Ulül-azm bir peygamber olan İsa Aleyhisselâm, göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
“Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat’ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (Sâff: 6)
Çünkü bir o müslümandı. O tasdik ediyor ve tasdik olunmasını emrediyor. Amma siz Vehhâbî olduğunuz için, kendi dininizi ayakta tutmak için inkâr ediyorsunuz.
İsa Aleyhisselâm onu tarif ederken, bütün peygamberler onu tarif ederken, ey Vehhâbîler sizin inkâr etmeniz ne oluyor? Artık apaçık küfürde olduğunuzu, sapık olduğunuzu, bölücü olduğunuzu anladınız mı?
•
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz en büyük şefaat makamı olan Makâm-ı Mahmûd’a erdirilerek de diğer peygamberlere üstün kılınmıştır.
Âyet-i kerime’sinde:
“Ümid edebilirsin ki, Rabb’in seni bir Makâm-ı Mahmûd’a gönderecektir.” buyuruluyor. (İsrâ: 79)
O öyle bir makamdır ki, Hâlik-ı Azimüşşân yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine bahşetmiştir. Hiç kimsenin şefaat edemeyeceği bir zamanda yalnız ona şefaat izni verilecek ve şefaatı kabul olunacak peygamber yalnız Muhammed Aleyhisselâm’dır.
Ey Vehhâbîler! Siz onu mu üstün tutuyorsunuz, yoksa ilâh edindiklerinizi mi üstün tutuyorsunuz? Kendi vicdanınıza bir sorun, ilâh edindikleriniz hakkında böyle bir müjde-i ilâhî var mıdır?
Diğer Âyet-i kerime’sinde:
“Sana Rabb’in, sen râzı oluncaya kadar verecek.” buyuruyor. (Duhâ: 5)
Bu şefaat makamını yalnız ve yalnız ona tahsis etmiştir. Siz ona iman etmedikçe, onu saymadıkça, sevmedikçe, hiç o sizi sever mi? Size şefaat eder mi?
•
Allah-u Teâlâ sevgili Peygamber’i Muhammed Aleyhisselâm’a tâzimde bulunulmasını, tebcil olunmasını, saygı ve hürmet gösterilmesini, değer verilmesini ve yüceltilmesini Âyet-i kerime’sinde bizzat emir buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Allah’a ve Peygamber’ine inanasınız, ona yardım edesiniz, onu büyük tanıyıp saygı gösteresiniz.” (Fetih: 9)
Kim ki bu ilâhî emr-i şerif’i yerine getirirse Allah-u Teâlâ’ya ve Resul’üne itaat edip iman etmiş olur. Fakat bu ilâhî emri yerine getirmeyen bir kimse çok iyi bilsin ki dinden çıkmıştır. Bu böyledir. Aksi halde buna karşı bir Âyet-i kerime de siz getiriverin. Ki bunu getiremeyeceğinizi çok iyi biliyorum, Çünkü Hazret-i Kur’an Muhammed Aleyhisselâm’a indirildi, sizin sapıtıcı ilâhlarınıza değil.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde:
“O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir.” (Ahzâb: 6)
Buyururken, onu daha önde tutmanız gerekirken siz İbn-i Teymiye’yi, İbn-i Abdülvehhab’ı öne sürdünüz, ve İbn-i Abdülvehhâb’ın yandaşlarını, onun izinden gidenleri seçtiniz. Siz hiç şüphe yok ki seçtiklerinizle berabersiniz, amma Allah ve Resul’ü ile beraber olamazsınız.
Siz ahirette onlarla haşrolacaksınız, huzur-u ilâhî’ye onlarla çıkacaksınız. Çünkü siz Allah ve Resul’ünün yolunda değilsiniz. Siz onları seçtiniz ve onların yolundasınız. Deccal’den daha beter olan sapıtıcı imamlara uyduğunuzun farkında mısınız? Cehennem ateşinden sizi kim kurtarabilir? İlâhî emirlere bir bakın, bir de tuttuğunuz yola bakın!
•
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’in ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yolunda bulunan vekillerin velilerin neden cesetleri çürümüyor?
Çünkü onlar varlıklarını atmışlar, benliklerini ifnâ etmişler, Var ile hemhâl olmuşlardır ve Sirâc-ı münîr olmuşlardır.
