hata olur. Bunun önünü arkasını ve küffarın niyetini görmek, bilmek gerekir.

Zira bir beyanlarında şöyle buyurmuşlardı:

"Biz vatan üzerinde çok duruyoruz. Çünkü vatan olmayınca din de olmuyor."

Yine "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." beyanlarının dergimizin logosuna adeta bir bayrak gibi konulmasını emir buyurmaları dine ve vatana olan büyük sevgilerine, din ve vatanın muhafazasına ne kadar önem verdiklerine en büyük delilidir.

İşte küffar bu Zât-ı âli'yi karalamak ve bu direği yıkmak için murdar, asaletsiz, kim olduğu belli olmayan kişileri maşa olarak kullanıyor. Küfrünü, iftirasını, kampanyasını bunların eliyle yürütüyor.

Allah-u Teâlâ bunlara karşı sert davranmayı emir buyuruyor:

"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" (Tevbe: 73)

FETÖ ile mücadelede olsun, küffarla mücadele olsun bu emr-i ilâhî'nin gereğini yerine getirmekte büyük faydalar vardır.

"Allah: "Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!" diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücâdele: 21)

 

Bu Zât-ı Âli'nin Cihadı Nedir?

Bu Cihadın Önemi Nedir?

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Ümmetimden birtakım zümreler türeyecektir. Onlar Kur'an'ı öyle okurlar ki; sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçlarının yanında bir hiç kalır. Kur'an'ı okurlar, onu lehlerine zannederler, halbuki o aleyhlerine olacaktır. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez.

Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan hemen çıkacaklar. Onlarla harp eden ordunun askerleri Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-inin dilinden kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi." (Müslim: 1066)

Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri ihvanına yaptıkları cihadın bu cihad olduğunu beyan etmişler ve şöyle buyurmuşlardı:

"Bu cihadın hikmetini bilseniz!

Seyyid-i Kâinat, Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur ki:

"Kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi." (Müslim: 1066)

Farz-ı muhal Narcıları ele alalım, diğer bölücüler de böyle.

Onlar dinden imandan çıkalı çok oldu, fakat müslüman gibi görünüyorlar, münafıktırlar. En büyük tehlikeyi onlar doğuruyor, hıristiyandan daha fazla zarar veriyorlar. Hıristiyanı görüyorsun, 'Bu hıristiyandır', tedbirini alıyorsun. Bunu müslüman zannettiği için yanındaki tedbirini alamıyor.

Fakat Hakk Celle ve Âla Hazretleri bu Siyah Bayraklılar'ı seçmiş dini koruması için vazifedar yapmış ve onların içyüzünü onlara bildirmiş." (4 Şubat 2006)

"Kâfiri kâfir olarak biliyorsun, tanıyorsun, mücadeleni yapıyorsun, tedbirini alıyorsun.

Fakat bunlar öyle bir sinsi kâfir ki; müslüman gibi görünüyor, ibadet taatini de yapıyor, ama içten içe küfre hizmet ettiği gibi, müslümanları küfre kaydırmaya çalışıyor.

Hazret-i Allah'ın izniyle bunu Resulullah Aleyhisselâm gördü, bildi ve söyledi.

Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:

"Böylece biz İbrahim'e yakîn sahiplerinden olması için, göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk." (En'am: 75)

İmanı ona göre kâmil olurdu, bile bile yapardı.

Sanmayın ki bu işler körü körüne oluyor. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri icap ettiği zaman bize esrarı gösterir. Biz görürüz, bakarız, baka baka hareket ederiz.

Bu kâfirlere biz kâfir dediğimiz zaman ihvan bile yüzümüze baktı. 'Yahu İslâm'ın ön safındakileri nasıl kâfir dersin!' diye.

Fakat sonra gün geçtikçe 'Ha öyleymiş.' Ama geçti. İman ilk andadır, itikat ilk andadır.

Binaenaleyh bu sinsi kâfirleri bize bildirdi, bunlarla mücadele ediyoruz. 'Bunlar kâfirdir!' diyoruz.

Şunu çok iyi bilin ki Hakk Celle ve Âla Hazretleri bu bayraklılara dini koruma vazifesi vermiştir.

Binaenaleyh siz ahir-son zamanda dinin koruyucularısınız. Bu o kadar mühim bir şey ki; bunun tarifi mümkün değil. Bunu yalnız ahirete intikal edince, 'Ha anlatmak istediği şey buymuş. Ama bunu anlamak ne mümkün!' dersiniz.

Fakat bize bugün düşen; Hazret-i Allah'a yönelmek, sığınmak, O'nun rızasını tahsil için bütün varlığımızla mücadele etmek. Bir taraftan iç kâfirlerle diğer taraftan dış kâfirlerle.

Dikkat ederseniz gayet açık ve bariz mevzuat içindeyiz.

İnciller her yere dağılıyordu, kiliseler açılıyordu, küfür alabildiğine yürüyordu. Durdu.

Büyük lütuf değil mi? Hatta bir kardeş der ki;

"Emniyetten dediler ki 'Sizi Amerika'ya kadar şikayet ettiler, bu bizi çalıştırmıyor.' diye. Elhamdülillah.

Binaenaleyh işte bu korumak için; dini korumak. Binaenaleyh yalnız şunu deyin:

'Allah'ım! Zâtına beğendiğin gibi bir kul yap bizi, Habib'ine ümmet, rıza yolunda cihad.'

Eğer bunu bize bahşedip, bizden bunu almazsa O'nun kulu oluruz. O'nun yolunda, O'nun hizmetkârı oluruz. Bu da lütufların en büyüğüdür." (5 Şubat 2006)

Almanya'da bu cihadı yapan bir kardeşimize oradaki bir Alman polis hakkınızda Türkiye'ye "Böyle bir faaliyet var. Ne dersiniz" diye sorduklarını, kendilerine "Onlar özden geliyor, hiç kimseden para toplamazlar, hiç kimseden korkmazlar." diye cevap geldiğini söyledi.

Yine Almanya'da bir gazetede ileri gelen bir Alman "Bu adam dünyaya meydan okuyor, yok mu cevap veren" diye yazmıştı, bu haber kendilerine arzedildiğinde şöyle buyurmuşlardı:

"Kabul etmişler yani. Dünyaya meydan okunduğunu hıristiyanlar kabul etmişler. Ama hiç kimse cevap veremiyor. Bunun için bu onları şaşırttı. Ama onlar burayı istilaya kalktılar. Biz de onları arkadan vurmuş olduk. Onun için broşürü dağıtabildiğiniz kadar dağıtın. Belki onlardan da hidayete eren olur. Buradaki kayma teşebbüsünde olanlar da tutunmuş olur. Onun için bu broşür çok lüzumluydu. Buna müsebbib de onlar oldu. Çünkü İncil'i her yere dağıtıyorlardı. En ücra köşelere götürüyorlardı. Sonra kardeşler bunların peşine takıldı. Gittikleri yerde dağıttılar ve söndüler. İncil dağıtmıyorlar. Bu büyük lütuf değil midir?" (2004)

FETÖ'nün öncülüğünde Hatay'da "Medeniyetler Buluşması" adı altında yahudi ve hıristiyanlarla beraber düzenlenen "Küfrü hoşgörü" toplantısına bu küfrü söndürmek için giden kardeşlere şöyle söylemişti:

"Allah'ım ayırmasın. Hep oradaydım, manen oradaydım. Çünkü büyük desteğe ihtiyaç vardı. Bu desteği ben Cenâb-ı Hakk'tan diliyordum. Çünkü orada tam bir iman-küfür çarpışması vardı. Allah'ım! Bunlar senin bayraklıların bunlar senin neferlerin, şimdiye kadar bizi hep muzaffer ettin. Bu bölücüleri söndürdün. Bu kâfirleri de söndür dedim. Cenâb-ı Hakk bizi muzaffer etti." (27 Eylül 2005)

Bu faaliyetlerde, Avrupa Amerika ve Türkiye'de bütün kiliselere, Vatikan'a kadar, Türkiye'de Fener Patriği'ne, Ermeni Patriği'ne kadar her yere bu broşürler, dergiler ulaştırıldı.

 

Dünden Bugüne Muhterem Ömer Öngüt Hakkında

İftira ve Karalama Kampanyası Yapanlar:

Yukarıda da tafsilatlı şekilde arzettiğimiz üzere din ve vatan bölücüleri olsun, bu bölücüleri ve her türlü bölücülüğü, bölücüyü destekleyen küffar olsun, bunlar "Ömer Öngüt"ün irşadından, ikazından, mücadelesinden, tebliğinden rahatsızlar, hatta bu zâta düşmanlar.

Çünkü bu Zât-ı âli hiç çekinmeden hakikatleri yazdığı ve yaydığı, din ve vatan bölücüleri ile çatır çatır mücadele ettiği için; halkı rahat kandıramıyorlar, rahat hareket edemiyorlar ve amaçlarına ulaşamıyorlar.

FETÖ nasıl ki kendi hükmünü İslâm dini'nin yerine koyup yeni bir din ihdas etmiş ve ardından bu güzel vatanı ele geçirmeye çalışmışsa; bütün din bölücüleri de kendi hükmünü İslâm dini'nin yerine koymak ister, vatanı parselleyip ele geçirmek ister. Çünkü bunların gayesi dünyadır. Dünyevî menfaat temini için çalışırlar. Bunun en büyük delili İslâm dini'nde para toplamak yasaklandığı halde, Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadır." (Yâsin: 21)

Buyurduğu hâlde hepsi para toplarlar. Cihadı ceplere açmışlardır. Bu işi FETÖ çok profesyenel yapıyordu. Himmet adı altında halkı kaz gibi yoluyordu. Bu bölücülerin hepsi değişik isim ve kılıflar altında halkı yolmaya çalışırlar. Birçoğu holding haline gelmiştir.

Bunların gayesi madde ve menfaat olduğu için küffar bunları rahat ele alır. Zira bunlar yağlı kemiği görünce hemen peşinden giderler.

Biz bunları nereden biliyoruz. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bunları gördü, bildi, işareti koydu ve bize duyurdu.

Elhamdülillah!

Bir beyanlarında şöyle buyurmuşlardı:

"Bunlar İslâm'ın özüne, derinine inmiş gibi görünüyor. Orada tuzak kurmuş, hakkı, hakikati arayanları avlıyor. Binaenaleyh bu narcıların yaptığını, yahudi de, mecusi de, hıristiyan da yapamaz bu tahribatı. Bunların Allah-u Teâlâ'nın yanında, katında yerleri esfel-i sâfilin'dir. Evet kâfir cehenneme gider amma bunlar en derinine gider. Çünkü samimi müslümanı aldı, Hakk'a varmak isteyeni helâk ediyor. Bu sebeple. Onun için bunların yeri tarif edilemez. Bunlardan içim yanıyor böyle. Onun için bunlar gadab-ı ilâhi'ye uğramış kimselerdir. Ve bunlar müslümanları böyle avlıyorlar. Eh müslümanlar da saf bilmiyor. Bu da ev, bu da ev, bu da yer, bu da yer diyor. Ama bir çirkefe düşüyor, ebedi hayatı ölüyor. Onun için Rabb'ime sığınırım, onların durumu bu. Daha doğrusu Hakk'ın vazifedarları Hakk namına iş görür, şeytanın vazifedarları kendi namına iş görür. Hakk'ın vazifedarları her şeyin Hakk'ın olduğunu görür, Hakk'tan olduğunu bilir, Hakk namına irşad eder." (14 Mart 2005)

Bir insana bir düşman yeter. Bu Zât-ı âli milyonları karşısına aldı. Korkmadı, yılmadı, çekinmedi, cihad etti. Bu kâfirler, bu münafıklar bu kadar İslâm'a saldırırken, imanı ortadan kaldırmaya çalışırken, memleketi ele geçirmeye çalışırken, onlarla sadece o cihad etti.

