Mülkün mutlak sahibi olan Allah-u Teâlâ insanları dünya sahnesine denemek için göndermiştir.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter.” (Mülk: 1)
Gökte ve yerde hiçbir şey O’nu âciz bırakamaz, dilediğini yapmakta hiç kimse O’na mâni olamaz. Dilediği olur, dilemediği olmaz. Kudreti sonsuz ve sınırsızdır.
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır. O Aziz’dir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk: 2)
Yani insanın dünyaya geliş sebebi sahne-i imtihandır. Allah-u Teâlâ ilm-i ezelisinde kimin ne yapacağını biliyordu. Daha cenin halindeyken kişinin takdirini dürmüştü. Fakat kulun kendisi de görsün diye sahneye göndermiştir.
Ezelî ve ebedî ilmi ile olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilen O’dur. O’nun sonsuz ve sınırsız ilminden gizli hiçbir şey yoktur.
Hayat, deneme ve mükellefiyet yeridir; ölüm ise ceza ve mükâfat yeridir, orası imtihanın sonucudur.
Hayat, her kemâlin ve lezzetin esası olması itibariyle insanlar hakkında nimet olduğu gibi; ölüm de dünyadan âhirete intikal vasıtası olduğu için, müslümanlar hakkında hayat gibi bir nimettir. Ölüm, Hâlik’ına mahlûkunu kavuşturan en güzel bir vâsıtadır.
İnsanlar kimi zaman musibetlerle, kimi zaman nimetlerle, kimi zaman darlık kimi zaman bollukla, kimi zaman hastalık kimi zaman sağlıkla imtihandan geçmektedirler.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında yer üzerine değnekle bir kare çizdi. Onun ortasından yana doğru bir çizgi çekti. Bu çizgiden de yukarıya, aşağıya birkaç hat çekti ve buyurdu ki:
“Şu insandır. Şu da insanın ecelidir ki, insanı tamamen kaplamıştır. Şu ecel çizgisinden dışarıda kalan hat ise insanın gayesidir.
Dışarıya uzanan hattan aşağı ve yukarı çıkan hatlar ise insanın başına gelecek âfetler ve musibetlerdir. İnsan bunun birini geçerse bir başkası gelir. Onu da geçerse bir başkası.
Onu da geçerse ecel gelip çatar.” (Buhârî, Tecrid-i sarîh: 2164)
Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı ile Evliyâullah Hazerâtı’nın ibtilâları çok şiddetli olur. Fakat hiç şüphe yok ki müslümanlardan her biri de derecesine göre ibtilâdan ve imtihandan geçer.
Allah-u Teâlâ insanlara mal ve can vermiş, insanları bunlarla imtihan etmektedir. Bu imtihan ecel gelinceye kadar devam eder.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olacaksınız.” (Âl-i imran: 186)
İmtihan ve deneme çoğu zaman zor ve ağır olan şeylerde olur.
İbtilâlara sabredip ilâhî hükme teslim mi olacaksınız, yoksa olmayıp isyan mı edeceksiniz? Böylece bu durum ortaya çıkmış olacak.
Çünkü imtihan bir mihenk taşı gibidir, kişinin iç durumu imtihan neticesinde anlaşılır.
Bu sıkıntıların her birini çekmekle mükellef bulunmak, hiç şüphesiz ki mümini ahirette çok büyük nimetlere ulaştıracaktır.
“Resul’üm! Sabredenleri müjdele!” (Bakara: 155)
Sabredenler bu imtihanlar başlarına geldiğinde tahammül edip Allah-u Teâlâ’ya sığınan ve yönelenlerdir.
Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren insanları bir imtihan sahnesi olan dünyaya göndermiş ve hikmetinin iktizası olarak kimini kiminden üstün kılmıştır.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Verdiği şeylerle sizi imtihan etmesi için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve sizi derece bakımından birbirinizden üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabb’in, cezası çabuk olandır. O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (En’am: 165)
İnsanları muhtelif tabakalara ayırmış olmakla, haklarında bir imtihan ve ibtilâ muamelesi yapmıştır. Bir kısmını akıl, ilim ve marifet, şeref ve servet, makam ve mevki gibi bir takım hususiyetlerde birçok derecelerle diğerlerinin üzerine çıkarmıştır.
Böylece en güzel amel yapanları seçecek, gelecekte vereceğini o kazancı ile verecektir. Bugünkü durum dünkü imtihanın bir neticesidir, yarınki durum da bu imtihanın bir neticesi olacaktır.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyurmaktadır:
“Bak! Biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır.
Elbette ki âhiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (İsrâ: 21)
Derecelerinin farklı olması da bu imtihanın icaplarındandır. Bununla itaatkâr olanlarla âsî olanlar, iman edenlerle inkâr edenler tezahür etmiş olmaktadır.