Onların içleri nur olduklarından ve Hazret-i Allah ile olduklarından ötürü:
“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyât: 21)
Âyet-i kerime’sinin sırrına mazhar olmuşlardır. Bu ise içinde Hakk’ın varlığını bilen ve görenlere âittir. O nur cismâniyete de sirayet etmiştir. Değil cesedi, kefeni dahi çürümez.
Nitekim size bir kıyas vereceğiz. Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Miraç gecesinde Sidre-i müntehâ’dan öteye “Kaabe Kavseyn” makamına olan yolculuğu Refref ile olmuştu. Oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm’a kendisi ile beraber gelmesini ricâ etmişti.
O da: “Burası Sidre-i müntehâ’dır, şayet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım.” buyurdu ve orada durakladı. O Resulullah Aleyhisselâm’ın nurundan halkolunmuştu, Resulullah Aleyhisselâm ise Allah-u Teâlâ’nın nurundan halkolunmuştu. Onu kendi nurundan halkettiği için yanmadı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz o gece Rabb’ine o kadar yaklaştı ki, aradaki bütün perdeler kalktı ve huzur-u ilâhî’ye kabul buyuruldu.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“İki yay kadar, yahut daha da yakın oldu. O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti. Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı.” (Necm: 9-10-11)
Onun ise içi de dışı da nur olduğu için cismâniyetle huzur-u ilâhî’ye kadar vardı da yanmadı. Aslı nur olduğu için, o nur onun cismini de kaplamıştı, dışını da ihâta etmişti. Cismâniyetle çıktığı halde ne cismâniyetine, ne de ruhâniyetine bir halel gelmedi ve yanmadı. O Allah-u Teâlâ’nın nurudur, âlemlerin gurur ve sürurudur.
Dikkat edin o nur cismâniyetine de sirayet etmiştir, onlar çürümezler. O nur sebebiyle onun yolunda olanlar da öyledir. O nur onlara aksetmiştir. Kefenine bile aksediyor, kefeni bile çürümüyor. Nerede kaldı ki bedeni.
Ey Vehhâbî bozmaları! Şimdi seslenme zamanı gelmedi mi? Şu ilâh edindiğiniz putların haline bir bakın! Onlar nur mudur leş midir? Ben size hep Âyet-i kerime’lerle hakikatleri göz önüne seriyorum, onun Sirâc-ı münir olduğunu ispat ediyorum. Sizin ilâhlarınızın Allah-u Teâlâ’nın yanında değerli olduğunu ne ile ispat edersiniz?
Nurun nerede olduğunu, kimin leş olduğunu anladınız mı?
Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerini hiçe sayana, Kitabullah’ı arkaya atana, Resulullah Aleyhisselâm’ı hükümsüz yerine koyana ben niçin kâfirdir demeyeyim?
Âyet-i kerime’de buyurulduğu üzere hiç şüphe yok ki Allah-u Teâlâ herkesi önderleriyle beraber mahşere çağıracak.
“İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız.” (İsrâ: 71)
Rehber edindiği, peşine düşüp gittiği lideri nereye götürürlerse onlar da oraya gidecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraberdirler. İyiler iyilerle beraber cennette, kötüler kötülerle birlikte cehennemde olacaklardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Firavun kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!” (Hûd: 98)
Ey Vehhâbîler! Siz de İbn-i Teymiye’lerin, İbn-i Abdülvehhâb’ların arkasında çıkacaksınız.
Amma Allah-u Teâlâ’ya gönülden bağlanmış, iman etmiş, Kitabullah’a riâyet etmiş, Resulullah Aleyhisselâm’ın Sünnet-i seniyye’sine tâbi olmuş olanlar aslâ kâfirlerle beraber olmazlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’dan sonra kime tâbi olunacağını şöyle emir buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz!” (Tevbe: 119)
İşte size emr-i ilâhî ile sapıklığı böyle açık açık izah ediyoruz, uzun uzun anlatıp ispat ediyoruz. Allah-u Teâlâ kime nasip ederse bunları görür, hidayete erer, müslüman olur. O’nun nur vermediği kimse küfr-ü inadında kalır. O da kendi aleyhine.