Başka kimse yapabildi mi? Hiç kimse yapamadı!

"Allah'ıma yemin ederim ki; kimseye garazım yok. Ben herkese kardeş gözüyle bakarım amma kimsenin de küfrüne rızâ gösteremem. Yani yazacağımı, yapacağımı yaparım, bunu bilin! Sırf Allah için, Allah korkusundan yapıyorum. Bir gayem, bir maksadım, bir menfaatim var mı? Büyük mücadele, mücahede yapılıyor. Milyonlara karşı çıkmış, tek tek tek küfür damgası vuruyoruz. Bugün insana bir kişi, bir düşman yetiyor. Bizim karşımızda milyonlar var, deli miyim? Hayır ben deli değilim. Ben Allah rızâsı için bu yola çıktım, yapacağımı ölünceye kadar da yapacağım."

Bu Zât-ı âli İslâm'ı, İslâm'ın nezih, temiz, pak yolunu yaşadı, yaşatmaya çalıştı ve bu nezafeti bozmaya çalışan, imanlarda kararsızlık husule gelmesine sebep olanlarla, madde-menfaat peşinde koşanlarla, sahte müslümanlarla mücadele etti. Bize de bu mücadeleyi devam ettirmeyi vasiyet etti.

Binaenaleyh bu sahte müslümanlar bu hakikatleri duyduklarında iman edip hatalarından dönmek yerine kurdukları küfür düzenini, dünya saltanatını devam ettirmeyi tercih ettiler.

Bu hakikatleri hatırlatan bu Zât-ı âli'ye ise düşman kesildiler. Çünkü İslâm bunların işine gelmiyor, bunlar yolunu değiştireli çok olmuş.

İşte bu yüzden bu Zât-ı âli'yi unutturmaya, bu mümkün olmazsa karalamaya, türlü iftiralar atmaya çalışıyorlar. Dün yapıyorlardı, bugün de yapıyorlar, gelecekte de yapacaklar.

Dün yapılan kumpas ve tezgâhlar, yalan ve iftiralar bugün de yapılıyor, yapılmak isteniyor. Vefatının üzerinden 12 yıl geçti ancak bugün de benzer karalama kampanyalarına ve iftiralara maruz kalıyor. Çünkü bırakmış olduğu eserler, dergiler din ve vatan düşmanlarına, küffara engel olmaya devam ediyor.

Bunlar icraatlarına, tuzak kurmaya devam ediyor. Ve fakat Allah-u Teâlâ'nın tuzağını hesap etmiyorlar.

"Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya kendilerine hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (Nahl: 45)

Bunlar dün de vardı, bugün de varlar. Nasıl ki Resulullah Aleyhisselâm'ı küffar karikatürleri ile, iftira kampanyaları ile karalamaya çalışıyorsa, bu Zât-ı âli'ye yapılan iftira ve karalama kampanyaları da ne ilk ne de sondur.

Herkes icraatını yapıyor, küffar ve işbirlikçisi münafıklar da icraatını yapacak, ehl-i İslâm da mücadelesini yapacak. Devran böyle kurulmuş.

Ancak yalan ne kadar büyük olursa olsun, tuzak ne kadar çetin olursa olsun, hakikat karşısında yok olmaya mahkûmdur ve Allah nurunu tamamlayacaktır.

"Onlar Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemese de, Allah nûrunu tamamlayacaktır." (Saff: 8)

Muhterem Ömer Öngüt'ün aleyhinde tertip edilen karalama kampanyalarının bazılarını ve bugün karalamaya çalışanları aşağıda arzediyoruz.

 

2004 Yılında Küfür Mahfillerinin ve

FETÖ'nün Ortaklaşa Kurduğu Tuzak:

Yukarıda yazımızın başında da bahsettiğimiz üzere küffar 2004 yılında Muhterem Ömer Öngüt'e büyük bir kumpas kurdu, bu Zât-ı âli'yi karalamaya, halkın nazarından düşürmeye çalıştı.

Bunun sebebi o tarihlerde FETÖ'nün ve misyonerlerin fitnelerine ve memlekete zarar veren çalışmalarına karşı bu Zât-ı âli'nin büyük bir mücadele, büyük bir iman kurtarma cihadı yapmasıydı. Öyle ki bu cihad sayesinde misyonerler çalışamaz oldu, kiliseler kapandı. Birçok hıristiyan da müslüman oldu.

2000'li yılların başlarında FETÖ'nün "Dinlerarası diyalog" ve "Küfrü Hoş Görü" fitnesinin açtığı yoldan ilerleyen hıristiyan misyonerler bütün memlekette cirit atmaya başlamıştı, her mahallede, her köyde inciller dağıtılıyor, her yerde kilise evleri açılıyordu.

Memleket büyük bir tehdit ve tehlike altındaydı.

Küffar Türkiye'de hac mekânı adı altında 7 yerde kutsal mekân icat edip, kendi halkını Anadolu topraklarında hak iddia etmeye hazırlıyor, memleketimizde yabancılar toprak satın alıyordu.

Küffara zemin hazırlayan FETÖ ise;

Temsili sırat köprüsü yapıp üzerinden papazları geçiriyor;

"Kelime-i tevhidin ikinci bölümü yani "Muhammedün Resulullah" kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını söyleyen kimselere rahmet ve merhamet nazarıyla bakılmalıdır." diyerek alenen küfrünü ilan edip Kelime-i Tevhid'den Resulullah Aleyhisselâm'ın ismini kaldırmaya çalışıyor;

"Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü kardeşlik tesis etmektir." diyerek İslâm'ın Allah katındaki hak din olduğunu, Âl-i imran 19. Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor;

Cebrâil Aleyhisselâm'a "Gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim." diyerek küfrünü ortaya seriyor;

"Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" kısmını çıkarttırarak ezan okutuyordu.

Halk bunları müslüman zannettiği için bunların içyüzünü ve küfrünü o günlerde göremiyordu. Alimim, şeyhim, cemaatim diyenler de görmediler. Hatta destek oldular.

Bu fitnenin tesirinde kalan bu memleket "AB'ye gireceğiz" hülyalarının ayyuka çıkması ile beraber resmen hıristiyanların at oynattığı bir ülke haline gelmişti. FETÖ'nün açtığı çığır büyük zararlara yol açmaya başladı.

Böyle bir ortamda Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri gerek FETÖ ile gerek misyonerlerin faalitlerine karşı büyük bir cihad yaptı.

Kurucusu olduğu Hakikat dergisi'nde peşi sıra yazılar yazarak bu hıristiyan haçlının, siyonist yahudinin faaliyetlerini gün yüzüne çıkardı. Müslümanları bu tehdit ve tehlikeye karşı ikaz ve irşad etti.

"Hıristiyanları Hidayet ve Gerçek Kurtuluşa Davet" eden broşürler çıkardı. Yüzbinlercesini Türkiye'de dağıttı. Hem de kilise önlerinde, hıristiyanlara dağıtıldı. Yeri geldiğinde birebir tebliğ ederek bu broşürler hıristiyanlara ulaştırıldı. Bu zâtın talebeleri misyoner evlerinde ve kiliselerindeki toplantılara gittiler, bu milletin çocuklarını zehirlemeye çalışanların yüzlerine hakikati söylediler, gençleri uyandırdılar. Ayrıca bu broşür İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Hollandaca gibi hemen her dile tercüme edilip basıldı ve bu broşürler Amerika ve bütün Avrupa devletlerinde kilise papazları başta olmak üzere hıristiyan halka dağıtıldı. Bu broşürler Vatikan'a kadar gitti.

Küffar büyük rahatsızlık duydu. "Bu broşürü kim dağıtıyor? Hıristiyan halkı İslâm'a kim davet ediyor?" diye çok telâşlandılar, endişelendiler. Vatikan'dan sesi geldi. Vatikan'ın İstanbul temsilcisi George Marovitch İstanbul'daki Hakikat Yayınevi'ne kadar gelmişti. Sorular sordu, gerekli cevapları aldı. Kendisine İslâmiyet anlatılarak Resulullah Aleyhisselâm'ın son peygamber olduğu beyan edildi. İslâm dini tebliğ edildi.

Vatikan İstanbul temsilcisini gönderdi. Niçin? Telâşlandılar, korktular, merak ettiler.

İşte bu zât tek başına hıristiyan papa ve papazlarla, yahudilerle çok mücadele etti. İslâm'a davet vazifesini yerine getirdi. Nihayetinde hıristiyanlar Türkiye'deki faaliyetlerini son erdirmek zorunda kaldı.

O günlerde çok tehditler geldi. Bize gelen mektupların birinde broşürün içine domuz eti koyup göndermişlerdi.

Bu cihadı kim yaptı?

Bu mücadeleyi kim yapabildi?

Canını hiçe kim sayabildi?

Ve size soruyoruz: Dünyaya yayılan böyle bir mücadeleyi kim yapabildi, kim göze aldı? Kimse buna cesaret bile edemedi. Buradan da mı anlamıyorsunuz Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin nasıl büyük bir zât olduğunu, nasıl büyük bir cihad yaptığını?

Bu Zât-ı âli hiç çekinmeden, korkmadan bu mücadeleyi tek başına yaptı.

Yine ilk baskısı 2000 yılında yapılan "Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü" isimli kitabını neşretti. Küfrü hoş gören ve göstermeye çalışan FETÖ'nün fitnesini söndürmek için yahudilerin ve hıristiyanların iç durumunu bu millete duyururak ortaya çıkan fitneyi söndürmeye çalıştı.

Hıristiyanlar bütün bu mücadelemizden, bütün kiliselerine kadar uzanan tebliğimizden rahatsız oldular.

Bu tebliğ ve irşad çalışmalarının yapıldığı günlerde 2004 yılının Kasım ayında Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- aleyhinde bir karalama kampanyası başlatıldı.

Kasım 2004'te başlayan bu kumpas ve kampanyadan önceki altı ay boyunca bahsi geçen broşürlerin dağıtılmasının yanı sıra Hakikat Dergisi'nde peş peşe şu konular işlenmişti:

129. Sayı, Haziran-2004:

"Biz Küfrü Hoş Gören Kâfirlerden Değiliz!"

130. Sayı, Temmuz-2004:

"Ey Küfrü Hoş Görenler! Size Allah-u Teâlâ'nın Hükümlerini Beyan Ediyorum!"

131. Sayı, Ağustos-2004:

"Küffara Elbirlik "Dur" Diyelim, Avrupa Gerçeği ve Küffarın Öz Niyeti!"

132. Sayı, Eylül-2004:

"İnsanlar İçerisinde Müminlere En Şiddetli Düşman Olarak Yahudileri Bulursun." (Mâide: 82)

133. Sayı, Ekim-2004:

"İslâm Dini ve Hıristiyanlık, Hıristiyanlık ve İncil, Hıristiyanların İçyüzü."

134. Sayı, Kasım-2004:

"İslâm'ın Âlîliği, Küfrün Âdîliği Meydana Çıktı."

Muhterem Ömer Öngüt'e kumpas kurmak isteyenler, kendisine iki muhabir göndermişti. Bu iki muhabir suret-i haktan görünerek ziyarete geldiklerini söylediler. Ancak daha sonra sanki "Organ Nakli" hakkında röportaj vermiş gibi çarpıtarak haber yayınladılar. Önce bir gazetede "Korkunç Fetva, Organ Bağışlayan Cehennemlik." diye manşet atıp, bu hususta halkın duygularını istismar etmeye çalıştılar. Sonra televizyonlarında yüzü görünmeyen sakallı cübbeli bir adamı çıkartıp mizansene ve kumpasa devam ettiler.

Bu gazete ve televizyon o günlerde halk arasında kartel medyası tabir edilen medyaya aitti. Merkez Grubu olarak anılıyordu.

Bu yalan haberlerin içyüzünü bilen veya bilmeyen gazeteciler de bu Zât-ı âli'yi dillerine dolayarak bu tezvirata âlet oldular. Bir anda her yönden saldırarak Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni karalamaya çalıştılar. Bunların dertleri hak ve hakikati söyleyen bu Zât-ı âli'nin susturulmasıydı. Hakaret ettiler, iftira attılar, yalan söylediler, kumpas kurdular. Ellerinden geleni yaptılar ama onu susturamadılar, Muhterem Ömer Öngüt'ün görüşmesinin ses kayıtları alındığı için kumpasları ellerinde patladı. "Röportaj yaptık" diyenler ise mahkemeye herhangi bir video veya ses kaydı veremediler. Mahkeme kararıyla tekzip yayınlamak zorunda kaldılar.

Bu kampanyayı başlatan gazetenin o günkü genel yayın yönetmeni ise firari FETÖ'cü Ergun Babahan'dı.

Hıristiyanlar Türkiye'yi ele geçirmek, teslim almak için uğraşırken, bu Zât-ı âli gerek Türkiye'de gerek dünyanın her yerinde İslâm'a davet broşürleri ile hıristiyanları Hakk'a davet etti, bu misyonerleri mağlup etti. Ama bundan kimsenin haberi yok.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bütün bu kumpaslara, susturma gayretlerine, karalama kampanyalarına rağmen asla bir adım bile geri atmadı, din-i mübin için, İslâm için mücadelesine devam etti. Çünkü o Allah'a ve Resul'üne dayanıyordu.

Bu kumpas hakkında "Hâin Tezgâh" isimli eserlerinde kendileri şu şekilde bahsetmişlerdi:

"Bu iftiralar;

"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Mâide: 54)

Âyet-i kerimesi'ni düstur edindiğimiz için, hakikatleri korkmadan, çekinmeden neşrettiğimiz için oluyor.

O tarihte misyoner faaliyetlerine karşı dergimizde halkımızı uyandıran neşriyatlar yaptık, "Hıristiyanları Hidayet ve Gerçek Kurtuluşa Davet" başlığı altında Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Rusça, İtalyanca bastırdığımız broşürleri bütün Avrupa'da ve bütün dünyada dağıttık.

Türkiye'de hıristiyanlığı yaymak için her türlü yöntemle büyük bir taarruz başlatmış olan küffar büyük bir şaşkınlık yaşadı. Akabinde sahip ve yöneticileri bizce malum bir kısım medya organlarında "Organ Nakli" hakkındaki eserimizi kullanarak bir iftira kampanyası başlatıldı. Kendilerince bizi buradan vurabileceklerini zannettiler. Röportaj vermediğimiz halde hem Sabah Gazetesi'nde hem de ATV Televizyonu'nda röportaj vermişiz gibi yaygara yaptılar.

Sonunda bu basın organlarının her biri mahkeme kararları ile tekzipler yayınlamak zorunda kaldı. Tekzip yayınlamayı gururlarına yediremediler, bu sefer de yayınladıkları tekzipleri dillerine doladılar, "Böyle ayetle hadisle tekzip mi olur?" dediler. Ancak şimdi nerede bunlar? Hepsi yerinden oldu.

Bugün de bu iftiralar ortaya çıktı. Bu kampanyayı da dindar görünen basın kuruluşları sahiplendi.

Çünkü biz İslâm dininden görünen birçok grubun yaptıklarının İslâm dininde olmadığını açıkça neşrettik. Eserlerimizi inceleyen bunu açıkça görecektir. Biz İslâm müdafiliği yapıyoruz. Yaklaşık yirmi senedir İslâm dini'nin asliyetini bozmak isteyenlerle, halkımızın imanını çalmak isteyenlerle kalemle mücadele yürütüyoruz, eserler neşrediyoruz. Bundan rahatsız olanlar ise hatalarını düzeltmek yerine iftira ile bizi susturmaya çalışıyorlar." (Hâin Tezgâh s: 21)

 

2009 Yılında FETÖ'nün Kurduğu Tuzak:

2009 yılında FETÖ Ergenekon kumpasına Muhterem Ömer Öngüt'ün ismini karıştırmaya çalıştı ve çok büyük bir iftira atarak kendisini askeriye tarafından kullanılan bir kimse gibi göstermek istedi.

O günlerde bu olayın kumpas olduğunu bilmeyen birçok yayın kuruluşu, internet sitesi FETÖ'nün bu iftirasına alet oldu ve bu Zât-ı âli aleyhinde yayınlar yaptı. Bu Zât-ı âli hastalıklarının ilerlediği ömrünün son yılında 2010 yılında vefat ettiği güne kadar bu iftiralarla, bu sahtekârlarla gerek hukuk yoluyla gerek işin hakikatini ortaya koyan yayınlar yaparak mücadele etti.

FETÖ niçin bu büyük, bu çirkin, bu alçak iftirayı atmış, bu Zât-ı âli'ye kumpas kurmuştu?

Çünkü Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- FETÖ ile çok büyük bir mücadele yapmıştı.

Müslümanları ikaz etmek, halkın bunlara kapılmasını engellemek için 1994 yılından itibaren dergilerimizde müteaddit defalar makaleler neşretti.

1999 yılında "Küfrü Hoş Gören Narcıların İçyüzü" isimli kitabını,

2000 yılında "Yahudilerin, Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü" isimli kitabını,

2005 yılında "Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz." kitabını,

2006 yılında da "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden Hâinlerin İçyüzü" kitabını yayınladılar.

FETÖ'nün dinden çıktığını, küfre saptığını, İslâm dini ile bir ilgisi kalmadığını, kendi dinini kurduğunu, Amerikan ajanı olduğunu, hâin olduğunu açık açık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'erle izah ve ispat etti. Bediüzzaman Hazretleri'nin yolundan saptıkları için bunlara "Narcı" ismini verdi.

İşte bu Zât-ı âli'nin bu neşriyatından rahatsız olan haçlı kâfirler ve onların piyonu FETÖ ahir ömründe hasta halinde 2009 yılında bu Zât-ı âli'ye ikinci bir defa büyük bir kumpas daha kurdular, "Hain Tezgâh" tertip ettiler. Takip ettiler, dinlediler. Niyetleri susturmaktı.

FETÖ "Ergenekon" ismini verdiği kumpas sürecinde uydurduğu sahte belgelere yalan ve iftiralarla bu Zât-ı âli'nin de ismini kattı, askeriye tarafından kullanılan bir kimse, "Birilerinin adamı, elemanı", "Gayr-i kanuni maksatlar için kullanılabilecek bir kimse" olarak göstermeye çalıştı, ona ve yakınlarına büyük tuzak kurdu. Gayeleri hem fitne ve huzursuzluk çıkarmak, hem de bu mübarek zâttan, yazdıklarından dolayı intikam almaktı.

Bu sahtekârlığını pekiştirmek için de Muhterem Ömer Öngüt'ün hakkında kitap yazdığı, "Sahte Mehdi" dediği, yoldan sapmış olduğunu ilân ettiği İskender Evrenesoğlu denilen şahsın ismini de yanına eklemişlerdi.

Bu hâin tezgâh sonucu bu Zât-ı âli FETÖ'cü polis, savcı ve hakimlerin takibat, soruşturma, kovuşturma araştırmasına konu edildiği için maddi ve mânevi zulüm yapıldı, o zamanki gazetelere manşet, televizyonlara haber yaptırıldı. İnternet sitelerine malzeme verilerek kendisine itibar suikasti yapıldı.

Şöyle buyurmuşlardı:

"Bu haberi tekzip ediyorum. Kasten yapılmıştır, yalandır, yalan söylüyorlar! Gayeleri ortalığı karıştırmak, fitne ve huzursuzluk çıkarmaktır. Bu tertibin arkasındakiler, yazdığımız yazılarından dolayı bizden intikam almaya çalışıyorlar. Elbette, bundan sonra daha şiddetlisini yazacağız."

Aynı zamanda ciddi bir hukuki mücadele verdiler. Televizyonlara, gazetelere, internet sitelerine tekzip ihtarnameleri gönderildi. Yayınlamayanlar mahkemeye verildi, suç duyurularında bulunuldu. Mahkemeler televizyonların tekzip yayınlamasına karar verdi.

Daha geniş cevapları, yapılan hukuki mücadeleyi, iftiraya ortak olan yayın kuruluşlarının mahkeme kararları ile yayınlamak zorunda kaldıkları tekzipleri de içine alan "Hâin Tezgâh" isimli eserlerini 2010 yılında yayınladılar, yalan ve iftiraların içyüzünü ilân ettiler.

Bu kumpasların FETÖ operasyonu olduğunu biz biliyorduk, yıllar sonra herkes FETÖ'nün tuzağı olduğunu anladı ve mahkemeler Ergenekon davalarının kumpas olduğunu tescil ettiler. "Islak imza" adı altında aylarca kamuoyunu meşgul eden belgenin sahte olduğu da mahkeme kararıyla tescil edildi.

Bu Zât-ı âli "Hâin Tezgâh" isimli eserinde bu belgenin sahte olduğu mahkeme kararı ile tescil edilmeden önce şöyle söylemişlerdi:

"Belge diye yayınlanan kendisi mi uydurmadır, yoksa ele geçirilen bazı verilerin içine bu uydurma yalan ve iftiralar eklenerek mi servis yapılmıştır, veyahut hazırlayan mı kasıtlıdır bilmiyoruz, ancak şunu biliyoruz ki bizim hakkımızdaki iddialar katıksız iftiradır, yalandır, uydurmadır."

Sonra ortaya çıktı ki bu iftirâ ve tezgâhlar sebebiyle Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ve yakınları gizlice soruşturulmuş, teknik, fiziki, takibe alınmış ve telefonları dinlenmiş. Mahkemelerin verdiği gizli dinleme kararları defalarca uzatılmış. Nihayet hiçbir şey bulunamadığı için "Kovuşturmaya Yer Olmadığı"na dair yargı kararları verilmiş, kanun gereği tutulan kayıtlar imha edilmiş. Gelen tebligatlarla bu durumu öğrenmiş olduk.

Bu Zât-ı âli'nin suçsuzluğu meydanda idi, yargı kararları da bu durumu tescillemiş oldu. Bu kararlar ona kurulan hâin tezgâhı, atılan iftirayı ortaya koymuş, hakikat ortaya çıkmıştır. Onun temiz, nezih ve suçsuz olduğuna dair bu kararlar vicdanları rahatlattı. Biz zaten onun tertemiz pir-ü pak olduğunu biliyorduk, çünkü temizi pis lekeleyemez. Bugün onun bu iddia ve ithamlardan aklanarak çıkması, yargı kararları ile suçsuz olduğunun tescil edilmesi; Hazret-i Allah'ın onun bu tertemiz, ulvî halini beşer de görsün diye zahir etmesidir. Zaten temizdi, şimdi tescillendi.

85 yaşında ömrünü müslümanların irşadına adamış; hiçbir dünyevî maksadı olmayan; hiçbir menfaate tevessül etmeyen; iman ve vatan için mücadele eden; ömrünün yarısı iman ve İslâm uğrunda eser neşretmekle geçen; Allah-u Teâlâ'nın hükmünü yaşamakta ve yaşatmakta büyük bir âzim ve irade sahibi olan; Hazret-i Allah'a, Resulullah Aleyhisselâm'a, Hazret-i Kur'an'a karşı beşer takatinin ötesinde bir hürmet ve edep hali yaşayan bir zâta tuzak kurmaya çalışanlar, böyle bir iftira atanlar aslında en büyük zararı kendilerine verdiklerinin farkında değillerdi.

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya kendilerine hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?" (Nahl: 45)

"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." (Fâtır: 10)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin FETÖ hakkındaki beyanları, yayınladığı bütün kitaplar, bütün makaleleri ilâhî hükümlere göre, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle idi.

Bugün FETÖ'nün bu küfrü konuşulmadığı için kimisi bu hâinlere siyasî muhalif muamelesi yapıyor. Bu çok büyük bir hatadır. Bunlara verilecek taviz hem dinde hem de vatanda tâviz vermek demektir.

Binaenaleyh FETÖ'nün küfrünü, FETÖ'nün küfrüne dair ilâhî hükümleri bu vesile ile öz olarak aşağıda arzediyoruz.

 

Allah-u Teâlâ'nın Hükümleri;

FETÖ'nün Narcılık Dininin Hükümleri:

 

FETÖ önce İslâm dini'ne sonra vatana ihanet etti.

İslâm dini'nde neleri inkâr etti?

Biri bütün insanlık âlemini hidâyete dâvet eder. Azab-ı cehennemden kurtarmak için.

Diğeri bütün müslümanları cehenneme dâvet eder. Küffâra peşkeş çekmek ve yaranmak için.

 

1. FETÖ "Tesettür teferruattır" diyerek kendi zannı ile beyanat verdi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Resul'üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler." (Nur: 31)

 

2. FETÖ Hıristiyan papazları, yahudi hahamları ile hoşgörü toplantıları yaparak; "Keşke her köşeye bir hoşgörü vakfı kursak da herkes hoşgörü soluklasa." dedi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." (Mâide: 51)

 

3. FETÖ "Kimse kimseye inancından dolayı ithamda bulunmayacak, kimse kimseye dininden ya da dinsizliğinden dolayı taanda bulunmayacak." dedi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür." (Tevbe: 73)

 

4. FETÖ Hazret-i Allah'ın, Resulleri arasında vahiy elçisi olan Cebrâil Aleyhisselâm hakkında; "Gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim." dedi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi)'dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbi (partisi)'dir." (Mücâdele: 22)

 

5. FETÖ necip tarikatlere dil uzatarak; "Tarikatler bir dönemdeki misyonunu eda etmişlerdir. Zaman böyle fert zamanı değil, cemiyet zamanıdır." dedi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"İyi bilin ki Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." (Yunus: 62)

 

6. FETÖ "Kadından idareci olmasının hiçbir sakıncası yoktur." dedi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının." (Haşr: 7)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise:

"Mukadderatını bir kadının eline veren millet felâh bulmaz." buyuruyor. (Buhârî, Tirmizî)

 

7. FETÖ gerek himmet geceleri, gerek iftar ziyafetleri ile trilyonlarca lira para topladı.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)

 

8. FETÖ Mardin'de temsili sırat köprüsü yapıp üzerinden patriği, papazları, hahamları geçirdi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"'Allah, Meryemoğlu Mesih'tir.' diyenler gerçekten kâfir olmuşlardır." (Mâide: 72)

"Andolsun ki: 'Allah üç ilâhtan üçüncüsüdür.' diyenler kâfir olmuşlardır." (Mâide: 73)

 

9. FETÖ "Kelime-i tevhidin ikinci bölümü yani "Muhammedün Resulullah" kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını söyleyen kimselere rahmet ve merhamet nazarıyla bakılmalıdır." diyerek kelime-i tevhidden Resulullah Aleyhisselâm'ın ismini kaldırmaya çalıştı, ezanı "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah" kısmını çıkartarak okuttu.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"Allah'a çağıran (Muhammed'e) uyun ve ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun." (Ahkâf: 31)

"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefette bulunanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Halbuki biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır." (Mücâdele: 5)

"Allah'a ve Peygamber'e muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık kimseler arasındadırlar." (Mücâdele: 20)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise:

"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." buyuruyor. (Müslim)

 

10. FETÖ "Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü kardeşlik tesis etmektir." dedi.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imran: 19)

"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)

"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)

 

11. FETÖ topladığı paraları koyacak yer bulamayınca banka kurdu. Bankası batmasın diye müslümanları para yatırmaya teşvik etti.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 279)

 

12. FETÖ gazetelerinde "İbrahimi heyecan" diye manşet attı, "İbrahim Halilullah yıllar sonra ayrı dinden insanları birleştirdi" diye yazdı.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"İbrahim ne yahudi ne de hıristiyandı. Fakat o Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi." (Âl-i İmran: 67)

 

13. FETÖ 15 Temmuz'dan bir ay sonra "Haçlının ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Çünkü sizin ve onların arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar sizin kadınınıza kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiş Haçlılar." dedi, içini dışına çıkarttı.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 101)

Haçlıların Anadolu'da, Balkanlar'da, Kudüs'te yaptığı katliamları görmezden geldiğine göre demek ki bu bir Haçlı.

Zaten Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri bunun içyüzünü seneler önce 2005 yılında yayınlanan kitabında yazdı;

"Hıristiyanların namına çalışır, onların himayesi altındadır. Türkiye ile ve İslâm ile hiçbir ilgileri yoktur." ("Biz Küfrü Hoşgörenlerden Değiliz", s. 134)

Ta o zaman söylemişler, haber vermişlerdi.

 

14. Binaenaleyh FETÖ ayrı bir din kurdu. Onların ise dini ayrıdır, kitabı ayrıdır, bütün beyanatları, icraatları kurdukları narcılık dinine göredir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan din veya kitapla sevinmektedir." (Müminûn: 53)

 

 

İşte FETÖ budur.

Kim bu hâinlere, bu ajanlara, bu kâfirlere cevap verdi, kim bunlarla mücadele etti?

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle doğru yolda olmadıklarını kim söyledi?

Gören vardı, uyaran vardı. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bunların dininin ayrı olduğunu, kitabının ayrı olduğunu, bütün beyanlarının, icraatlarının kurdukları narcılık dinine göre olduğunu ilan etmişti.

Bu Zât-ı âli gördü bunların gizli niyetini, bunların İslâm olmadığını, küfrü ve küffarı hoş gördüklerini, ortalığı ifsat ettiklerini, münafık olduğunu, Amerikan ajanı, hâin olduğunu, gizli maksat ve emelleri olduğunu, küffara asker yetiştirdiklerini, otuz yıldır söyledi, içyüzlerini yazdı, korkmadan çekinmeden bütün küfürlerini ifşa etti.

FETÖ'nün yukarıdaki beyanlarını görüyorsunuz, buna mümasil bütün iş ve icraatları İslâm'a taban tabana zıt. Bunlar bugüne kadar aleni küfür içinde iken niye kimse bunu söyleyemedi? Niye hakkı söylemediniz?

Ama bu Zât-ı âli söyledi.

Bu hakikati olduğu gibi, hiç kimseden korkmadan, çekinmeden müteaddit defalar arz ve ifade etti. Gerek FETÖ ile, gerek FETÖ'nün arkasındaki misyonerler ve Haçlı Batı ile yayınladığı dergi ve kitaplarla Türkiye'de ve dünyada büyük bir mücadele yaptı.

Bunların küfrü bu kadar aşikârken herkes bunlara cemaat diyordu, camia diyordu. Ne zamanki darbe teşebbüsünde bulundular, birçoğu ancak o zaman uyandı. "Ömer Efendi bunları söylüyordu, demek ki doğruymuş" dedi ve hemen mukabelede bulundu.

Halbuki bu Zât-ı âli 1994 yılından beri bunların içyüzünü yazdı, duyurmaya çalıştı,

Bizim ona hem teşekkür etmemiz lâzım, hem de özür dilememiz lâzım. Teşekkür etmemiz lâzım çünkü o bunları yazmasaydı çok daha büyük bocalamalar yaşardık. Özür dilememiz lâzım, çünkü dediklerini kulak vermedik. Gerçekler, FETÖ'nün içyüzü bugün aleni ortaya çıkınca "Doğruymuş" dedik. Oysa o Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini hatırlatıyordu; gerçek iman sahipleri Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini görür görmez "İşittik, iman ettik" dedi, teslim oldu; imanı zayıf olanlar "Bunlar da müslüman" dedi. Bu gibi kimselerin çok nedamet etmesi, Allah-u Teâlâ'dan af dilemesi lâzım. Çünkü muhatapları bu Zât-ı âli değil, muhatapları bu Âyet-i kerime'lerin, Kitabullah'ın sahibi olan Zât-ı kibriyâ'dır.

Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt'ün -kuddise sırruh- kitaplarını tetkik ederseniz ne deryalar var. Ne hakikatler var! Ve dünya ve ahiret için hepimizin faydasına ne sırlı ifşaatlar var.

Bediüzzaman Hazretleri onun kitaplarının Mehdi Aleyhisselâm'a hazırlanan bir program olduğunu beyan buyuruyor:

"O zât o taifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak." (Elmadağ Lâhikası, s. 259)

Bunların, bu gibi türemelerin kökü kazındıkça yenileri türeyecek. Tâ ki Hazret-i Mehdi'ye kadar. O da bu gibi bölücülerle mücadele edecek.

Unutulmamalıdır ki; Allah-u Teâlâ'nın dinine ihanet eden, vatana ihanet etmekten çekinmez. Nitekim 15 Temmuz'da bu hâinlerin bu ihâneti ayan beyan ortaya çıktı.

Bunlar ve diğer din ve vatan bölücüleri de özde aynıdır. Çünkü hepsi de Allah-u Teâlâ'nın dini'ne ihanet etmekle işe başlamışlardır. Vatanda da hâindirler.

Ve fakat kim ki bu Muhterem Zât'ı diline dolamaya çalışıyorsa daha dünyada iken Hazret-i Allah onun içyüzünü bize gösteriyor.

Hadis-i kudsî'de de şöyle buyuruluyor:

"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)

Bu hususta "Hâin Tezgâh" isimli kitaplarındaki beyanları şöyledir:

"Bu gibi bölücüler bizi öteden beri "Başkası nam ve hesabına çalışan bir kimse" gibi göstermeye çalışmışlardır. Şimdi de hiçbir ilgimiz ve bilgimiz olmadığı halde "Ergenekon" adı verilen örgütle bağlantılı göstermeye çalışıyorlar.

Bunlar nereden çıkıyor?

Dikkat ederseniz dergimizin logosunda "Türk bayrağı" vardır. Bu bölücüler bu bayrağı hazmedemezler.

Dergimizin logosunda Hakikat yazısının üzerinde her ay şu cümle neşredilir:

"İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez..."

Bu bölücüler dinde bölücü oldukları gibi vatanda da bölücü oldukları için bu cümleyi hazmedemezler. ...

Biz öteden beri hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz. Bunu; İslâm dini böyle emrettiği için yapıyoruz.

Ancak bu gibiler bölücü oldukları için, bir de kendi aleyhlerindeki her bir şeyi gerek yalan, gerek iftira ile savuşturmak istedikleri için bize de iftira etmekten çekinmemişlerdir.

"Kim bir hatâ veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur." (Nisâ: 112)

Vatanımı, bayrağımı çok ama çok seviyorum.

İki gayemiz var bizim. İman ve vatan. Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. Siz bu bayrağın şerefini bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Amma yabancı bir bayrak altında büyüseydiniz o zaman bayrağın kıymetini bilirdiniz. Ben bunu çok iyi biliyorum...

Ben aslen Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat Efendimiz'in aslındanım, Medine-i münevvere'denim. Orada kalabilirdim. Hatta 1952'de kalmaya da gittim ve fakat baktım ki oranın halkı Resulullah Efendimiz'e karşı çok lâubali. "Ben lâubâli yaşamaktansa hasretle yaşayayım daha hayırlı." dedim, buraya geldim.

Bir yakınım askere gittiği zaman, "Gittiğin yer Peygamber Ocağı" diye ona nasihat ediyorum.

Biz her zaman şöyle duâ ederiz:

"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet! Vatanımızı muhafaza et! Ordumuzu muzaffer et!"

Allah korusun, bir harp çıkmış olsa en önde savaşmak isterim, ordumuza her türlü yardımda bulunmak için bütün imkânlarımı seferber ederim. Bu ne suç ne de günahtır.

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Vatan sevgisi imandandır." buyuruyorlar.

"İmansız vatan, vatansız iman müdafaa edilmez."

Ancak bu bölücüler kendilerini öyle ayırdılar, kalplerini öyle bir kinle doldurdular ki, hiçbir hakikati duymak istemiyorlar. Her iftirayı peşinen kabul ediyorlar. Yarın bir harp olsa cepheden kaçmak isterler. Çünkü düşman olmuşlar.

Herkes icraatını yapıyor. Güneş balçıkla sıvanmıyor. Halk bunları biliyor.

Binaenaleyh biz Hazret-i Allah'a bağlıyız. Bize "Birilerinin elemanı" yaftasını yapıştırmak çok büyük bir hakarettir. Zira Hazret-i Allah'ın nurunu yayma vazifesini yapan bir kimseye bu iftirayı atmak, Hazret-i Allah'ın nurunu söndürmeye, hükümsüz kılmaya çalışmaktır. Zaten bunların maksadı da budur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff: 8)" (Hâin Tezgâh s. 100-103)

 

CIA Bağlantılı Kişilerin Kurduğu Tuzak:

2019 yılında gazetelerde yayınlanan bir haberle öğrendik ki;

2008 yılında CIA bağlantılı kişiler FETÖ liderine yazdıkları bir mektupta Muhterem Ömer Öngüt'ü şikâyet etmişlerdi ve bu mektubun 2009 yılında FETÖ tarafından kurulan kumpasa zemin hazırladığı anlaşılıyordu.

Çünkü 2009 yılındaki kumpasta FETÖ Muhterem Ömer Öngüt'ü askeriye tarafından kullanılan bir kimse gibi göstermek istiyordu. Bu ifadeler 2008 yılındaki mektupta aynen geçiyordu. Ve bu mektubu yazanlar FETÖ liderinin ölüm korkusunu istismar etmek için işin içine suikast tertibi gibi yalan yanlış şeyler de karıştırmışlardı.

FETÖ üyeliğinden yargılanan, eski MİT mensubu, daha çok CIA bağlantısı ile meşhur Özbek asıllı Enver Altaylı'nın Fetullah Gülen'e yazdığı ve bazı basın organlarında yayınlanan, Altaylı'nın mahkeme sürecinde ortaya çıktığı anlaşılan bu mektupta şu ifadelerin geçtiği belirtilmektedir:

"… Yeni ekibin güdümündeki bazı askeri mahfillerde, şahsınıza ve yakınlarınıza karşı kin ve düşmanlık duyguları tahrik edilmektedir. Hatta bunlar sizin katledilmeniz gerektiğini, bu mümkün olmazsa yakınlarınız hedef alınarak canınızın yakılması gerektiğini dahi ifade ediyorlar.

Mesela bunların kontrolünde olan Ömer Öngüt çevresindeki bazı ülkücü gençler açıkça sizi, mümkün olmazsa yakınlarınızı katletmekten bahsediyorlar."

Görüyorsunuz FETÖ terör örgütü liderini Muhterem Ömer Öngüt aleyhinde harekete geçirebilmek için yalan ve yanlış bilgi veriyorlar ve iftira atıyorlar. Kumpas bir yıl önceden kurulmuş.

Bu mektuptaki "Mesela bunların kontrolünde olan Ömer Öngüt" iftirasının 2009 yılındaki kumpasta aynen kullanıldığı görülmektedir.

Bu iftiralara Muhterem Ömer Öngüt şöyle cevap vermişlerdi:

"Değil yakınlarımız bizi uzaktan tanıyan kimseler dahi bilir ki; biz hiç kimsenin "Hazırda bekletilecek bir elemanı" değiliz. Bizim bağlılığımız yalnız ve yalnız Hazret-i Allah'adır. Kimse bizi hazırda bekletemez, kimse bizi yönlendiremez." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s. 11)

Bu mektuptaki diğer bir iftira ise "Muhterem Ömer Öngüt'ün çevresinde bulunan bazı ülkücü gençlerin FETÖ terör örgütü liderini, mümkün olmazsa yakınlarını katletmekten bahsetmesi"dir.

Burada da FETÖ terör örgütü liderinin bir zaafı olarak bilinen can korkusunu kullanmak istedikleri görülüyor.

Halbuki Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri yapmış oldukları mücadeleyi "Kalemle cihad" olarak tanımlamışlardır ve hiçbir yakınına hiçbir zaman katletme, başkalarının zarara uğratılması gibi bir söylemleri, telkinleri asla olmamıştır. Bu gibi yollara tevessül etmek isteyenlere asla pirim vermemişlerdir.

Bu husustaki bir beyanları da şöyledir:

"Binaenaleyh biz bu mücadeleyi Allah-u Teâlâ'dan korktuğumuz için, O'nun dininin müdafaası için yaptık. Hakikatleri olduğu gibi neşrettik, kimseden de çekinmedik.

Buna kalemle cihad denilir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s. 29)

(bkz. https://www.hakikat.com /duyuru/kamuoyuna-duyuru)

Bu mektuptan açıkça anlaşılıyor ki küffar bu Zât-ı âli'nin yaptığı mücadeleden, cihadından rahatsız olmuş.

Rahatsız olmuşlar ki hedefe koyuyorlar.

Bu kadar büyük cihadı, bu mücadeleyi ondan başka kim yaptı?

Küffarın bu Zât-ı âli'den, din ve vatan bölücülerine karşı vermiş oldukları mücadeleden rahatsız olduğunu biz duyuyorduk. Ve böylece belgesi de ortaya çıkmış oldu.

Zira bu mücadele memleketimizi bölüp parçalamak isteyen, müslüman halkı birbirine düşürmek isteyen küffarın planlarına engel olmuştur.

 

Diğer İftira ve Yalanlar:

Süleymancılar da geri kalmadılar. Kadir Mısıroğlu üzerinden iftira ve hakaret ettiler, onlara da dergimizde, "Süleymancıların İçyüzü" kitabında gereken cevaplar verildi.

Onun bu iftiralarına sarılanlardan birisi de Ahmet Akgündüz oldu.

Ahmet Akgündüz FETÖ'yü İslâm dairesine sokmaya çalışıyor ve fakat Muhterem Ömer Öngüt'e "Sahte" diyor, dergimize "Hakikatsiz" diyor, hakaret ediyor, iftira atıyor, yetinmiyor Kadir Mısıroğlu'nun iftiralarından medet umuyor, sayfasında yayınlıyordu. (Ahmet Akgündüz'e verilen cevaplar ve Ahmet Akgündüz'ün İçyüzü dergimizin Ağustos 2019 tarihli 311 ve Ekim 2019 tarihli 313. sayılarında; Kadir Mısıroğlu'nun iftiralarına cevaplar ise dergimizin Mayıs 2012 tarihli 224. sayısında ve "Süleymancıların İçyüzü" isimli kitabımızda yayınlanmıştır.)

Kısaca söylemek gerekirse;

İslâm'a en büyük darbeyi vuran FETÖ'ye, "Muhammedü'r-Resulullah demese de olur" diyen FETÖ'ye, memleketimizi Yahudi'ye, Amerika'ya peşkeş çekmeye çalışıp "Haçlılar zulüm yapmamıştır" diyen bu hâinlere Ahmet Akgündüz bugün bile hâlâ çıkıp "Kâfirdir, münafıktır diyemezsiniz", "ajan değildir" derken, FETÖ'den hüküm giyen bir kimseye "Evliyâ" derken; FETÖ'nün bu ihanetini ortaya seren Muhterem Ömer Öngüt'e ve dergimize hakaret edip, iftira attı.

Ahmet Akgündüz Hollanda'daki üniversitesine İslâm adını verdiği hâlde, Avrupa'da İslâm'a yapılan taciz, tecavüzlere karşı sessiz kaldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e yapılan hakaretlere cevap vermedi. Oysa bu Zât-ı âli küffarla kıyasıya mücadele etti.

Bir başkası; 2019'da ölen Kadir Mısıroğlu "Keşke Yunan galip gelseydi" demiş, Kudüs fatihi Selâhaddin Eyyûbî'ye hâşâ "Şerefsiz", "Hayvanoğlu hayvan" diye hakaret etmiş; "Memleket darü'l-harptir, fâiz alınabilir" diyen küfür ehliyle birlik olup bunlara söz dahi söylememiş; ve fakat şom ağzı ile çıkıp Muhterem Ömer Öngüt'e hakaretlerle düşmanlık yapmıştı.

Ve şimdi de Vehhâbilere dair kitabı olan, Vehhâbîlerin küfürde olduklarını, İslâm'dan çıktıklarını yazan bu Zât'a, Vehhabi iftirası atan, onun aziz hatırasına hakaret eden mahlûklar türedi. Bu gibi kimseleri kullanarak saldırmaya, dün olduğu gibi bugün de hâin tezgâhlarına devam ediyorlar.

Demek ki kâfirler hâlâ bu Zât-ı âli'den ve eserlerinin halkı irşad ve tenvir etmesinden çok rahatsızlar.

 

Bugün Kurulan Tuzak; Aynı Tezgâh, Aynı Kumpas:

Binaenaleyh dün nasıl bu Zât-ı âli'yi karalamaya çalışmışlarsa, nasıl aleyhinde kumpas ve tezgâhlar kurmuş, yalan ve iftiralar uydurmuşlarsa, bugün de benzerleri yapılmak isteniyor. Devir değişiyor ihanetin ve küfrün fıtratı değişmiyor.

Bugün yapılan karalama kampanyasını ve iftirayı geçen ayki dergimizde arzettik. Muhterem Ömer Öngüt'e Vehhâbi iftirası atmaya çalıştılar, sosyal medyada "İnsan, Dünya ve Ahiret" isimli eserine Vahhâbilerin kitabı dediler. Vehhabilerin yoldan, izden, dinden çıktıklarına dair Türkçe, Arapça, Almanca kitaplar yazan bir Zât'a Vehhâbî diye en alçak iftirayı atanlar, kisvesi müslüman görünen bir güruhtu.

Bu alçaklığı bir dinsiz, bir kâfir yapmıyor ama bu hâinler yapıyor.

Nasıl ki FETÖ bu Zât-ı âli'yi ismi kesinlikle yan yana gelmeyecek, hakkında kitap çıkarttığı Evrenesoğlu gibi bir adamla aynı kefeye koymaya çalışmışsa bunlar da bugün Vehhabilerle yan yana koymaya çalıştılar. Niyetleri aynı, küfürleri aynı. Maksatları karalamak, ortalığı karıştırmak. Şeytan bunların akıl hocası olmuş, küfrün telefonu paralel çalışıyor.

Bir niyetleri de FETÖ gibi devleti ele geçirmek. Bu yüzden FETÖ'den boşalan yerleri doldurmaya çalışıyorlar, FETÖ'den öğrendikleri taktikleri kullanmaya çalışıyorlar.

Bunları yapanların amacı kışkırtmaktır.

Danimarka'da Resulullah Aleyhisselâm'a hakaret karikatürleri yayınlandığında şöyle buyurmuşlardı:

"Kışkırtmak için yaptılar bunu. Onun için bu oyuna gelmemek lâzım. Çok tedbirli olmak lâzım. Kışkırtma ile değil, ateşle değil, ilimle cevap vermek lâzım." (2005)

 

Muhterem Ömer Öngüt -k.s.- Bunları Seneler Önce Bize Tanıttı:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri; İslâm dini'nden göründüğü halde, dinden sapan ve saptırmaya çalışan bu gibi fırkaların içyüzünü; haklarında kitaplar çıkartarak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle seneler önce ortaya serdi ve inananları bunlara karşı ikaz ve irşad etti. Bunların din ve vatan bölücüsü olduklarını, İslâm'ı ve müslümanları paramparça etmeye çalıştıklarını, cihadı ceplere açtıklarını, İslâm'da olmadığı halde para topladıklarını, İslâm'ın yüzkarası birer sahtekâr olduklarını ilân ve ikaz etti.

FETÖ başta olmak üzere bu gibi dinde ve vatanda bölücü olan fırkaların içyüzü aşikâr oldukça bu Zât-ı âli'nin ne kadar haklı olduğu gün gün ortaya çıkıyor.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin haklarında kitap çıkarttığı her bir bölücünün içyüzü zamanla ortaya çıkıyor.

Ey Müslüman!

FETÖ'nün içyüzünü son anda bütün dişlerini gösterip, vatana ihaneti aşikâr olduğunda anladın, kabul ettin. Bu bölücülerin içyüzünü de bütün maskelerini çıkarttıklarında mı anlayıp kabul edeceksin?

Halbuki bu zât seneler evvel haber verdi, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ilân etti. Hâlâ uyanmayacak mısın?

FETÖ 15 Temmuz'dan sonra gücünü kaybetti, iyice yeraltına indi, ancak icraatına devam ediyor, özellikle sosyal medyayı kullanarak hâlâ memleketi karıştırmaya çalışıyor. Son zamanlarda çok aktifler, yeniden palazlanmaya çalışıyorlar.

Bugünlerde FETÖ plânlarını içine sızdığı bazı cemaat, gruplar üzerinden tatbike koymaya çalışıyor. Bu gibi gruplar da öz niyetleri, ihanet duygusu aynı olduğu için her türlü provakasyona ve yönlendirmeye maruz kalıyor. İşte yöntem aynı, hedef aynı, gayeleri aynı, niyetleri aynı. Halkımızın da devletimizin de bu ve bunun gibi din ve vatan hainlerine karşı çok uyanık olması lâzım.

Dikkat ederseniz memleketimizin üzerinde büyük oyunlar oynanıyor ve bunu plânlayanlar İslâm ve vatan müdafisi Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni her devirde hedef alıyorlar. Bu hâinler icratlarına devam ediyorlar, vazifeleri bu...

Bu iftira kampanyasını yapanlar da FETÖ'nün ihanetini, taktiklerini taklit etmeye, FETÖ'den boşalan boşluğu doldurmaya, dünya saltanatı kurmaya çalışıyorlar. Yarın bunların da devleti ele geçirmeye çalıştığını, kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımamak için çalıştıklarını, entrikalar çevirdiklerini görürsek şaşırmayalım. Zira İslâm'dan sapan, nefsinin heva ve hevesine uyan kimseden her şey beklenir. Çünkü onun hocası artık şeytandır.

Sıfatına bakarsan İslâm'ın ön safında imiş gibi caka satıyor, ancak en adi iftirayı atmaktan çekinmiyor, bile bile yalan uydurmaktan utanmıyor.

 

Bu "Hâin Tezgâh"lar Niye Yapılıyor?

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- FETÖ'nün kurduğu kumpas ve iftiralara cevap olarak hazırladığı "Hâin Tezgâh" isimli eserinde bu hususta şunları yazmışlardı:

"Bunların "Küfrü hoşgörü" icraatları İslâm akidesine zarar verdiği için, müslümanların iman kalesini çökerttiği için müdahale ettik.

Allah-u Teâlâ'nın hükmünü, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri ortaya koyduk.

Yoksa bizim kimseye bir garezimiz yok. Kimsenin küfrüne de rızamız yok. İman kalesinin yıkılmasına ise asla tavizimiz yok.

Aslında bu neşriyatımız kendileri için de bir rahmetti. Doğru yola dönmeleri için. Ancak dinlemediler, uzaklaştıkça uzaklaştılar. Küfrün kucağına yerleştiler.

"Sen onları hidayete çağırsan da onlar aslâ hidayete gelmezler." (Kehf: 57)

Hakikaten hidayete çağırsan da hidayete gelmezler.

Çünkü onların taptıkları put var.

"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkân: 43)

"Çünkü onlar, imana girdiler, sonra kâfir oldular. Bunun üzerine kalpleri mühürlendi de, onlar artık anlamaz bir toplum oldular." (Münâfikûn: 3)

"İman ettikten sonra kâfir olup ve küfürde daha da ileri gidenlerin tevbeleri aslâ kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların tâ kendileridir." (Âl-i imrân: 90)

Bunların iç durumunu ortaya koydukça bize düşman kesildiler.

Âyet-i kerime'lerin karşısında cevap veremeyince intikam almaya çalıştılar.

Biz din-i İslâm'ın müdafiliğini yapıyoruz. Onlar ise küfrün müdafiliğini yapıyorlar.

Biz hakikati neşrediyoruz. Onlar ise yalan ve iftira neşrediyorlar.

O günkü gazetelerinde (FETÖ küfrünü ilan etmeden önce 6-7 Haziran 1988'de Zaman gazetesinde yayınlanan röpürtaj) yayınlanan nasihatlerimizin ne kadar lüzumlu olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor.

"En büyük keramet istikamet üzere olmaktır." buyurulmuştur. Bugün istikamet üzere gitmek çok zorlaşmıştır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." buyuruyor. (Hud: 112)

Resulullah Aleyhisselâm bu Âyet-i kerime'ye işaretle

"Sûre-i Hud ile benzeri sûreler beni ihtiyarlattı." buyurmuşlardır. (Tirmizî)

Oysa bunlar hiçbir emri dinlemediler. Hatırlatılan âyet ve hadisleri görmezden geldiler. Para toplamakla başladılar. Sonunda küfrü hoş gördüler.

İşte bunlar bizi bu kadar yakinen tanıyorlardı.

Oysa şimdi bunun taraftarları bizi karalamaya çalışıyor. İftira ile ortalığı karıştırmak istiyorlar. Televizyonlarında, gazetelerinde hakkımızda iftiralar neşrediyorlar.

Halbuki biz bugüne kadar Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif ile kendilerini ikaz ettik, müslümanları tenvir ettik.

Sizin bu düşmanlığınız bize mi, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lere mi?

Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri görünce ona göre kendinizi düzeltmeniz gerekmez miydi?

Ama siz küfrü hoş görmede inad ettiniz. Küffarla birlik oldunuz. Şeytan size bunu süslü gösterdi. Artık dönemiyorsunuz.

"Şeytan kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yola gelip hidayete giremiyorlar." (Neml: 24)

Küfrü hoş görmeye başladıktan sonra imanlı talebeleri yavaş yavaş küfre meylettirdiniz. O genç dimağlara küfrü hoş göstermeye çalıştınız ve küfre daldırdınız.

Dinimizin ve vatanımızın en büyük düşmanları ile dostluk, birlik ve beraberlik kurdunuz. Papazlarla anlaştınız, papazları resmen "Hazret" kabul ettiniz. "Küfrü hoş görün!" diyerek milyonlarca müslümanı küfre kaydırmak istediniz. Papaya yazdığınız mektup bunun bir delili değil midir?

Halbuki size Allah-u Teâlâ'nın hükümleri hatırlatıldı.

"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)

Biz sizi ilâhi hükme davet ediyoruz.

"Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece: "İşittik ve itaat ettik!" demekten ibarettir. İşte saadete erenler onlardır." (Nûr: 51)

Biz saadete ermek istiyoruz, siz ise dünyayı istiyorsunuz." (Hâin Tezgâh, s.113-123)

"Bizim ömrümüz insanlara hakikati anlatmakla, Allah ve Resul'üne davet etmekle geçmiştir.

Makam, nam, şöhret, menfaat peşinde olmadım. İslâm'a tam bir teslimiyetle bağlı kalmaya çalıştım.

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hud: 112)

Âyet-i kerime'sini düstur edindim. Müslümanlara da bunu tavsiye ettim.

Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.

İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin içinde de bölücüler türedi. Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye çalıştıkları gibi bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm bölmeye, kendi nam ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını hüküm yerine koymaya, insanları nefis putunun etrafında toplamaya çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak belli bir vakte kadar." (Hâin Tezgâh, s. 27-28)

"Bu iftiralar;

"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Mâide: 54) Âyet-i kerimesi'ni düstur edindiğimiz için, hakikatleri korkmadan, çekinmeden neşrettiğimiz için oluyor.

… Çünkü biz İslâm dininden görünen birçok grubun yaptıklarının İslâm dininde olmadığını açıkça neşrettik. Eserlerimizi inceleyen bunu açıkça görecektir. Biz İslâm müdafiliği yapıyoruz. Yaklaşık yirmi senedir İslâm dini'nin asliyetini bozmak isteyenlerle, halkımızın imanını çalmak isteyenlerle kalemle mücadele yürütüyoruz, eserler neşrediyoruz. Bundan rahatsız olanlar ise hatalarını düzeltmek yerine iftira ile bizi susturmaya çalışıyorlar." (Hâin Tezgâh, s. 21)

"Bizim bu müdahalemiz bu yalancı ve iftiracıları durdurttu, istedikleri gibi at koşturamadılar. İslâm dini'ni bölmekte muvaffak olamadılar. Ancak halkı böldüler, gönüllerde fitne ve fesadı çoğalttılar. Doğrularla yalanları, hakikatle dalâleti karıştırdılar. Böylece en büyük zararı bu millete yapmış oldular.

Allah-u Teâlâ âkıbetimizi hayırlı etsin. Büyük sıkıntıların gelmesinden korkulur. Bu memlekete çok büyük kötülükleri oldu. Bizden sonra artık her türlü şeyi bekleyin.

Binaenaleyh bunların bu iftiraları, yaptığımız neşriyat dolayısı iledir." (Hâin Tezgâh, s. 28-29)

Nitekim "Hâin Tezgâh" isimli bu eserleri yayınlandıktan sadece iki yıl sonra 2012 yılında MİT kumpası, 2013 yılında 17-25 Aralık olayı ve 2016 yılında FETÖ darbe teşebbüsü yaşanmıştır.

 

FETÖ İle 30 Yıldır Kim Mücadele Etti?

Onun Din ve Vatan Bölücüsü Olduğunu, Hâin Olduğunu, Başka Kim Söyleyebildi?

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu Amerikan ajanı hâinlerin içyüzünü ve küfrünü duyurmak için adeta feryad etmişler, tek başına büyük bir mücadele ve mücahede yapmışlardı!

Birçok kimsenin bunlara müslüman nazarı ile baktıkları, maddi-mânevî destek verdikleri, devlet imkânları arkalarında olduğu bir zamanda bu Zât-ı âli bunların dinden çıktıklarını, kâfir olduklarını, hain olduklarını, küffarın ajanı olduklarını, küffarın ordusuna asker yetiştirdiklerini, din ve vatanda bölücülük yaptıklarını, büyük zararlar verdiklerini, gizli maksatlarının olduğunu müteaddit defalar haber vermişler, mekteplerinin kapanması gerektiğini, İslâm'ın ve vatanın yıkılmaması için bunların yıkılması gerektiğini söylemişlerdi.

Bugünkü verilen mücadelenin muvaffak olmasında yıllar yılı süren bu irşadın büyük katkısı olmuştur.

Zira bu ikaz ve irşadlar olmamış olsaydı, bunlar çok daha pervasız bir şekilde memleketimizde at koşturacaklardı. Zamanında bu ikaz ve irşada kulak verilmiş olsaydı, bunlar memleketimize bu kadar zarar veremezdi.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 15 Temmuz'dan evvel bu hainin maskesini çıkarmış, halkımızın görmesi için yazılar yazmıştı.

Bakınız FETÖ'yü nasıl tarif ediyorlar:

"O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ'nın en çok buğzettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)

Âyet-i kerime'lerinde haber verildiği üzere, doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a harp ilân ettiler.

Bu nur çıkınca, iç yüzlerini açığa vurunca bunların soygunları bitti. Bu para toplama hırsı onları İslâm dininden rahatça çıkardı.

Bu da yetmiyormuş gibi imanlı talebeleri yavaş yavaş küfre meylettirdiler. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret olarak kabul ettiler. "Küfrü hoş görün!" diye milyonlarca müslümanı küfre kaydırdılar.

Nitekim papaya yazdığı mektup ve muhtevası gazetelerde neşredildi.

Alenen Hazret-i Allah'a karşı geldi ve küfrü hoş gördü, hoşgörüyü ilân etti ve bütün müslümanları kâfir olmaya dâvet etti.

Ona tâbi olanlar ona uydular, papazlarını hazret olarak kabul ettiler ve onlara tâbi oldular, hepsi birden küfre kaydılar.

Böylece kendilerine tâbi olanları, o masum yavruların hepsini küfrün kucağına attılar." ("Sözler ve Notlar 10", Birinci baskı: Ocak 2000, s. 495-496)

"Allah-u Teâlâ müminlere, dost ve düşmanlarını ayırdetmesini muhakkak emrediyor ve Âyet-i kerime'sinde:

"Ey inananlar! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin! Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?" buyuruyor. (Nisâ: 144)

Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü budur. Bu ilâhî hükmü kaldırıyorlar, bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyorlar. Allah-u Teâlâ'nın haklarındaki hükmü ise küfürdür." ("Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü", 1. Baskı: Temmuz 2000, s. 566)

"Dinini ilân edip, papazı "Hazret" kabul eden, papanın kucağına giden, onun maksad ve gayesinin hedefe ulaşması, müslümanların hıristiyanlaşması için çalışan, din-i İslâm'a ve güzel vatana en büyük ihanette bulunan nankörlere siz hâlâ müslüman mı diyeceksiniz?" ("Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü", 1. Baskı: Temmuz 2000, s. 596-597)

"Bu güzelim vatanı bölmek için küfrü yaymak için çok çalışıyorlar.

Küfrü hoş gördüğüne göre hıristiyanlar namına çalışıyor, İslâm'ın ise aleyhinde çalışıyor.

Amerika'da yaşayıp oradan idare ettiğine göre, Amerika kendi nam-ı hesabına kullandığına göre Amerikan ajanıdır. Onların himayesi altındadır.

Türkiye ve İslâm'la hiçbir ilgisi yoktur. ABD'nin direktifi ile çalışır. En büyük İslâm düşmanıdır.

Küfrü hoş görenleri oradan idare ediyor. Hususi görüntülü telefonları vardır, onlarla konuşuyor. Ayna gibi halk onu görsün.

Bütün gayesi hıristiyanlarla bir olup İslâm kalesini içten içe yıkmaktır.

Bunu bir müslüman yapar mı?

Bu icraat bizden görünüp içten tehlike arzeden münafıklara yakışır." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", 1. Baskı Mart 2005, s. 144-145)

En büyük din ve vatan düşmanı olan FETÖ ile otuz yıldır kim mücadele etti?

Kimse edemedi!

Kim bunlara kitaplarında, dergilerinde Amerikan ajanı, vatan haini diyebildi?

Kimse diyemedi!

Herkes müslüman olduğunu söylerken, "Hizmet ediyor!" derken, bunların kâfir ve münafık olduğunu, bölücü ve hain olduğunu kim söyledi?

Sadece o söyledi!

Seneler evvel halkı kim uyardı?

Yalnız o uyardı!

Bu FETÖ ile mücadeleyi bunca yıldır kalem ile Türkiye'de ve dünyada ondan başka kim yaptı?

Kimse yapmadı, ondan başka!

 

 

Muhterem Ömer Öngüt'ün Gayesi

 

"Biz "İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET" ederiz. Gelenlerin gönüllerine Hazret-i Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetini ve emirlerini koymaya, her türlü bölücülükten arındırmakla yalnız Hazret-i Allah ve Resul'ünde -sallallahu aleyhi ve sellem- birleştirmeye, aralarında gerçek bir kardeşliğin tesisine gayret ederiz.

Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan."

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, İlâhî Görüş Birliği'ne Dâvet, s. 134)

 

"Devlet İttifaktan Doğar,

Devletsizlik İse Nifaktan":

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri; "Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan" buyurarak bu hususu şöyle izâh etmişlerdir:

"İslâm dini kardeşlik dinidir. Uhuvvet İslâm'ın temel düsturlarındandır.

"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfâl: 46)

Hazret-i Allah'ın emri budur. Hazret-i Allah'ın kitabı budur, Hazret-i Allah'ın dini budur. ...

Biz "İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET" ederiz. Gelenlerin gönüllerine Hazret-i Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetini ve emirlerini koymaya, her türlü bölücülükten arındırmakla yalnız Hazret-i Allah ve Resul'ünde -sallallahu aleyhi ve sellem- birleştirmeye, aralarında gerçek bir kardeşliğin tesisine gayret ederiz.

Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.

Müslümanların birbirine yaklaşmaları, birleşmeleri, aralarında bir dayanışma husule gelmesi en büyük arzumuzdur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretlerimiz'den niyaz ederim ki fakirin bu arzularını basiret sahibi din kardeşlerimin ibret kulaklarına ulaştırsın, feyiz ve bereketini de ihsan buyursun.

Muhakkak iç ve dış din ve vatan düşmanlarına karşı yekvücud olmamız lâzım.

Âyet-i kerime'lerde:

"Mü'minler kardeştirler." (Hucurât: 10)

"İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız." buyuruluyor. (Mâide: 2) (Ey Müslüman Kardeş! Düşmanını Tanı Dinini ve Vatanını Muhafaza Et! s. 429-430)

"Allah-u Teâlâ muhakkak birleşmeyi emir buyururken bizim Allah ve Resul'ünde birleşmemiz mi daha hayırlıdır, yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tabi olup paramparça olmamız mı? "Elbette birliktir" diyeceksiniz. O halde Allah ve Resul'de birleşelim. Bu "İlâhi Görüş Birliği'ne Dâvet"tir.

Hazret-i Allah'ta, Resulullah Aleyhisselâm'da, Kitabullah'ta birleşelim. Yek vücut halinde hem dinimizi hem vatanımızı kuvvetlendirelim.

Allah'ımız bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir. İslâm'da kardeş olalım."

"Eserlerimiz incelendiğinde siyasi hiçbir şey bulamazsınız. Gayemiz İslâm'dır, isim değil, muradımız Hazret-i Allah ve Resul'üdür, bölücülerden herhangi biri değil.

Bizim bütün gayemiz budur, Allah ve Resul'üdür, Hazret-i Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktır."

"Bizim iki gayemiz var; nuru yaymak, küfrü kaldırmak!.."

"Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.

İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin içinde de bölücüler türedi. Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye çalıştıkları gibi bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm bölmeye, kendi nam ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını hüküm yerine koymaya, insanları nefis putunun etrafında toplamaya çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak belli bir vakte kadar:

Gerek İslâm'a ve gerekse vatana düşman olan bu bölücüleri iyi tanıyın. Sakın parçalanmayın. Sabırlı olun. Allah-u Teâlâ yardım edecek ve bunları, bu küfür ehlini bir bir yok edecek. Din-i İslâm ve vatan selâmet olacak."

(Ey Müslüman Kardeş! Düşmanını Tanı Dinini ve Vatanını Muhafaza Et! s. 431)

 

Bu Zât-ı Âli'nin Gayesi;

Din-İman, Vatan-Bayrak İdi:

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu husustaki bazı beyanları şöyledir:

"Bizim iki gayemiz vardır; iman ve vatan. Vatansız iman da korunamıyor.

Vatan imanı muhafaza eder. Çünkü vatansız iman kazanılmıyor. Bu vatan çok, çok güzel amma vatandaşlar bunu bilmiyoruz. ...

Bütün bölücüler vatan gemisini bütün güçleriyle batırmaya çalışıyorlar.

Bu yüzden evvelâ dinden uzaklaştırmak, dinde parçalara ayırmak, cihat azmi ve aşkını kırmak, vatan sevgisini yok etmek, bayrağa saygıyı kaldırmak istiyorlar.

İfşaat edin, ikaz edin! Dini, vatanı müdafaa edin! Bizim bu kitapları yaymaktaki amacımız; dini, imanı ve vatanımızı korumaktır. Çünkü bu vatan çok güzel bir vatan."

"Bu vatan bir emanettir. Osmanlılar harbe giderken 'Allah'ım bu vatan sana emanet' der, öyle giderlerdi. Emanet olduğu için iç düşman, dış düşman çok ama yıkılmıyor. Emanet olduğu için yıkılmıyor da halk bunun farkında değil."

"Birçok Osmanlı Padişahı sırf Allah için cihada çıktı, vatanı ve milleti Allah'a emanet etti öylece yola çıktı. Allah-u Teâlâ o emaneti kabul etti. Bizler hâlâ o emanet sayesinde ayaktayız, İlâhî yardım ve destek altındayız.

Hiç şüpheniz olmasın Allah-u Teâlâ bu emaneti kabul etti. İlâhi muhafazaya aldı. Yoksa kâfir dışarıdan, münafıklar ve fâsıklar içeriden yıllardır bu devleti yıkmaya çalışıyor. İlâhi muhafaza olmasa ayakta kalması mümkün değildi.

Bütün kabahatlerimize rağmen bu memleket bu sayede ayakta duruyor.

Böyle bir zamana geldik ama Rabb'imiz kimin yüzü suyu hürmetine koruyor ise koruyor. Rabb'im korusun."

"Bu güzel vatanı bozmaya kimsenin hakkı yok. Çünkü vatansız din de olmuyor. Küçüklüğümü Yugoslavya'da geçirdiğim için, onların bayrağı Sırp bayrağı idi. Buradakiler, yabancı bir bayrağın altında yaşamanın ne olduğunu bilmiyorlar. Azgın, taşkın, dinsiz, imansız insanlar evvelâ memleketin polisine, askerine hücum ediyor. Sen kimi yıkmaya çalışıyorsun? Bir bak şöyle, kimi yıkıyorsun? Sen kendi vatanını yıkıyorsun. Açık söylüyorum o zaman sen bu vatanın evlâdı değilsin."

Niyet-i hâlisa ile imanımızı ve vatanımızı korumamız lâzım.

 

Bu Zât-I Âli'nin Gayesi

Allah ve Resul'ünde Birlik Olmaktır:

"Dinimizde, devletimizde bir ve beraber olalım. Her tarafımızı düşman kaplamış, ittifaksızlık sebebiyle devleti kaybedersek, küffarın idaresinin altına girersek durum ne olur? Allah'ımız muhafaza buyursun."

Kendileri bu birlik ve beraberliği ortaya koyan eserlerinde önceliği din ve vatan bölücülerini tanıtmaya ve onların fitnelerini söndürmeye vermişler, bu hususta bölücülerle, hainlerle çok ciddi bir mücadele yapmışlardır. Gerek kitaplarıyla, gerek dergileriyle hiç kimseden çekinmeden tek başlarına cihad etmişlerdi.

Onun içindir ki vatanımızın durumunun çok nazik olduğu, her an harbe girme ihtimali olduğu 1. Körfez Savaşı'nın olduğu 1991 yılında bu bölücülerin tezviratı sebebiyle şöyle buyurmuştu:

"İrancılar İran'a hayran, Saddam'cılar Irak'a hayran, dinsizler komünistliğe hayran... Hayran oldukları yerlere gidiversinler.

Bu dinimiz ve vatanımız için büyük bir ihanet ve nankörlüktür. Amma bunların şu güzel vatanımızda bölücülük ve bozgunculuk yapmaya hakları yoktur.

Bunun içindir ki bu yetmiş iki fırka dini ve vatanı paramparça ettiklerinden, dış düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü dış düşmandan daha çok tahrip ve tahrif yapabilirler, bunun için cehennemliktirler." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, s. 174)

Dinimize ve vatanımıza kast eden bu bölücülerin hem imanlara hem de vatana zarar verdikleri; imanı ve vatanı bölmeye çalıştıkları; imanları ve güzel vatanımızı kâfire peşkeş çekmek için yarıştıkları ayan beyan ortadadır.

O halde birlik ve beraberliğimizi nasıl sağlayacağız? Nerede, neyin etrafında bir ve beraber olacağız?

Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri kendi ismine davet etmemiş, Allah ve Resul'üne davet etmişlerdir. "Her isim bir dindir." buyurmuşlar, "İlâhî Görüş Birliği'ne Davet" ismiyle eser neşretmişler, "Allah ve Resul'ünde birleşelim." beyanları ile birlik ve beraberliğin reçetesini öz olarak ortaya koymuşlardır.

"Bütün bölücüler birliğin ancak kendi kurduğu din üzerinde olmasını isterler. Allah ve Resul'ünde birleşmeye yanaşmazlar. Rıza-i İlâhi için çalışmak, onların işine gelmez, onlar yalancıdırlar ve halkı sapıttırıyorlar.

Biz ancak Allah-u Teâlâ'nın ahkâmını tebliğe memuruz Allah ve Resul'ünde birleşmeye davet ediyoruz. " (İlâhî Görüş Birliği'ne Dâvet, s. 190)

Birlik ancak böyle olur, birlik ancak burada olur. Yoksa fitne çıkartanların fitnelerini hoş görmekle ancak fitne büyümüş olur. Bugün görüldüğü gibi.

Çünkü bu din bölücülerinin yüzünden, müslümanlar fırkalara ayrılmışlar paramparça olmuşlardır.

Bir kimse bölücülükten rücu ederse dünya-ahiret kardeşimizdir. Ancak dinde ve vatanda bölücülük yapanlarla değil birlik olmak, onlarla mücadele etmek ilâhî bir emirdir.

"Hepiniz topluca, sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın." (Âl-i imran: 103)

Birlik ve beraberlik ancak "Allah'ın ipine sarılmakla" mümkündür.

"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." (Enfâl: 46)

Hazret-i Allah'ta, Resulullah'ta, Kitabullah'ta birleşelim. Yekvücud halinde hem dinimizi hem vatanımızı kuvvetlendirelim.

"Zira devletsiz olunca dinini de yaşayamıyorsun. Bunun yegâne sebebi, bu bölücülere diyoruz ki; Bırakın artık şu ilâhları, imansız imamları, deccalden daha beter olan sapıtıcıları!

İslâm dinine dönün. Hazret-i Allah'ta, Kitabullah'ta, Resulullah'ta birleşelim, yekvücud halinde hem dinimizi hem de vatanımızı kuvvetlendirelim." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, s. 192)

Zât-ı âlileri harp afatının ve sıkıntılarının memleketimize de sirayet edeceğini haber vermişler ancak memleketimiz için hem iç, hem dış tehlikelere karşı devletin birliği, dirliği ve bekası için niyaz etmişlerdi.

"Dikkat ederseniz, işgal altındaki müslümanların tek ümidi Türkiye'dir. En çok buraya gönül bağlarlar. Ümitleri ve gönülleri bu vatandadır. Fakat müslüman gibi görünenler, gerek dinimize, gerek vatanımıza, içten saldırdıkları için dış düşmandan çok daha tehlikelidirler.

Dinine ve vatanına ihanet eden, Türk bayrağını paçavra olarak görenlerin dine ve vatana yaptığı ihanet budur.

Cenâb-ı Hakk bu vatanı koruyacak, muhafaza edecek. ...

Binaenaleyh bizim duâmız hep başkaları için, Ümmet-i Muhammed'in iman ve selâmeti için." (Ey Müslüman Kardeş! Düşmanını Tanı Dinini ve Vatanını Muhafaza Et! s. 431-432)

 

İrşad ve Mücâdelesi Eserleri İle Devam Eden Bir Zât:

"Bu nur bugün için değildir. Bu nur, kıyamete kadar geçerlidir. Siz bu nura yapıştıkça Allah-u Teâlâ sizi kurtarır. Bunu böyle bilin, ötekilere de aldanıp saplanmayın.

Dikkat ederseniz neler çıktı. Sahte mehdiler, sahte isalar çıktı. Ama bir tane değil, birkaç tane. Çok fesatçılar, ifsatçılar, sapmışlar çıkar ve çıkıyor.

Fakat Cenâb-ı Hakk'ın izniyle nur ile aydınlatmaya çalışıyoruz. Bu kıyamete kadar geçerlidir. Bugün için de değildir."

"Bu kitaplar, müslümanlar sıkıştığı zaman iş görecek. Yegâne tutunacak yer, kitaplar olacak. Bizden sonra insanlar hakikati öğrenmek için bu kitaplara sarılacak."

İşte bu Zât-ı âli'nin bu beyanları ve bölücülerle mücadelesi kendisinden sonra da bugün de küffarın gayesine set oluyor ve bu bölücüleri durdurtuyor.

Buradan da görülüyor ki; bu Zât-ı âli tahminle, zan ile değil, Hazret-i Allah'ın kullanması ile vazife vermesi ile hareket eden büyük bir veli idi.

Kendileri bu büyük mücadelenin önemini, kendilerinden sonrası için bu mücadelenin yapıldığını şu beyanları ile ifade etmişlerdi:

"Allah-u Teâlâ bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek için ve bu kitapları yazmakla vazifelendirdi. Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu Hazret-i Mehdi'ye ulaştıracak, ona köprü olacak." (Sözler ve Notlar 10 s. 417)

"Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir. Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim ölümümle iş bitmiyor!"

Binaenaleyh bu Zât-ı âli'nin bütün bu mücadelesi bugün daha aşikâr oluyor ve daha da olacak. Ve müslümanlara yol gösteriyor, daha da gösterecek.

 

"Tutun Onu!" (Hâkka: 30)

Sapıtıcıların, Yalancı ve İftiracı Din ve Vatan Bölücülerinin Âkıbeti:

Allah-u Teâlâ Yâsin-i şerif'in 21. Âyet-i kerime'sinde:

"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)

Buyurduğu halde müslümanlar bu Âyet-i kerime'yi göremedi, anlayamadı ve bu sapıtıcılara çok rahat yolundular.

Bir taraftan din-i İslâm'ı ifsata ve çürütmeye çalışıyorlar, bir taraftan da kendi kurdukları dini ayakta tutmaya gayret ediyorlar.

Nur yerine zulümât ile ortalığı kararttılar. Ve ortalık tam mânâsı ile karardığı bir zamanda Allah-u Teâlâ bu ilmi, bu nuru ihsan buyurdu ve lûtfetti. Bu nur ile bu dokuz muhalif yalancı, ifsatçı, tahripçi fırkalar ile mücadele ediliyor ve bu yalancı bölücülerin hepsinin hakkında kitaplar da yazıldı. Gerek Türkiye'ye gerekse bütün dünyaya neşredildi.

Nur çıkınca kararmış olan âlem aydınlandı ve kâfirlerin küfrü ortada kaldı.

Zira onlara Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah ve ispat edildi. Bu ilâhî hükümler karşısında şaşırıp kaldılar, maskeleri indi, iç yüzleri ortaya çıktı.

Hiçbir Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap veremedikleri için küfrü ister istemez kabullenmek zorunda kaldılar.

Ve fakat yarın âhirette nedametleri o kadar şiddetli olacak ki, Allah-u Teâlâ onların bu durumlarını Âyet-i kerime'sinde şöyle haber vermektedir:

"O gün zâlimlerden her biri ellerini ısırarak: 'Ne olurdu ben de Peygamber'in maiyyetinde bir yol edineydim. Vah başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim. Andolsun ki beni zikirden, bana Kur'an gelmişken o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor.' der." (Furkan: 27-28-29)

Taraf-ı ilâhi'den onlara şöyle hitap edilir:

"Tutun onu! Hemen bağlayın!" (Hâkka: 30)

"Sonra atın onu cehenneme!" (Hâkka: 31)

"Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun!" (Hâkka: 32)

"Tutun onu! Cehennemin ortasına sürükleyin! Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün!" (Duhan: 47-48)

"Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin." (Duhan: 49)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR